YEZİDİLERLE ilgili günümüzdeki mevcut veya yaygın bilgilerin
kaydedildiği dönem, Osmanlı Devleti dönemine rastlar. Yezidilere dair
bilgilerin bulunduğu kaynaklar dahi uzantılarıyla devam etmiştir. Özellikle bugünkü
Yezidilerin yaşadıkları bölgelerin Yavuz Sultan Selim ile Osmanlı Devleti
sınırlarına dâhil edilmesinden itibaren Yezidiler ile ilgili bilgilerin de arttığını
söylemek mümkündür. Çünkü Yezidilerin günümüzde de yaşadıkları coğrafya, Osmanlı
sınırlarına göre Halep, Musul, Diyarbakır ve Bağdat eyaletleri etrafındadır.
Adı geçen eyaletler, Yavuz Sultan Selim dönemindeki farklı zaman aralıklarında Osmanlı
Devleti sınırlarına dâhil edildi.
Osmanlı Devleti, daha önce yönetim anlamında bilmediği
bu toplulukla hem siyasî, hem de toplumsal olarak böylelikle bağlantı kurmuş
oldu. Bu bağlantının ayrıntıları ortaya çıkarılabilirse, Yezidiler ve Osmanlı
Devleti arasındaki ilişkinin ortaya konulması mümkün olabilir. Esas itibariyle
İdris-i Bitlisî’nin etrafında oluşan Kürt beyleri ve yukarıda zikredilen
eyaletlerde bulunan beyler, Safevilerin hâkimiyetine karşı Osmanlı Devleti
yanında yer aldılar. Doğrusu bu siyasî bir programdı ve Çaldıran Savaşı’nı
kazanan Yavuz Sultan Selim ile birlikte Safeviler öncesi konumlarını elde
ettiler.
Acaba Yezidi beylerinin durumu da böyle miydi? Yezidi
beylerinin statüleri ve Osmanlı Devleti ile bu ilk kurulan bağlantı hangi
esaslar üzerine gerçekleşti? Bu ilk temasın esaslarında nasıl bir değişiklik
oldu da Erbil Beyi öldürüldü ve böylece Yezidilerin Osmanlı Devleti ile olan bu
üst düzey ilişkisinin zemini kaybedildi? Bu bakımdan da Yezidilerle Osmanlı
Devleti’nin bu ilk dönemine ilişkin daha fazla bilgiye ihtiyaç duyulmaktadır.
Fetvalarda Yezidiler
Bu tarihten itibaren Erbil’deki Osmanlı yöneticisi,
Kanuni Sultan Süleyman zamanında Yezidi beylerinden biridir. Yaşanan siyasî
kriz sonrasında Yezidilerin siyasî temsilini sağlayan kişiler yönetimden
uzaklaştırılır. Yine o tarihlere ilişkin mühimme defterlerindeki bazı kayıtlara
göre asayiş ile alakalı huzursuzluk çıkaran ve eşkıyalık yapan Dasni adlı
Yezidi topluluğundan söz edilirken inançlarına dair kısa bilgilere de işaret edilir.
Doğrusu bu işaretler, asayiş sorunu çıkaran hemen her topluluk için ileri
sürülmektedir.
Maalesef Osmanlı Devleti’nin birçok dönemine ilişkin
yoğunlaşan çalışmalar olmasına karşın, Kanuni dönemine ilişkin sınırlı sayıda
çalışma bulunmaktadır. Nedense Osmanlı Devleti’nin belirli dönemi ve belirli
konuları ya hiç çalışılmıyor ya da gözden kaçırılıyor. Üstelik belirli başlık
ya da konularda da aşırı düzeyde çalışma bulunmakta ve hemen herkes bu minval
üzerinde birbirini takip ederek gitmektedir. Bu durumda da Osmanlı dönemine
ilişkin eşit düzeyde bilgi sağlanamazken, elde edilen bilgilerin sağlıklı ve orantılı
olarak dağılımına ve yine dengeli anlaşılmasına, buna bağlı olarak düşüncenin
kurulmasına engeller ortaya çıkmaktadır.
Bu dönemi yansıtan önemli kaynaklar arasında fetvalar
bulunmaktadır. Bu bakımdan da Yezidiler hakkındaki dikkat çekici olan bilgi,
Ebussuud Efendi’nin fetvasıdır. Bu fetva bize, Osmanlı Devleti açısından
Yezidilerin hangi durumda oldukları veya nasıl değerlendirilip ele alındıklarına
dair ipuçları vermektedir. Çünkü Yezidiler hakkında verilen bu bilgiler, -yanlış
dahi olsa- en azından resmî çevreler veya âlimlerin Yezidiler hakkında neleri
nasıl düşündüklerini görmemiz açısından önemlidir.
Bir başka önemli husus da Yezidilerle ilgili
bilgilerimizi fetvadan önceki bir döneme götürerek tarihlendiremeyeceğimiz
durumudur. Bazı bilgilerin fetvada yer almış olması, fetvanın belge olarak
önemini bir kat daha arttırmaktadır. Oysa Yezidiler hakkında, Osmanlı Devleti’nin
daha sonraki dönemlerine ilişkin arşivlerde daha fazla belgeye ulaşılabilir,
dolayısıyla daha fazla bilgi bulmak mümkündür.
Ebussuud Efendi, Yezidileri öldürmenin caiz olduğuna
yönelik “Öldüren hayattaysa gazi, ölmüş ise şehit olur” şeklinde bir fetva
verir.
Seyahatname’de Yezidiler
Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinden yarım yüzyıl
sonrasında ikinci bir fetva daha bulunmaktadır. İkinci fetva bize, ilk verilen
fetva ile ilgili bir karşılaştırma yapma imkânı sunmaktadır. Buna göre ilk
verilen fetvadaki bilgilerle son fetvadaki bilgiler, aradan geçen iki yüzyıllık
dönemde, Osmanlı Devleti resmî organlarının veya kamuoyunun Yezidiler
hakkındaki bilgi düzeyini de gösterecektir.
Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde Yezidiler hakkında
bilgiler yer almaktadır. İşte hem yaygınlığı, hem ilk olması hasebiyle Evliya
Çelebi’nin vermiş olduğu bilgiler, en eski bilgilerdir. Evliya Çelebi,
özellikle Melek Ahmet Paşa ile Yezidilere karşı yürütülen savaşlardan söz
etmektedir. Seyahatname’de Melek Ahmet Paşa’nın, Yezidilerin asayişi bozmalarına
karşı yürütmüş olduğu askerî faaliyetlerine ve Yezidileri tedip etmesine
yönelik ayrıntılı bilgi verilmektedir. Bunun dışında, Yezidilerin fiziksel
yapıları ile bazı inançlarına da yer verilmektedir. Hatta Yezidilerin
yaşadıkları yerler ve bu yerlere ilişkin kısa bilgiler de bulunmaktadır.
Evliya Çelebi eserinde, Melek Ahmet Paşa’nın, daha
önce Yezidilerle yaptığı savaşta yenilen Nasuh Paşa’nın intikamını da almak
için savaştığını aktarmaktadır. Daha sonraki Diyarbekir valilerinden Firari
Mustafa Paşa’nın da aynı başarıyı göstermek isteğiyle hareket ettiğini de yine her
iki paşanın ordusu içerisinde yer alan Çelebi’den öğreniyoruz.
Yezidilerle ilgili verilen bilgilere gelince… “Saçlı Dağı” diye bilinen yerde yaşadıkları, çevredeki insanların Yezidilere “sekiz saçlı” dedikleri, temizliğe riayet etmedikleri, köpeklere ve soğana ayrıca önem verdikleri, giyim kuşam ve fiziksel özellikleri ile bazı inançları ve özellikle de daire inancından bahsedildiği görülmektedir (s. 468-470). Ayrıca Musul şehrinden bahsettiği yerde de Şeyh Adi b. Müsafir’in kabri, Yezidilerin onun hakkındaki inançları ve onlar için ziyaret yeri oluşu konusunda verilen bilgilerle Yezidilere dair Seyahatname notları tamamlanmaktadır[i].
Cihannüma’da Yezidiler
Kâtip Çelebi, Cihannüma’nın çeşitli sayfalarında da Yezidilerden
bahsetmektedir. Bazen şehirler, bazen de aşiretler aracılığıyla konu hakkında
az da olsa bilgi verilmektedir. Hoy yakınlarındaki Sekmenabad adlı nahiyesinde
Dünbeli aşireti yerleşiktir ve bu aşiret hakkında Şerefname’ye dayanarak
Dünbeli aşiretinin Yezidiliğini aktarmaktadır. Yine bu konunun devamında
Mahmudiler aşiretinden bahsederken, onların da Yezidi mezhebinden olduğundan
bahsetmektedir. Musul eyaletinden bahsederken Dasni adıyla anılan bölge ve
aşiretin de Yezidi olduğu aktarılmaktadır.
Diyarbakır halkının Şafii ve Hanefi olduğunu,
Kürtlerin ise Şafii ve Yezidi olduğundan bahsedilmektedir. Vilayet-i
Kürdistan’dan bahsederken, Yezidi aşiretlerinden Seni’, Dasini ve Haluyi’den söz
edilmekte ve şeyhlerinin de Şeyh Hadi olduğundan konu açılmaktadır. Yine
Cihannüma’da Şam eyaletinden bahsedilirken, Halep civarında da Yezidiler
bulunduğu eklenmekte, son olarak Sumeysat ve Behesni yakınındaki Hısn-ı Mansur
civarında bulunan Kürtlerin de Yezidi olduklarından bahsedilmektedir[ii].
Diğer kaynaklarda Yezidiler
Yezidilerin Tanzimat sonrasındaki durumları hakkında
bilgi veren ve onlarla ilgili merkezî bir hükümetin uygulanmasını istediği
programı anlatan ve aktaran raporlar mevcuttur. Yezidilerin yaşadıkları
bölgelerde, onlara karşı yapılanları da anlatan iki kitap bulunmaktadır. Bu
eserlerde, dönemin Yezidileri ve bir bakıma onlarla yapılan mücadeleye ilişkin
düşünceler yer almaktadır.
Hayyâtzâde Muhammed Zuhrî’nin Ferîdetü’s-Seniyye fî
Beyân-ı Akâidi’l-Yezîdiyye (İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi No: 9369[iii]) ve Ayandan Nuri’nin
Abede-i İblis (İstanbul: İçtihat Matbaası, 1328) adlı eserlerinde, Yezidiler
hakkında ilginç bilgiler bulunmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki çalışmalar
arasında en dikkat çekici olanı ise Mehmet Şerafeddin’indir. Mehmet Şerafeddin,
“Yezidiler” (Dârülfünun İlâhiyat Fakültesi Mecmuası, 3. Sayı, 1926, s. 27-35) adlı
makalesine, mecmuanın bir sonraki sayısında kütüphanelerden yeni tespit etmiş
olduğu kaynaklardan elde ettiği bilgilerden oluşan bir “İlave” yapmıştır. Bu
yazı içerisinde Mardinli Abdusselam Efendi’nin “Ümmü’l-İber” isimli eserindeki
Yezidiler ile ilgili kısmı değerlendirilmektedir.
Bu iki kitaptan birinin yazarı ayrıca bir Osmanlı valisidir. Onun Yezidiler konusunda yazmış olduğu bu müstakil eser, Yezidilerin inançları, ibadetleri ve törenleri ile onlara karşı alınan tedbirlere ilişkin bilgiler veren yayınlanmış ilk kitaptır. Osmanlı devlet adamları, Yezidiler meselesini özellikle Tanzimat’tan sonra askerî bir mesele olarak ele alıp bu minvalde çareler aramışlar ve bilahare Yezidilerin İslam kökenli oldukları kabul edilerek Müslüman olmaları ve İslam’ı yaşamaları için dini iyi öğrenmeleri gerektiği üzere tedbirler almışlardır. Yezidiler her iki tutuma da şiddetle karşı çıkmışlardır. Bu arada Yezidiler hakkında daha fazla bilgi ve belgeye rastlanan dönem de burasıdır. Bunun için de Yezidilere ilişkin birçok olay ve belgenin rastladığı dönem Tanzimat sonrasına ilişkindir. Çünkü Osmanlı Devleti birçok alanda yenilenmeye gitmekte, ancak bu çabalar çerçevesinde yeni sorunlarla karşılaşmaktadır.
Bir kısım Yezidiler Rusya’dan geri dönmek istemişseler de savaş nedeniyle geri dönmeleri mümkün olmamıştır. Kafkas Yezidilerinin büyük bir kısmının menşei de nihayetinde Beyazıd, Kars ve Van’ın merkez ve köylerinden göç eden Yezidilerden oluşmaktadır.
Osmanlı ve günümüzde Yezidilere dair yerleşim ve vatandaşlık sorunu
Özellikle aşiretlerin iskânı ve askere alma
konularında merkezî hükümeti bir hayli uğraştıran Yezidiler, bu dönemden
itibaren daha çok bu konularla gündeme geldiler. Doğrusu Yezidilerle merkezî
hükümet arasındaki görüşmelerde Osmanlı Devleti görevlilerinin Yezidiler
hakkında daha fazla bilgi edindiğini söylemek mümkündür. Üstelik burada elde
edilen bilgiler iki yönlü ortaya çıkmışlardır. Bunlardan bir kısmı Yezidilerin
askere alınmama gerekçesi olarak kendileri ile ilgili verdikleri bilgiler,
diğeri de merkezî hükümetin karşılaştığı, -Yezidilerin göstermiş oldukları
mukavemete cevaben- onların kim ve ne olduğuna ilişkin daha çok siyasal
propagandayı içeren dinî içerikli metinlerdir. Osmanlı Devleti’nin bu uzun
döneminde merkezî hükümet ile Yezidiler arasındaki bu bilgilenme süreci, bir
savaş tarihi olmaktan çıkarılmalıdır. Bütün bu belgeler, Yezidiler hakkında
verilen bilgilerin hangi gerekçelerle ele alındığını ve resmî çevrelerin bakış
açısını görmeyi sağlayacaktır.
I. Abdülaziz, Tanzimat’tan önce başlayıp sonra da
artarak devam eden ve en üst düzeyine ulaşırken askerlik alanında uygulanan
yenilikleri sürdürdü. Askerî yenilikler arasında, 1846’dan başlamak üzere
mütemadiyen bazı değişikliklerle uygulamaya konan “Kura Kanunları”
bulunmaktadır.
Askere alma kanununun ikincisi 1869 yılında karara
bağlanmış ve 1870 yılında yürürlüğe girmiştir. Buna göre Osmanlı topraklarında
yaşayan tebaanın, din ve mezhep ayrılığı dışında memleketin hak ve görevlerinde
eşit olması ilkesinden yola çıkarak bu yeni askerlik kanunu uygulanmaya
başlanmıştır. Osmanlı Devleti’nin her tarafında uygulamaya konulmak istenen bu
kanun, Bağdat bölgesinde Mithat Paşa tarafından yürütülmüştür.
Ahmet Mithat Efendi, Mithat Paşa’nın 1869 yılında
Bağdat Valiliği’ne atanması üzerine Paşa’nın beraberindeki heyet içerisinde
Bağdat’a gider. Mithat Paşa, Bağdat’ta bir dizi düzenlemelere girişir. Bunlar
arasında askerî düzenlemeler de yer alır. Bu çerçevede Irak bölgesindeki
aşiretlerden de orduya asker alınmasına karar verilir. Bu karar -göçebe
bölgeler hariç- Bağdat vilayetinin her tarafına uygulanır. Bu uygulama
neticesinde askere alınmak istemeyen topluluklar ayaklanma çıkarırlar. İşte bu
işlemlerin yürütüldüğü dönemde Yezidiler de askere gitmek istemediklerini
belirtirler ve askere gitmeme gerekçesi olarak dinî inançlarını ileri sürüp gayrimüslimler
gibi bedel-i askerlik şartından yararlanarak -askerlik bedeli olarak- ücret
öderler.
Valiliği münasebetiyle, maiyetiyle beraber Bağdat’a
giden Ahmet Mithat Efendi, ordu komutanı Tahir Paşa ile beraber Yezidilerin
askere gitmeme isteklerini konuşmak üzere Yezidilerin bulundukları bölge olan
Musul’a ve Sincar dağlarına gider, orada Yezidi ileri gelenleri ile sohbet
imkânı bulur. Sohbet, Yezidi inançları, özellikle Müslümanlık (Yahudilik ve
Hıristiyanlık) inancından farklı oluşu ve gizemi nedeniyle Yezidilikteki şeytan
inancı üzerine olur.
Esasen adı geçen din mensuplarının yanında bir de
Yezidileri var olduğunu söyledikleri bu inançlarından küçük görme ve aşağılama
eğilimleri de konunun Şeytan inancı etrafında dönüp dolaşmasına neden
olmaktadır. Ahmet Mithat Efendi’nin, Yezidilerin şeytana taptığına dair peşin
bir bilgisi olduğu ve Sincar’da karşılaştığı Yezidi ileri geleni ile bu konuyu
konuşmak istediği ve de konuştuğu anlaşılmaktadır.
Ahmet Mithat Efendi’nin şeytan inancı hakkında verdiği
bu bilgilere karşın, Yezidi inançlarına göre “şeytan” kelimesinin telaffuzu
yasaktır. Melekler inancı içerisinde en büyük melek, “Tavus” melektir ve Tanrı’nın
kendisine vermiş olduğu güç ve görev nedeniyle diğer meleklerden üstündür.
Yezidilerin dışında Tavus melek “şeytan” karşılığında kullanılmakta, hatta
şeytan olarak algılanmaktadır. Oysa yazarın inançları veya bilgileri
doğrultusunda Tavus melekte bir kötülük yapma veya yaptırma gücü yoktur. Tam
tersine o, iyilik yapma ve yardım etme gücü ile donatılmıştır. Yezidilerde de
inanç bu şekildedir. Bu bakımdan Yezidilik araştırmalarının en önemli sorunu “Tavus
melek ve şeytan”dır. İşte Osmanlı Devleti’nin hangi döneminde Yezidilerin
şeytana dair inançları olduğu yakıştırmasının ortaya çıktığı ve bunun nasıl
sağlandığı hakkında bilgi sahibi değiliz.
Osmanlı Devleti’nin Yezidilerin yaşadığı kutsal
mekânlar olan Musul çevresindeki Şeyhan, Baadri ve Laleş gibi yerlerde okullar
açılarak Yezidi çocukları ve hatta ileri gelenlerinin temel İslam esasları
öğretilmek amacıyla bir dizi yeni program uygulanmıştır. Bu çabalar sürerken
gerginlik de diğer yandan, özellikle Sincar bölgesinde her zaman sürmüştür.
Gerginliğin devam ettiği bir başka konu ise Doğu’nun Ruslar tarafından işgali
ve bu işgal ardından Yezidilerin Ruslarla birlikte hareket etmeleri etrafında
olmuştur. Bir kısım Yezidiler Rusya’dan geri dönmek istemişseler de savaş
nedeniyle geri dönmeleri mümkün olmamıştır. Kafkas Yezidilerinin büyük bir
kısmının menşei de nihayetinde Beyazıd, Kars ve Van’ın merkez ve köylerinden
göç eden Yezidilerden oluşmaktadır.
Yezidilerle ilgili güncel olan bir başka konu ise,
yine Osmanlı Devleti döneminden devreden uygulamalardan olan nüfus cüzdanındaki
din hanesine “İslam” yazılması veya boş bırakılmasıdır. Her ne kadar
Yezidilerin yaşadıkları bölgelerde bu konuda farklı uygulamalar bulunmasa da
durum Yezidileri rahatsız etmektedir. Bu uygulama, Osmanlı Devleti döneminde
gerçekleştirilen ilk nüfus sayımından başlamaktadır. Bu dönemde Yezidilerin Müslüman
olarak kabul edilmesi ve böylece kütüklere geçirilmeleri söz konusudur ki
günümüzde bu kütükler esas alınmaktadır. Bu bakımdan da “Yezidi” yazılsa ya da
boş bırakılsa da esas kütüklerde Yezidiler, “Müslüman” olarak kaydedilmiş ve
kabul edilmişlerdir. Bu bakımdan Vatandaşlık Genel Müdürlüğü’ne bu konuda
yapılan başvurularla sorunun düzeltilmesi, değişiklik yapılması veya nüfus cüzdanının
yeniden düzenlenmesi lazımdır.
Sonuç
Sonuç olarak Yezidilerin Osmanlı Devleti’yle olan
bağlantısı Yavuz Sultan Selim döneminde gerçekleşmiştir. Yezidi beyleri önce
sancak beyliği yapmış, bu durum Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar devam
etmiş ve çıkan rahatsızlık nedeniyle bu bağlantı kopmuştur. Fakat Yezidilerle
ilgili mühimme defterinde yer alan kayıtlar ve verilen bilgiler, -yine aynı
şekil ve üslupla- bir şekilde çevreden merkeze taşınan şikâyetler etrafında
devam etmiştir.
Birçok Osmanlı valisi, Diyarbakır, Halep, Musul ve
Bağdat’a atanmasının ardından Yezidilerle ilgili bir program yapmış ve bunun
ardından da savaşmıştır. Bu savaş hali Osmanlı Devleti’nin son dönemine kadar
devam etmiştir. Bölgede Osmanlı Devleti’nin hâkim olmasının ardından, başta
Ebussuud Efendi olmak üzere Yezidilerle ilgili fetvalar da onlara yönelik
savaşları kolaylaştırmıştır. Bütün bu savaş haline karşın Yezidiler, Müslüman
daire içerisinde kabul edilip ona göre muamele görmüşlerdir. Fakat bu muamele, “sapık
Müslüman ve ıslah edilmesi gerekenler” şeklinde yürürlükte kalmıştır.