
HER işin başı sağlık. “Sağ ol” deriz mütebessim bir ifade ile minnetimizi ifade için, “Sağlık olsun” deriz ümidini canlandırmak için bir dostun. Hiç duymak istemediğimiz bir ifadedir yüzümüz yerde “Başın sağ olsun” nidası. İnsan sağ ise mevcuttur âlem, madde, ışık, sevinç, acı... Bir sultan nasıl da dile getirmişti kıymetini sağlığın çağların ötesinden: “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,/ Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.”
İnsanlık, var oluşundan beri vazgeçemeyeceği yegâne hakikatin sağ olmak olduğunu kabul etti. Ontolojik felsefenin esasını teşkil eden varlık ancak sağ olmakla, dirimle anlam kazanabildi akıl sahipleri için. Her medeniyet kendi inanç ve kültür değerleri bağlamında bir literatür geliştirdi sağ oluşa dair. Kimine göre Kafdağı’nın ardındaydı yedi veren şifalı çiçek; devler ve ejderhalar ülkesindeydi ölümsüzlük otu kimine göre. Asklepios asla bırakmazdı yılanlı asasını elinden; Lokman Hekim’in ölümsüzlük iksirine dair ütopik meseller de hepimizin malûmu.
Toplumların sağlık anlayışları, mensubu olduğu medeniyetin sosyal, ekonomik ve kültürel yapısı kadar kendi çağının bilimsel gelişmelerinin de tesiri altındadır. Bu yönüyle Osmanlı tıbbının klasik İslâm tıbbı niteliğinde olduğu, Osmanlı Devleti’nde 19’uncu yüzyıla kadar tıbbın gerek görünüm, gerekse uygulama bakımından Selçuklu tıbbının devamı niteliği arz ettiği genel kabul görmektedir. Ancak on ikinci yüzyıldan sonra İslâm tıbbındaki duraklamanın ardından Batı dünyasında yüzyıllar içerisinde tedricen gelişen bilimsel tıp anlayışının Osmanlı toplumuna yansıması oldukça yavaş olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde tıbba bakış ve tıp kurumları
Osmanlı Devleti, hâkim olduğu medeniyet havzasında kadim esasları modern usullerle mezcederek kalıcı miras izleri bırakabilmiş bir medeniyettir. Ancak 19’uncu yüzyıla gelinceye kadar Osmanlı Devleti’nin de çoğu devlet gibi plânlı bir sağlık politikası yoktu. Bu yüzyılda Avrupa’da koruyucu sağlık hizmetlerinin öneminin anlaşılması ile sağlık teşkilatları oluşturulmaya başlanmıştır. Başta kolera ve veba gibi salgın hastalıkların Batı dünyasını kasıp kavurması üzerine Avrupa medeniyetinin sağlık konusundaki çalışmalarına paralel olarak Osmanlı Devleti’nde de askerî alanda başlayan sağlık hizmetlerindeki yenilikler zamanla halk sağlığı alanına yansımış, önemli sağlık kuruluşlarının açılmasına ve yasal düzenlemelerin yapılmasına zemin hazırlamıştır. Üçüncü Selim döneminde modern ve düzenli ilk tıp eğitimi askeriyede başlamıştır.
Avrupa’da bulaşıcı hastalıklarla mücadelede önemli adımların atıldığı bu dönemde Osmanlı da Avrupa’ya hekimler göndermiş, hastaneler dışında sağlık hizmeti veren kurumları faaliyete geçirmiştir. Bu alandaki ilk örnek olan Sirkeci Demirkapı’daki Darülkelp Tedavihanesi (Kuduz Hastanesi) 1887 yılında kurulmuştur. 1892 yılında çiçek aşısı hazırlamak için açılan Telkihhane-i Şâhâne, 1893 yılında vilâyetlerde ihtiyaç duyulan aşı ve serumların üretilmesi için faaliyete başlayan Bakteriyolojihane-i Şâhâne de bu cümledendir.
19’uncu yüzyılda sağlık hizmetlerinin niteliğinin değişmesiyle Osmanlı’da da Hekimbaşılık kurumu ihtiyaçları karşılayamaz hâle gelmiştir. 1837 yılında Harbiye Nezareti’nde bir sıhhiye dairesinin kurulması ve karantina idaresinin göreve başlaması ile hekimbaşının görevlerinden bir kısmı bu kuruma devredilmiştir.
Hekimbaşılık müessesesinin 1850 yılında lağvedilmesinden sonra “sertabibi hazret-i şehriyari” unvanını taşıyan hekim, saray hekimlerinin başı olmuştur. 1869’da kurulan Cemiyet-i Tıbbiye-i Mülkiye de sağlık teşkilatlanmasında önemli görevler üstlenmiştir. 1906 yılında Mekâtib-i Askeriye Nezareti’ne bağlı olarak Meclis-i Maarif-i Tıb ismini alan bu cemiyet, İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra Meclis-i Umur-ı Tıbbiye-i Mülkiye ve Sıhhiye-i Umumiye ismini almıştır. 1913 yılında ise Dâhiliye Nezareti’ne bağlı olarak Sıhhiye Müdüriyet-i Umumiyesi kurulmuştur.
“Aile küçük ölçekli bir devlet, devlet büyük ölçekli bir ailedir” düsturunca Osmanlı Devleti’nde önleyici hekimliğe önem verilmiştir. Osmanlı’da Hıfzıssıhha adı verilen önleyici hekimlik anlayışının temeli ilk medeniyetlere kadar geriye gitmektedir. Hipokrat’ın iki bin yıllık izlenim ve tecrübelerine dayanan önleyici hekimlikle ilgili gelişmelere dair Antik Yunan, Roma, Eski Mısır ve Babil medeniyetinde kanıtlara rastlanmaktadır. İslâm medeniyetindeki önleyici hekimliğe dair teşvik edici unsurlar ise ayet ve hadisler ile sabittir.
Tarih boyunca tıp ilmi kadar toplumlarda bâtıl inanç ve fikirlerin türemesine sebebiyet veren başka ilim olmamıştır. Tıp, hayat ve memat ilmidir. Tıp ilmi istisnasız her insanı ilgilendiren bir konu olmasına rağmen herkesin elde edemeyeceği meşakkatli bir konu olması münasebetiyle suiistimale ve istismara çok açık bir konu olagelmiştir. Tarih boyunca birtakım uydurmalar ve teviller neticesinde tamiri imkânsız yıkımlara yol açmış olmanın yanı sıra toplumlarda nesilden nesle aktarılan hurafelerin yayılmasına da zemin hazırlamıştır. Özellikle beslenme ve ilaç konusundaki bilim dışı uygulamalar topluma en fazla zararı dokunan konular olmuştur.
Osmanlı toplumunda sağlığın dile yansıması
19’uncu yüzyılın sonu ve 20’nci yüzyılın başında Besim Ömer Paşa tarafından kaleme alınan sağlık yıllığı olan dört ciltlik “Nevsâl-i Afiyet” adlı eserde Osmanlı toplumunu aydınlatıcı mahiyette sağlık ile ilgili çok sayıda söz yer almaktadır. Bazıları günümüzde de kullanılan nasihat bâbındaki sözlerin kaynağının çok eskilere dayandığı anlaşılmaktadır. Bu sözlerin bir kısmı dönemin meşhur hekimlerine, bir kısmı kadim filozoflara ait olup, bir kısmı da anonim söz olarak beyan edilmiştir.
Osmanlı toplumunda kullanılmış olan sağlık önerileri ile ilgili bu sözlerin bazıları şunlardır:
Açlık en iyi ilaçtır./ Afyon mâhir elinde mukaddes bir ilaçtır./ Afyonsuz tıp topal kalır./ Akacak kan damarda durmaz./ Akarsu temizdir./ Âleme tıbbı öğretmek, baruta ateşi yaklaştırmaya benzer./ Alkol bütün sinir sistemi için bir katildir./ Aşk hiçbir şeyden tevellüt eder ve her şeyden mahvolur./ Aşkın yaşı yoktur, daima doğar./ Ateş kışın meyvesidir./ Azıcık aşım, kavgasız başım.
Baba, çocuğunun hastalığının delâlet eylediğidir./ Babamızdan ziyade anamızın evlâdıyız./ Basur sıhhatin emniyet sübabıdır./ Başı gölgede, ayakları güneşte tutmalıdır./ Bâtıl fikir cehaletten beterdir./ Beden rahatta olduğu zaman ruh harekettedir./ Beşer çiçeği güneşe muhtaçtır./ Beşik çocuğun mesut yuvasıdır./ Beyin gittikten sonra her şey gider./ Bir dirhem ihtiyat, bir kıyye fenden evlâdır./ Bir ihtiyar için en fena şey, iyi bir aşçı ile genç bir kadındır./ Bir insan kendinin hekimi olmalıdır./ Bugünün çocukları yarının adamlarıdır./ Büyük ziyafetlerde her tabak altında bir maraz pusuya yatmıştır.
Can boğazdan gelir./ Cilt, kanın aynasıdır./ Çabuk yiyen geç hazmeder./ Çocuk, ailenin sürur ve hüzün kaynağıdır./ Çocuklarda öksürük, alevlenmiş bir ateştir./ Çok düşünen yavaş hazmeder.
Dert gider ama yeri boş kalmaz./ Derdini saklayan derman bulamaz./ Derdini veren Allah dermanını da verir./ Devasız dert olmaz./ Doğan ölecektir.
Ebe hekimin gözü, parmağının ucudur./ Ebelikte lâzım olan şey sabır, temizlik ve malûmattır./ Ecel geldi, baş ağrısı bahane./ Ecelden başka her şeye ilaç vardır./ Emzirme, insanın yaratılışı kadar kadimdir./ En iyi gıda, en iyi hazmedilendir./ En zararlı şey, tok iken yemek yemektir./ Evlenmenin vakti geçmez, insan her vakit bir zevceye muhtaçtır./ Evvel taam, sonra kelâm. Fosforsuz fikir ve zekâ yoktur.
Ganj kadınlarının saçı, Çin kadınlarının ayağı, Alman kadınlarının rengi, İtalyan kadınlarının bacağı, İngiliz kadınlarının ağzı, Belçika kadınlarının kolu, Rum kadınlarının burnu, Mısır kadınlarının dişi, Çerkes kadınlarının boynu, İspanya kadınlarının gözü, Fransa kadınlarının letafet ve zarafeti makbuldür.
Gençliğin kıymeti bilinse kocalığın şikâyeti az olur./ Gönül kocamaz./ Göz yumulunca kıymeti bilinir./ Gözlere iyi görünen şeyden kalp memnun olur./ Güneş girmeyen yere hekim girer.
Hafıza kuvveti beynin karakoludur./ Hâkim mahkemeye, papaz kiliseye, doktor hastaya yaraşır./ Hardalı yemekten sonra kullanmamalı./ Hastalığın tedavisinde birinci tedbir sebepleri ortadan kaldırmaktır./ Hastalık çabuk gelir fakat ağır gider./ Hastalık çalışanlarda hariçten, çalışmayanlarda dâhilden gelir./ Hastalık, sağlık bizim için./ Hastalıkların çoğu hekimlerin maharetine değil, düzenli yaşamaya ve sıhhi tedbirlere bağlıdır./ Hastanın hekime güveni iyileşmesinde müessirdir./ Hastaya bakan akıllı, bilgili ve merhametli olmalıdır./ Hastaya bakmaktansa hasta olmak yeğdir./ Hastaya döşek sorulmaz./ Hava en müessir gıdadır./ Hayat harekettir./ Hayat sadece yaşamak değil sıhhatte bulunmaktır./ Hayat, iki nihâyet arasında bir noktadır./ Hazımsızlık şifası mümkün olmayan bir marazdır./ Her derdin devası vardır./ Her işin başı sağlık./ Hıfzıssıhhat umumi bir devadır./ Hürmet edilmeyen bir şey varsa o da hekimin uykusudur.
Ilıcalar şu üç şeyi sağlar: Beden istirahati, kalp huzuru, ilacı terk etmek./ İlaçlarla yaşayan sefil bir hayat sürer./ İdman insanı kendisine sahip kılar./ İhtiyarlar perhize dikkat etmedikleri her an başlarına bir kürek toprak atarlar./ İnsan ölmüyor, kendini öldürüyor./ İnsan sıhhatte olmadıkça servetin ehemmiyeti yoktur./ İnsan, iki taraftan delinmiş bir hazım borusudur./ İnsanın kirlettiği hava kendisi için bir katildir./ İnsanlar birbirine benzemediği gibi aynı hastalık da herkeste bir olmaz./ İştah en iyi aşçıdır./ İtidal en müessir ilaçtır./ İtidal ve kanaat ihtiyarlar için vaciptir./ İyi horoz asla semiz olmaz./ İyi yürümek ve iyi çiğnemek çok yaşamak için vasıtadır.
Kadın insanlığın validesi, insaniyetin bahçesidir./ Kadınları eğitmek, evlâdı, cemiyeti hatta insanlığı eğitmektedir./ Kan, kandan nefret eder. (Akraba evliliği aleyhinde.)
Kapalı ağza sinek girmez./ Kel başa şimşir tarak./ Kundak ile gelen kefen ile gider./ Kuyudan su çekmek için susamayı beklememelidir./ Lezzet ve arzu ile yenilen her şey kolay hazmedilir.
Mesut olmak için küçük şeylerden memnun olmalı./ Mide aşka hâkimdir./ Mide kadar bacaklarla da hazmedilir./ Mide, mûsikîyi sever./ Mideni hafif tut, başını serin; ayağını sıcak tut, düşünme derin.
Nabza göre şerbet vermeli./ Ne yediğini söyle, ne olduğunu söyleyeyim./ Nerede hareket, orada bereket.
Oburluk, kılıçtan ziyade itlâf eder./ Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi./ Olmayınca hasta, kadrin bilmez âdem sıhhatin./ On dokuzuncu, yirminci asır sinir hastalıkları devridir.
Öğle yemeğinden sonra uzanınız, akşam yemeğinden sonra gezininiz./ Öğütme ağzına her ne gelirse değirmen gibi./ Ölüm her saat hazırdır.
Peynir kuvvetli bir gıdadır, itidal üzere yenmelidir./ Peynirsiz sofra, bir gözü olmayan kadına benzer./ Romatizma ciltten girdiğinden, yine o yolla çıkmalıdır.
Sağlık varlıktan yeğdir./ Sakal ve bıyık olan tarafta kuvvet ve iktidar vardır./ Salgın hastalıkların tarihi büyük muharebeler gibi bitecektir./ Sara, bedenin zelzelesidir./ Sebepsiz hastalık olamaz./ Semiz tavuk yumurtlamaz./ Sıcak yatak, soğuk yemek./ Sohbet edilerek yenilen lokmalar kolay hazmedilir./ Su gibi aziz ol./ Sürur, hüzün ile nihâyet bulur.
Tabip ihtiyatlı bir âlimdir, yalancı tabip ise cesur bir cahildir./ Tahaffuz, şifa bulmadan evlâdır./ Temiz hava ciğerlerin ekmeğidir./ Tıp, tecrübeden ibarettir./ Uyumayan genç, uyuyan ihtiyar hastadır.
Vaktinde verilmeyen ilaç zehirdir./ Yarı bilgili bir hekimden daha dehşetli bir şey yoktur./ Yaşamak için yemeli, yemek için yaşamamalı.