“NE harâbiyim, ne harâbâtiyim; kökü mazide olan atiyim…”
Büyük
şair ve mütefekkir Yahya Kemal Beyatlı’nın yukarıda yer alan sözü, aslında
Hunlardan Göktürklere, Uygurlardan Gaznelilere, Selçuklu’dan Osmanlı’ya iki bin
küsur yıllık medeniyet tarihimizde geçmişe ve geleceğe bakışımızı özetliyor.
Ecdadımız
devletler kurdu, devletler yıktı. Zaferler yaşadı, yenilgiler tattı. Bolluk
zamanları da oldu, kıtlık zamanları da. Ama ne olursa olsun, tarihte hep var
oldu. Allah’ın izniyle var olmaya da devam edecek. Bizler yani kökü mazide olan
atiler, ufka bakarken geçmişten ders alacağız. Mazideki güzellikleri
yaşatacağız. Yaşatacağız ki, geleceğe baktığımızda gözlerimiz kamaşsın, güneş her
daim tepemizde olsun.
Mazinin
tozlu yapraklarını çevirdiğimizde, Osmanlı, illâki önemli bir yer tutuyor.
Nasıl tutmasın? Peygamber sancağını uzunca bir müddet şanı şerefi safiyyih ile
taşımış, üç kıtada hüküm sürmüş, aman dileyene kılıç kaldırmamış, kadına,
çoluğa çocuğa, düşküne dokunmamış, fakir fukarayı doyurmuş, garip gurebanın
hakkını vermiş yüce gönüllü koca bir çınar...
Nimetleri
olduğu kadar külfetlerine de katlandığımız ahir zamanda unutulmaya yüz tutan
bir mefhumu yeniden hatırlatmak istedim kıymetli okuyucularıma. Osmanlı
zamanında toplumsal dayanışma adına teessüs eden önemli bir müesseseyi, “sadaka
taşlarını” birlikte yâd edelim isterseniz…
Parlak
bir ati için maziye kök salan bu güzelliği bir kez daha hatırlayalım.
Sadaka
İnsanoğlu
ister maddî olsun, ister manevî, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için dünya var
olduğundan beri başkalarının yardımına ihtiyaç duymuştur. İnsanların
ihtiyaçlarının giderilmesi hem yüce dinimiz İslâm’ın öngördüğü toplum düzeninin
vazgeçilmez bir parçasıdır, hem de dünyevî anlamda toplum hayatının devamı ve
huzuru için hayatî bir önem taşımaktadır. Kur’ân’da defaatle mümin kulların
birbirlerinin dost ve yardımcıları olduklarına vurgu yapılmaktadır. Günümüzde
her ne kadar birbirimizin dost ve yardımcısı olduğumuzu unutmuş gibi görünsek
de Allah’tan korkan ve kuldan utanan her mümin, ihtiyacı olan diğer insanlara
yardımda bulunma eğilimdedir. Özünde bu duyguyu taşır. Hele salgın hastalık,
kuraklık veya savaş gibi toplum düzenini derinden sarsan olaylar esnasında yardımseverlik
çok daha önemli hâle gelmektedir.
Şeyh
Edebali’nin Osman Gazi’ye verdiği uzun nasihatinde üç kıtaya hüküm sürecek
Osmanlı’nın temellerinin atıldığını biliyordu kuşkusuz. Biliyordu ki, ona “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” dedi.
Bu cümle, cihan devletinin ideolojisini ve amentüsünü oluşturdu yüz yıllar
boyunca. Osmanlı insanı yaşattı, devlet yaşadı. Bu cümle çok önemli; çünkü
kuruluş felsefesini Dîn-i Mübîn-i İslâm’ın temelleri üzerine kuran Osmanlı’da
insan onuru her şeyin üstünde tutulmuştur. Allah’ın yarattığı her kul gibi
fakir insanların da onuru olduğu unutulmamış, onlara yardım ederken hep bu
bilinç ve incelik içinde davranılmaya özen gösterilmiştir.
Sayıları
gün geçtikçe azalan ancak bir zamanlar payitahtta ve Anadolu’nun çeşitli
yerlerinde çok sayıda bulunduğu tahmin edilen sadaka taşları, gayet sade ve
mütevazı olmanın yanında derin mânâlar içermektedir. Çünkü sadaka taşları, Osmanlı
toplumundaki yardımlaşma kültürünün elle tutulur, gözle görülür tezahürlerinden
biridir.
Türk
Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğü’nde, yardımseverlik kavramı “hayırseverlik,
hayırsever olma durumu, iyilikseverlik” olarak tanımlamaktadır. Bu tanımda yer
alan “hayırsever” kavramı, aynı sözlükte iki farklı şekilde ifade edilmektedir.
Bunların birincisi; yoksullara, düşkünlere, yardıma muhtaç olanlara iyilik ve
yardım etmeyi seven, iyiliksever, yardımsever, hayırperver kimselerdir. İkincisi
ise, halkın yararı için okul, çeşme, hastane gibi hizmetler yaptıran kimselerdir.
İngilizce
karşılığı “philanthropy” olan bu
terimin Türkçedeki karşılığı hayırseverlik olmakla birlikte, aslında bu
kelimenin tam anlamını karşılayamamaktadır. Dilimizde hayırseverlik veya
yardımseverlik, çoğunlukla tarihî gelişimi sebebiyle bireylerin dinî, vicdanî
veya duygusal güdülerinden hareketle yapılan yardımları çağrıştırmaktadır. Ancak
uluslararası düzeyde philanthropy
terimi, bu çağrışımlardan ziyade birey ve kurumların içinde bulundukları
toplumların refah seviyesini yükseltmek amacıyla (çoğunlukla sivil toplum kuruluşlarına
ve stratejik bir plânla) bağışta bulunmaları şeklinde tanımlanmaktadır.
Görüyorsunuz ya, medeniyetimizi üzerine inşâ ettiğimiz “hayırsever ve
yardımsever” kelimelerinin İngilizcede doğru düzgün bir karşılığı dahi bulunmamaktadır.
Bireyleri
yardımseverliğe yönlendiren en önemli neden, kuşkusuz dinî inanca dayanan
nedenlerdir. İslâm dinine göre zenginlerin mallarında muhtaç insanların hakları
vardır. İslâmî bir yardımlaşma kurumu olan zekât, bu kişilere haklarını vererek
“malı temizlemek” anlamına gelir. Aslında burada zekâtı verene de, alana da
mesaj vardır. Bu mesaj, zenginliği dolayısıyla zekât veren kişinin
kibirlenmemesi, zekâtını verirken ona göre davranması, Allah’a malı mülkü için
şükretmesi; zekât alan içinse kendine zekât verene karşı teşekkür etmesi, ama
hepsinden önemlisi bu müessese için Rabbine karşı duyduğu minnet duygusunu
içerir. Ramazan Bayramı’nda yoksul Müslümanların ihtiyaçlarını karşılamak,
onların bayram sevincine katılmalarını sağlamak ve oruçlarını rahat bir şekilde
tutabilmelerine yardımcı olmak için verilen fıtr sadakası da İslâm dinine
dayanan güzel bir ibadet çeşididir.
Yardımseverlik
kavramının dünyevî boyutları da vardır. Her şeyden evvel yardımseverliği
bireysel yardım ve kurumsal yardım olarak ikiye ayırabiliriz. Özellikle
bireylerin aile yakınları, komşular ya da tanımadıkları bireylere ya da
kurumlara yaptıkları her türlü bağış, yardım, iyilik, destek gibi bağışlar
bireysel yardımlardır. Bu tür yardımlar bireylerin dinî, vicdanî ya da duygusal
olarak yaptıkları yardım faaliyetleridir. Kurumsal yardım ise işletmelerin
toplumun refahını arttırmak amacıyla bir vakfa bağlı bir biçimde
gerçekleştirdikleri yardımlardır. Bu yardım türü bazen kâr amacı gütmeyen
herhangi bir vakfa, bazen de bilinen veya bilinmeyen belirli kişilere yapılan
gönüllü bağışlar şeklinde gerçekleşmektedir.
Aslında kurumsal yardımın temelinde de bireysel yardım yatmaktadır. Bu amaçla öncelikle bireyleri yardıma yönelten nedenlere bakılmalıdır. Bu nedenlerin ilkini psikolojik nedenler oluşturmaktadır. Psikolojik rahatlama, mutlu olma, suçluluk duygusunu bastırma, paylaşma, iyilik yapma, topluma katkı sağlama gibi davranışlar gösteren birey, hayır işleyerek deyim yerindeyse ruhunu rahatlatır. Meselâ, yardım kermeslerinde satılmak üzere tüketim malzemesi bağışında bulunanlar, dinî duygu birikimi ve grup içi dayanışma duygularının dışavurumuna aracılık ettiği oranda vicdanî bir rahatlama sağlamakta ve bu tür organizasyonlara daha fazla katılım için motive olmaktadırlar.
Yardımlaşma
ve paylaşma sosyolojisi
Yardım
etmenin diğer bir nedeni de kültürel yapıdır. Aile büyüklerinden öğrenilen
yardımseverlik, sonraki kuşaklar tarafından devam ettirilmektedir. Osmanlı
toplumunda şehir meydanlarına, camilerin, imaretlerin veya çeşitli hayır
hizmeti veren binaların avlularına veya yalınlarına yerleştirilmiş sadaka taşları bunun güzel bir
örneğidir.
İbn-i Haldun, meşhur eseri Mukaddime’de, toplumların maddî kültür
değerlerinin yanında manevî kültür değerlerini de ayrıntılı olarak ele almış,
bir toplumun gücünde ve ömrünün süresinde manevî değerlerinin yani zihniyeti
oluşturan değerlerin belirleyici olduğu sonucuna varmıştır.
Sözlükte
“gerçek olmak, doğruluk” gibi anlamlara gelen ve “sıdk” kökünden türeyen
sadaka kelimesi, İslâm inancına göre Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için
ihtiyaç sahiplerine yapılan gönüllü veya zekât gibi dinen yapılması zorunlu,
nakdî ve aynî yardımları ifade eder. İnsanlığın doğasında bulunan yardımlaşma
ve muhtaç olana yardım etme duygusu dinî bir kaideye bağlanarak zorunluluk hâline
getirilmiştir. “Zorunluluk” deyince kimseler ürkmesin, bu zorunluluk, hayırlı
ve güzel bir zorunluluktur. Fakirin fukaranın hakkını gözetir. Toplumsal
dayanışmayı pekiştirir. Adil bir düzen kurulmasına yardımcı olur.
Osmanlı
toplumunda varlıklı insanların ihtiyacı olan insanlara yardımcı olması için
geliştirilen çok sayıda ve farklı yöntemlerle hizmet veren yardım kurumu
mevcuttur. Halk tarafından kurulan çeşitli vakıflar aracılığı ile insanların
hizmetine sunulan binek taşları, mola taşları ve sadaka taşları gibi eserler
insanı hayrete düşürecek türden çok ilginç örneklerdir. Osmanlı toplumu,
vakarından dolayı fakirliğini gizleyenlere, ihtiyaçlarını kimseye açamayanlara,
alan el olmanın mahcubiyetini yaşatmamak ve onları istemek zorunda bırakmamak
için gayet zarif bir yardım yolu olarak sadaka taşını geliştirmiştir.
Müslüman
toplumlarda, hemen her dönemde sadakanın insan onurunu kırmayacak biçimde
verilmesine büyük önem verilmiştir. Bu yapılırken dilenme ve dilencilik insan
onuruna uygun görülmemiştir. Osmanlı toplumunda sadak taşı, sadak çukuru, zekât
kuyusu, zekât taşı ve hayrat deliği gibi muhtelif isimlerle bilinen ve Tanzimat
dönemine kadar da yaygın olarak kullanılan bu yardımlaşma uygulaması, insan
onurunu kırmadan yardımlaşmayı sağlamak amacıyla geliştirilmiş bir yöntemdir.
Osmanlı,
iffet ve hayâsından dolayı fakirliğini gizleyenler, onur ve vakarından dolayı
ihtiyaçlarını kimseye açamayanlar için ince ve farklı yardım ve himaye yöntemleri
bulmuştur. Fakir fukara için gayet zarif yardım şekilleri geliştirmiştir.
Böylece alan el hicaptan, veren el de gurur ve riyadan korunmuştur. İşte her
türlü tebrik ve takdire lâyık yardımlaşma vasıtalarından biri, hatta bir bakıma
birincisi sadaka taşlarıdır.
Sadaka taşları, genellikle birkaç sokağın birleştiği bir köşede, imaret veya diğer sosyal yardım kurumlarının yakınlarında, tekke, dergâh, zaviye, mezarlık, türbe gibi yerlerin yakın çevresinde ve mescit, cami gibi ibadethanelerin yakın çevresinde bulunmaktadır. Sadaka taşları aracığı ile çoğunlukla nakdî yardım yapılsa da bazen aynî yardım da yapılmıştır. Nakdî yardım, isminden mütevellit, gelir durumuna göre altın, gümüş, sikke ya da madenî para bırakılarak yapılırdı. Aynî yardım ise giyim kuşam eşyaları ve çeşitli besinler bırakılarak yapılıyordu. Fakirler sadaka taşında birikenlerden sadece ihtiyacı olan şeyleri ve muhtaç olduğu miktar kadarını alarak kalanını başkalarına bırakmaya özen göstermişlerdir. Bu kanaat ve diğerkâmlık her türlü takdire lâyıktır.
Yaşayan
sadaka taşları
Maalesef
günümüzde sadaka taşlarının büyük kısmı bir kenarda unutulmuştur. Bir kısmı da
değişen dünya şartları ve sosyal, kültürel hayat sebebiyle kullanılmaz hâle
gelmiştir. Kullanılmadıkları için neye yaradıkları bilinmediğinden, kıymeti ve
görevi anlaşılamayan bu fazilet abidesi sadaka taşlarından mevcut olanlarının
koruma altına alınması gerekmektedir.
Eski
İstanbul’u, İstanbulluları, eski mahalleleri ve mahalle kültürünü “Üsküdar Ah Üsküdar” adlı eserinde
şiirsel bir üslupla dile getiren Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre, vakt-i zamanın Üsküdar’ında
sadaka taşlarını bakın nasıl anlatıyor: “Üsküdar’da
bazı mahallelerde sadaka taşı bulunurdu. Mahalle sakinleri yatsı namazına
camiye giderken taşın kovuğuna bir miktar para bırakırlardı. Yatsı namazından
sonra camiden ihtiyacı olanlar en son çıkar ve taşın yanından geçerken taşın
kovuğuna ellerini daldırarak bir miktar para alırlardı. Kimse paranın hepsini
kaldırmayı düşünmezdi. Ertesi günün ekmek parasını almak onlara yeterdi. Öyle
ki, ertesi sabah sadaka taşında hâlâ para kalmış olduğu dahi vâki idi. Üsküdar
ahalisi sokağa çıkarken fakirlere vermek üzere cebinde daima bozuk para
bulundururdu. İsteyene sadaka mutlaka verilirdi. Fukara, sarhoş bile olsa, asla
tahkir edilmezdi. Sarhoşa nasihatin tesir etmeyeceğini iyi bilen Üsküdarlılar
yalnızca, ‘Allah ikrahlığını versin, umurunu hayra tebdil etsin, evlâdım’ diye
dua eder, cevap olarak da ‘Âmin efendim, Allah sizden razı olsun’ duasını
alırlardı...”
Peki,
neredeydi bu sadaka taşları? Sadece İstanbul’da mıydı? Tabiî ki hayır. Osmanlı
başkenti olan İstanbul’un hemen hemen her semtinde bulunan sadaka taşlarına
Anadolu’nun eski yerleşim yerlerinde de rastlamak mümkündür.
İstanbul
Üsküdar Doğancılar’daki İmrahor Camiî yanında, Sultan Türbesi karşısında
bulunan Fethi Ahmet Paşa Camiî yanında, Karacaahmet’te Aşçıbaşı Camiî avlusunda,
İstanbul Fatih’teki Mehmet Ağa Camiî avlusunda, İstanbul’un Kocamustafapaşa
semtinde bulunan Sümbül Efendi Camiî avlusunda, Süleymaniye Camiî avlusunda,
Yeni Camiî avlusunda, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinin Karaköy semtinde bulunan
Arap Camiî’nin avlusunda, Laleli Camiî’nin avlusunda, Nuruosmaniye Camiî’nin
avlusunda, İstanbul’un Eyüp ilçesinde bulunan Cafer Ağa Medresesi avlusunda
sadaka taşları mevcuttur.
Anadolu’da
ise Kayseri Yahyalı’daki Ulu Camiî’de, Ankara’daki Kesikbaş Türbesi’nin
kuzeybatısında, Ankara’daki Yeşil Ahi Camiî’nin avlusunun içinde, Ankara’daki
Hacı Bayram Veli Türbesi’nin içinde, Ayaş Ulu Camiî’nin batı kapısının yanında,
Lüleburgaz Sokullu Mehmet Paşa Camiî’nin son cemaat yerinin hemen önünde, Sivas
Kale Camiî’nin kuzeydoğusunda, Bafra Büyük Camiî’nin avlu giriş kapısının
yanında, Yozgat Çapanoğlu Camiî’nin avlusunun kuzeydoğu dış köşesinde, Salihli
Camiî’nin kuzeydoğu dış köşesinde, Çankırı’daki Çivitçioğlu Medresesi’nin giriş
kapısının hemen sağ tarafında ve Çorum’daki Dördüncü Murat (Ulu) Camiî
avlusundaki şadırvanın hemen önünde bulunan sadaka taşları, Anadolu’daki
toplumsal dayanışmanın ve irfan medeniyetinin güzel örneklerindendir.
Osmanlı
toplumunda dinî kural ve kaideler, hayatın neredeyse tamamını kaplamıştır.
İnsanlar günlük işlerini yaparken, çarşıda, mahallede ve evde davranışlarını
dinî esaslara göre düzenlemeye özen göstermişlerdir. Muhtaç olana yardım elinin
uzatıldığı sadaka taşları, medeniyetimizin ve dinimizim insana verdiği değeri yansıtan
en önemli maddî kültür unsurlarından biridir. Sadaka taşları Osmanlı toplumunun
zihniyet dünyasının dışavurumudur âdeta. Bu uygulama, insanın ne kadar
incelebileceğini göstermesi açısından son derece güzel bir örnektir.
Bazen bir duvara örülmüş, bazen bir cami avlusunda, bazen de bir sokak ya da meydanda karşımıza çıkan bu sade ve mütevazı sadaka taşları, kendine ve kültürüne yabancılaşmış bir toplumun sessiz şahitleri olarak durmaktadırlar. Osmanlı Devleti’nin hâkim olduğu coğrafyada yaygın olarak kullanıldığı anlaşılan ve günümüzde korunması gerekli kültürel varlıklar arasında anılan sadaka taşları, Osmanlı toplumunda, mutluluğu başkalarını mutlu etmekte bulan insanların varlığının sessiz tanıklarıdır âdeta.
İnceliğin
kültür nakşı
Türkçede
“kaş yaparken göz çıkarmak” diye bir
deyim vardır. Yani iyi de olsa bir şey yaparken bir zarara neden olmamak
gerekir. Bir insanın maddî ihtiyacını giderirken onun kişiliğine zarar verici
davranışlardan kaçınmak gerekir. Osmanlı toplumunda buna her semtin muhtelif
yerlerine yerleştirilen sadaka taşları bu iş için harika bir çözüm olmuştu.
Sadaka taşları maddî yönüyle son derece sade, taşıdığı anlam ve yerine
getirdiği işlev açısından Osmanlı medeniyetinin zirve noktalarından biridir.
Bir bölgede sadaka taşı olması, fakiriyle zenginiyle o bölgede yaşayan
insanların zihniyetini ve dayanışmasını ortaya koyması bakımından çok
önemlidir.
Dış
görünüşü genelde çok sade olan sadaka taşları, genel olarak bir buçuk iki metre
yüksekliğinde, otuz santimetre çapında, en üstünde bir elin girebileceği kadar
bir çukurluk bulunan mermer veya taştan yapılardır.
Bu
taşlar sokak başlarına, mahalle meydanlarına ve cami avlularına
yerleştirilmişlerdir. Buraya zenginler para bırakmak, fakirler de ihtiyacı
kadar para almak için gelmişlerdir. Buraya para bırakan kadar, oradan para
alanlar da onurlu ve ince insanlardır. Derdini kimseye açamayan, gerçekten
ihtiyaç sahibi bir kimse, ihtiyacı olunca oraya gelir ve kimsecikleri rahatsız
etmeden oradaki paradan bir günlük ihtiyacını karşılayacak kadar parayı alır ve
rızkını aramaya devam ederdi. İhtiyacından fazlasını almazdı; çünkü o bilirdi
ki, ihtiyacı olursa yarın da orada o para olacaktır ve yine biliyordur ki,
kendisi gibi ihtiyacı olan başka insanlar da vardır. Şu inceliğe, naifliğe
bakar mısınız?
Toplumda
yapılan iyilikler bu anlayış içinde olunca, başa kakma ve yaptığı iyilikten
dolayı başkalarına üstünlük taslama gibi sorunlar yaşanmıyordu. Diğer taraftan,
yardımda bulunan varlıklı insanlar yardımda bulundukları kimselerin herhangi
bir mahcubiyet hissetmemeleri için son derece hassas davranmışlardır.
Bir
zamanlar sadece İstanbul’da yaklaşık 170 adet sadaka taşının olduğu
bilinmektedir. Sadaka taşları, halkın kolayca ulaşabileceği yerlerde
bulunurlardı. Bunlarla ilgili müstakil vakıflar kurulduğu, sadakaların günlük
olarak takip edildiği ve bu taşların muhafazasıyla görevli kişilerin bulunduğu
bilinmektedir.
Sadaka
taşlarının, medeniyetimizdeki yardımlaşma örneklerinden biri olan “askıda ekmek”
uygulaması kadar bilinmemesi veya anlatılmaması, yapısı ve işleyişindeki tevazuun
bir tezahürü olsa gerek. Gösterişten uzak yapısı ve kullanım şekli ile fazla
detaya sahip olmayan bu mermer sütunlar, Osmanlı toplumunun yardım konusunda
ihtiyaç sahibini rencide etmemek adına ne derece hassas olduğunun bir delilidir.
Askıda ekmek uygulaması da oldukça hoş ve güzel bir müessesedir, lâkin askıya
ekmek bıraktığınızı dükkân sahibi bilmektedir. Oysa sadaka taşlarındaki hayrın
ve yardımın yegâne şahidi Allah’tır.
Kaynakça
Prof. Dr. A. Y. Özemre, Ah Üsküdar Ah, Kaknüs
Yayınları, İstanbul 2002.
E. Çetin, Bir Sosyal Yardımlaşma Pratiği
Olarak Askıda Kahve ve Sadaka Taşı, Akademik Bakış Dergisi Sayı: 41, Celalabat-Kırgızistan
2014.
N. Sevim, Medeniyetimizde Toplumsal
Dayanışma ve Sadaka Taşları, Kitap Dostu Yayınları, İstanbul 2009.
S. Kiraz, Osmanlı’da Sadaka Taşları, Balkan
Sentezi Bülteni sayı: 51, İstanbul 2007