Osmanlı Devleti’nde vakıf bilinci

Osmanlı’da vakıf bilinci üzerine verdiğimiz bilgilerden hareketle, bu bölümümüzde de adeta bir vakıf cenneti olan ecdadımızda bulunan ve ilginizi çekebileceğini düşündüğüm birkaç vakıf örneğine bakalım.

OSMANLI devlet yönetimi incelendiğinde, devletin toplumsal ihtiyaçları karşılarken doğrudan ya da dolaylı olarak görev aldığı görülmektedir.

Osmanlı Devleti’nde uzun yıllar kamu hizmetine yönelik yönetim, savunma, güvenlik ve adalet gibi konular merkezî yönetim ve taşra yönetimleri tarafından doğrudan sağlanırken; sağlık, eğitim, sosyal hizmet ve diğer sosyal yaşama yönelik konular devletin desteği ile genellikle vakıflar ve sosyal dayanışma ağları tarafından sağlanmıştır.

Yönetim tarzı olarak günümüz sosyal devlet anlayışı tarihî süreç içinde sosyal ve siyâsî yapıların değişimlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti’nin tarihî süreci incelendiğinde, devletin, toplumdaki sosyal hizmetler ve diğer sosyal alanlara yönelik ihtiyaçları devlet yapısı içindeki bir kurumla karşılamadığı görülmektedir. Osmanlı merkezî yönetiminin sosyal ihtiyaçları karşılama imkânının sınırlı olduğu tarihî koşullarda devlet, toplumun sosyal hizmet ihtiyaçlarını toplumsal dayanışma kurumlarına bırakmıştır. Oysa günümüz sosyal devlet uygulamalarına bakıldığında, sosyal devlet anlayışı devlet ile toplum arasındaki ilişkide, devletin topluma karşı sorumluluğu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada denilebilir ki, geçmişten günümüze hemen hemen her dönemde devlet tarafından toplum için bir refah sistemi oluşturulmaya çalışılmıştır. Ancak bu sistemler dönemin şartlarına göre farklı işleyişlerle toplumsal refahı sağlamaya hizmet etmişlerdir.

Bu bilgiler ışığında Osmanlı devlet yapısına bakıldığında, Tanzimat Dönemi’ne kadar devlet, sosyal alandaki olabilecek bazı risklere karşı vakıf ve benzeri kurumların özerk çalışmalarını desteklemiştir. Bu kurumlarda devlet hazinesinin gelirinden ziyade padişah ve eşlerinin, devlette görevli olan üst düzey yönetici kesimin kendi bütçelerinden yaptıkları destekler büyük bir öneme sahiptir.

Osmanlı dönemindeki vakıfları bugünkü vakıflar gibi rekabet ortamının bir aracı gibi değerlendirmek doğru değildir. Aksine Osmanlı dönemindeki yardım kurumlarının birbiri ile rekabet içinde olmak yerine birbirlerini tamamlayıcı unsur olarak çalıştıklarını söylemek mümkündür. Bu doğrultuda Osmanlı sosyal yapısının merkeziyetçi yapıdan uzak ve kendine has bir işleyişi olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Osmanlı’nın klasik döneminde sosyal yapının şekillenmesinde Türk gelenekleri ve İslâm dininin ortak birleşimi göze çarpmaktadır.

Osmanlı’da devletin vakıf bilincine dair fikir elde etmek adına devletin gelir ve gider kaynaklarına baktığımızda, gelir kaynakları genel olarak halktan alınan vergilerden, gümrük, maden, orman ve tuzla gelirlerinden, savaşlarda elde edilen ganimetlerden, devlete bağlı beyliklerden ve yabancı devletlerden alınan vergilerden oluşmaktaydı. Bunun yanında genel olarak devletin giderleri ise maaşlar, savaş ve savunma giderleri, vakfiyelerin haricindeki bayındırlık ve iskân harcamaları, afet durumlarında kullanılan acil giderler ve benzeri giderlerdi. Giderlerin geneline bakınca devletin sosyal devlet giderlerine benzer bir bütçenin ayrılmadığını görürüz. Bu çıkarımlardan yola çıkarak diyebiliriz ki, Osmanlı, devletin kendi ekonomik gücünü kullanmadan sosyal bir devlet olarak sosyal sorunlarla başa çıkma konusunun iyi bir örneğidir. Kendi döneminde sosyal sorunlarla başa çıkma adına kurulan vakıflar ve benzeri kuruluşlar büyük katkı sağlasalar da aile ve akrabalık ilişkileri, cemaat tipi ve dinî dayanışmaların katkısını da unutmamak gerekir. Bu anlamda toplumun genel ahlâk ve anlayış yapısı itibari ile ailelerin çocuklarını küçük yaşlardan itibaren hayır işleme konusunda hassasiyet içinde yetiştirmeleri ve Türk-İslâm yapısında bulunan hayır ve hasenatın Müslümanlığın gereklerinden görülmesi böyle bir bilincin oluşmasında etkin rol oynamıştır. Bu anlayış sosyal sorunlar karşısında dinî bir dayanışma oluşturmuştur.

Osmanlı Devleti döneminde daha çok dinî nitelik taşıyan bu yardımlar yoksul kişilere başta dinin emirlerine göre yapılmaktaydı. Osmanlı döneminde İslâm dininin emirlerinden olan zekât ve fitre verme, kurban kesme, adaklar ve kefaretler, diğer bağışlar ve sadaka altında yapılan yardımlar dar gelirlilere yapılmakta ve çoğunlukla yüksek geliri olan bireylerden daha düşük gelirli bireylere doğru gelirin belirli oranlarda aktarımını ve dağılımını sağlamaktaydı.

Osmanlı döneminde vakıflar devletin gelişimine paralel olarak kurulmaya başlanan yapılar olmamıştır. Osmanlı Devleti’nin kurulmasından itibaren vakıf tesis etme geleneği de başlamıştır. Orhan Bey’in Bursa’yı almasıyla o bölgede kurduğu vakıflar Osmanlı dönemindeki ilk vakıfları oluşturmuştur. O dönemde kurulan vakıflardan sonra toplumsal yaşamın değişik alanlarında hizmet veren diğer vakıflar kurulmaya başlanmış ve sonrasında vakıfların hizmet alanları giderek genişlemiştir. Kurulan vakıfların hizmet alanları incelendiğinde, yoksullardan yetim çocuklara yardım etmeye, evlenecek genç kızların çeyizlerini hazırlamaktan çocukların emzirilmesini sağlamaya, talebelere burs ve kalacak yer temin etmekten işsizlere iş bulmaya, cadde ve sokakların temiz tutulmasından hayvanları himaye etmeye kadar uzanan geniş bir hizmet anlayışının olduğu görülmektedir. Ayrıca modern devlet yapısında kamu hizmeti olarak nitelendirilen hastane, yol, köprü, su kanalları, kütüphane ve bayındırlık gibi alanlarda hizmet vermek üzere vakıflar da kurulmuştur.

Tüm bu vakıfların verdikleri hizmetler incelendiğinde, yapılan sosyal yardımların sadece yardıma muhtaç yoksul kişiler için değil, ayrıca toplumun her kesiminin ihtiyacını karşılayacak şekilde yapıldığı da görülmektedir. Bu yönüyle de vakıf bilinci bize, Osmanlı Devleti’nde toplum içinde herhangi bir ayrım gözetmeksizin hizmet bilincinin olduğunu da göstermektedir. Vakıflar yapmış oldukları bu hizmetlerle aynı zamanda toplumda herhangi bir ayrım yapmaksızın bütün zümrelere hizmetleri aynı ölçüde vererek sosyal adaletin sağlanmasına ve toplumdaki farklılıkların kaldırılmasına önemli katkı sunmuşlardır.

Farklı yönleri itibariyle vakıfların sosyolojik anlamda da toplumsal adalet ve bütünleşmeyi sağladığı, dolayısıyla sosyal çatışmayı da engelleyen ve insanlar arası iletişimi güçlendiren yönünün bulunduğunu görmekteyiz.

Osmanlı’da vakıf bilinci üzerine verdiğimiz bilgilerden hareketle, bu bölümümüzde de adeta bir vakıf cenneti olan ecdadımızda bulunan ve ilginizi çekebileceğini düşündüğüm birkaç vakıf örneğine bakalım.

Parasını Düşüren Çocuklar Vakfı: Annelerinin kendilerine alışveriş için verdiği parayı kaybeden çocuklar yararına, başta Tunus olmak üzere Osmanlı coğrafyasının pek çok köşesinde vakıflar kurulmuştur.

Çocukları Gezdirme Vakfı: Eski Matbah-ı Amire Emiri Haseki Hacı Mustafa Ağa’nın 1768’de İstanbul’da kurduğu vakıf, yılda üç bin akçe sarf edip çocukların temiz hava alarak eğlenmelerini sağlamıştır. Böylece çocukların yılda bir kez ailelerinden alınıp kırlara götürülmeleri ve birbirleriyle kaynaşıp yeni arkadaşlıklar kurmaları arzulanmıştır.

Öğretmenlere İkramiye Vakfı: Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Sultan tarafından kurulan vakıf, bayram hediyesi olarak her Ramazan Bayramı’ndan önce her öğretmene birer maaş tutarında ikramiye vermiştir.

Fakir Kızlara Çeyiz Vakfı: Ayşe Revnak Hanım tarafından kurulan vakfın temel amacı, evlenmek üzere olan fakir kızların çeyizlerinin tamamlanarak düğünlerinin yapılmasıdır. Yapılan masraflardan sonra geriye para kalırsa fakir çocuklara düğün elbisesi alınmış ve o yıl için ayrılan paranın mutlaka o yıl harcanması sağlanmıştır.

Leylek Vakfı: Bu vakıf İzmir Yeni Cami civarındaki leyleklerin beslenmesi için kurulmuş.

Duvar ve Sokak Temizliği Vakfı: Cami, medrese, darütalim ve imaret gibi yapıların duvarlarının pislenmesinin engellenmesi, pislenirse de temizlenmesi için kurulmuştur.