Ovaköy

Türkiye’nin ihtiyacı, barış ve istikrar içinde, uzak ve yakın ülkelerle adalet, eşitlik ve saygı kurallarına bağlı olarak iyi ilişkilerini sürdürmektir. Türkiye’nin kendini bir tarafla sınırlandırması elini kolunu bağlar ve Türkiye’yi küçültür. Türkiye, dış ilişkilerinde çok taraflı olmak zorundadır. Türkiye ne Araplar hesabına Kürtleri yok sayarak, ne de Araplar için İran’ı yok sayarak bir menzile varabilir.

OSMANLI Devleti’nden sonra en son Türkiye-Irak sınırı çizilmiştir. Çünkü Mondros Mütarekesi’nden başlayarak Türkiye yöneticileri, Musul-Kerkük’ün Türkiye’ye ait olduğunu savunmuşlardır. Lozan’da Türkiye Heyeti aynı tezi savunur gibi yapmış, bundan dolayı Musul meselesi kapsam dışı tutularak anlaşma imzalanmıştır.

Haliç Konferansı’nda da Türkiye yine aynı tezin yanında gibi durmuş, ikili görüşmelerden de sonuç alınamamış, bir Ankara sabahında CHP Genel Başkanı Kemal Paşa’nın “Verdim” demesiyle Türkiye, Musul’u İngiltere’ye (Irak’a) vermiştir. 1950 yılına kadar bu vermeyi Türkiye’de kimse eleştiri konusu bile yapamamıştır.

1926 Ankara Anlaşması’na göre Türkiye-Irak sınırı 378 kilometre uzunluğundadır. İki ülke arasında bir tane sınır kapısı (Habur) vardır. Buna karşılık Türkiye-İran sınırı 534 kilometredir ve Türkiye-İran arasında altı tane sınır kapısı bulunmaktadır. Şartlar değiştikçe, elbette sınır kapıları arttırılabilir.

2022 verilerine göre Türkiye’nin en çok ihracat ve ithalat yaptığı on ülkeden biri Irak’tır. Habur Sınır Kapısı, giderek artan Türkiye-Irak arasındaki ticaret için yetersiz kalmıştır. Habur Sınır Kapısı’nın yanı sıra ikinci bir kapıya olan ihtiyaç kendini göstermiştir.

Ankara Anlaşması ile tayin edilen Türkiye-Irak sınırı, 2003’te ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle fiilen sona ermiştir. Her ne kadar resmî haritalarda yine aynı çizginin altında Irak, üstünde Türkiye yazılı olsa bile, fiilî durum farklılaşmıştır. Çünkü işgalci ABD, Türkiye sınırındaki Irak’ın kuzey bölgesinde Zaho-Erbil ve Süleymaniye’den oluşan Irak Kürt Yönetim Bölgesi’ni (IKYB) icat etmiştir.

Uzun yıllardan beri Irak’taki Kürtler, Irak hükümetlerine karşı bir Kürt bölgesinin muhtarlığı ya da bağımsızlığı için mücadele etmişlerdi ancak bundan bir sonuç alamamışlardı. İşte o sonuçsuz kalan mücadeleleri işgalci ABD bir sonuca bağlamış, Irak için hazırladığı anayasaya IKYB’yi yazdırmıştır. IKYB her ne kadar kâğıt üzerinde Bağdat Hükümeti’ne bağlı ise de fiilen rakip bir ülke gibi davranmıştır. Çünkü ABD’nin “ihtilaflı” saydığı yerlerin IKYB’ye bağlanıp bağlanmayacağı ve petrol satışından IKYB’nin ne kadar pay alacağı, Irak Hükümeti ile IKYB arasında her zaman ciddî bir sorun olmuştur.

Buna karşılık Türkiye, 2003’te yanı başındaki bu gelişmelere fantezi nedenlerle seyirci kalmıştır. Türkmeneli bölgesi Arap ve Kürt bölgeleri arasında ikiye bölünmüş, Türklerin tabiî hukuktan kaynaklı olan hakları yok sayılmış, Irak’taki üçüncü kurucu bir unsur olarak Irak Anayasası’nda adları yer almamıştır. Dönemin AK Parti hükümetine “Bu iş için neden seyirci kaldınız, 1 Mart 2003 tezkeresini TBMM’den niye geçirmediniz?” diye eleştirilmesi gerekirken, bazı çevreler hâlâ aksini söyleyebilmektedir. Artık bunları tartışmak yersizdir. Zaman da, şartlar da, hatta Türkiye-Irak sınırı da değişmiştir.

Türkiye ile IKYB arasındaki ilişkiler de bazen iyileşip bazen kötüleşmektedir. 2017’de IKYB’nin yaptığı bağımsızlık referandumuna başlangıçta sessiz kalan Türkiye, sonradan hiçbir şekilde bu referandumu tanımayacağını ilân etmiştir. IKYB de bağımsızlığa “Evet” diyen o referandumu yürürlüğe koyamamıştır.

IKYB bu arada kendi arasında, fiilen Erbil ve Süleymaniye yönetimi diye iki kısma ayrılmıştır. IKYB’nin yaşadığı hiçbir zorluk Erbil ve Süleymaniye’yi bir araya getirememiştir.

Türkiye-Irak ticareti arttıkça Habur Sınır Kapısı’nda yığılmalar da artmaktadır. Uzun yıllardan beri Türkiye ve Irak arasında ikinci bir sınır kapısına ihtiyaç olduğuna dair her ne kadar Irak ve Türkiye makamları ikili toplantılarında bir karar almış iseler de bu kararı uygulamak şimdiye kadar mümkün olmamıştır.

Ovaköy Kapısı neyi amaçlıyor?

Habur-Bağdat arasındaki mesafe 601 kilometreyken, açılması kararı alınan Ovaköy/Peşhabur-Musul-Bağdat arasındaki mesafe ise yaklaşık 540 kilometredir. Arada ciddî bir mesafe farklılığı yoktur.

Ovaköy/Silopi Kapısı ile birlikte IKYB’nin devre dışı bırakılacağı ve Türkiye-Irak arasında doğrudan ticaretin yapılacağı yaygın bir görüştür. İkinci kapının açılmasına IKYB’de karşı çıkmaktadır. Ancak Ovaköy’ün karşısında yer alan Peşhabur bölgesi de IKYB’nin denetimi altındadır. Ovaköy-Musul yolunda yaklaşık 50 kilometrelik mesafe IKYB denetimindedir. Buna rağmen IKYB, Türkiye-Irak arasında ikinci bir sınır kapısının açılmasına karşı çıkmaktadır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 17 Temmuz 2023 günü başlayan Körfez gezisi ile birlikte Ovaköy Sınır Kapısı yeniden gündem olmuştur. Basra-Bağdat-Musul-Ovaköy’den uzanacak yeni bir kara ve demir yolundan diğer Körfez ülkelerinin de yararlanacağı, dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz rezerv yerlerinden biri olan Körfez’in Kızıldeniz-Süveyş Kanalı’nı kullanma mecburiyetinden kurtulmuş olacağı haberlerde yer almaktadır.

Burada sözü edilen Körfez ülkeleri; Irak, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman ve Suudi Arabistan’dır. Basra Körfezi’nin Batı yakasında yer alan ülkelerdir bunlar. Bu ülkelerin ortak özelliği petrol-doğalgaz zengini olmalarına karşılık savunma güçlerinin çok zayıf olmasıdır. Nüfuslarının önemli bir bölümü ise Şiilerden müteşekkildir. Şii nüfusun çoğunluğu kendini Tahran (İran) Hükümeti’ne bağlı saymaktadır. Dolayısı ile İran’ın uzantısı durumundadırlar. Üstelik Körfez’in doğu yakasında kalan ve İran sınırları içinde olan bölgedeki halkın da ezici çoğunluğu Araplardan oluşmaktadır.

Körfez ülkeleri gizli-açık İran tehdidi altındadır. ABD için de bu tehdit bir fırsattır. İran tehdidine karşı bu Körfez ülkelerini korumak bahanesiyle ABD’nin örtülü sömürgesi durumundadırlar.

Türkiye ise tarım, turizm, sanayi ve enerji gibi alanlarda Körfez ülkelerine göre gelişmiş durumdadır. Buna karşılık aynı Türkiye, petrol ve doğalgaz fakiri durumundadır.

Petrol ve doğalgaz nedeniyle Körfez ülkelerinde önemli bir sermaye birikimi de vardır. Ekonomik nedenler, Türkiye ve Körfez ülkelerinin arasındaki ticaretin artmasına elverişlidir. Kızıldeniz-Süveyş Kanalı yoluna göre daha kısa mesafe olan Basra-Bağdat-Musul-Ovaköy yolundan Körfez petrolünün Akdeniz’e ulaşması, Körfez ülkeleri için de oldukça uygun bir seçenektir.

Türkiye’nin Körfez’deki kozu artar mı?

Araplar ve Farslar arasındaki Körfez hâkimiyeti mücadelesine Türkiye eskiden beri taraf değildir. Bunun bir sonucu olarak Körfez’in her iki yakasında da Arap nüfusunun meskûn olmasına ve Batı yakasında körfez ülkelerinin bulunmasına karşılık İran Hükümeti, Körfez’i “Fars/Pers Körfezi” diye adlandırmaktadır. Araplar ve Farslar arasındaki bu adlandırma rekabetinde Türkiye tarafsız kalmış ve körfezi “Basra Körfezi” diye adlandırmıştır.

ABD’nin Afganistan’da kendi işbirlikçilerini yüzüstü bırakıp ayrılması, İran’a karşı Körfez ülkelerini yeni bir arayışa zorlamıştır. Haziran 2017’de Suudi Arabistan, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri, Katar’a ortak bir abluka uygularken Türkiye asker gönderip bu ablukaya karşı Katar’ı savunmuştur. Türkiye’nin bu tutumu, Körfez’in küçük ülkeleri için güven verici olmuştur. Suudi Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğunda Cemal Kaşıkçı’nın 2018’de katledilmesini Türkiye dâvâ etmiş, bu yüzden iki ülke arasındaki ilişkiler kopma noktasına gelmiştir. Ancak Türkiye’nin geri adım atması ve dâvâ dosyasını Suudi Arabistan’a gönderip Kral’ın oğlu Muhammed Selman’ı yargılamaktan vazgeçmesiyle iki ülke arasındaki ilişkiler yeniden düzelmeye başlamıştır.

Bu örneklerde görüldüğü gibi, Türkiye ile Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerin artmasını temin edecek nedenler çoğalmıştır.

Erdoğan’ın ziyaretleri

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “âlâ-yı valâ” diye nitelendirilecek bir kalabalık heyetle Körfez ülkeleri gezisine çıkmıştır. Ekonomik krizin toplumun ezici çoğunluğunu can evinden vurduğu bir sırada böyle kalabalık bir heyetin şatafat içinde ülkeden ülkeye gezdirilmesine karşılık, halka “Sabredin, kemer sıkın, tasarruf edin” diye telkinlerde bulunulması, yalnızca bir öfke patlamasına yol açmaktadır. Bu öfke patlaması 31 Mart 2023 Yerel Yönetim Seçimlerinde muhalefet partilerinin işini kolaylaştırabilir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’nin ihtiyacı olan yabancı sermayeyi Arap ülkelerinde araması da muhalefet çevreleri için neredeyse psikolojik bunalımlara yol açmaktadır. 

Yüz yıl boyunca Avrupa ülkelerinden gelen turistleri hava limanlarında kadın oynatarak, davul/zurna ile karşılayan bir geleneğin mirasçısı olan muhalefet çevreleri, “Arap” adını duyunca “Bağımsızlık, Türklük” diye bağırmaktadırlar. Türklüğü ve bağımsızlığı yalnızca Araplara karşı duydukları nefretin ifadesi olarak hatırlamaktadırlar. Arap sermayesinin Türkiye’ye gelmesini bağımsızlığın ve Türklüğün yok olması, bir Arap işgalinin başlaması ve dolayısıyla vatanın satılması olarak görmektedirler. Hatta içlerinden bazıları, Arap sermayesinin Türkiye’de satın alacağı/ortak olacağı şirketler/topraklar konusunu “Türkiye’nin Filistinlileşmesi” olarak adlandırmaktadırlar. Bu görüşü sadece psikoloji ilminin konusu olarak görmek yeterli değildir. Elbette psikoloji ilmini ilgilendiren tarafları vardır ancak taraftarlarının küçümsenmeyecek bir oranda olması, işin sosyal ve siyâsî taraflarını da göstermektedir.

Oysa Türkiye’nin ihtiyacı, barış ve istikrar içinde, uzak ve yakın ülkelerle adalet, eşitlik ve saygı kurallarına bağlı olarak iyi ilişkilerini sürdürmektir. Türkiye’nin kendini bir tarafla sınırlandırması elini kolunu bağlar ve Türkiye’yi küçültür. Türkiye, dış ilişkilerinde çok taraflı olmak zorundadır. Türkiye ne Araplar hesabına Kürtleri yok sayarak, ne de Araplar için İran’ı yok sayarak bir menzile varabilir. Türkiye, adı geçen topluluklar ile kardeşlik ve komşuluk hukuk içinde siyâsî, askerî ve ticarî işlerini yürütmelidir.

Erdoğan’ın Körfez gezisinin bu amaca hizmet etmesini dilerim.