Osmanlı’da kimsesiz çocukların topluma kazandırılmasında model bir kurum: Islahhaneler

Islahhane, Osmanlı’da kimsesiz ve fakir çocuklara meslekî eğitim vermek üzere kurulan, daha sonraki dönemde sanat mektepleri hâline dönüştürülen kurumlardı. Islahhaneler, günümüzdeki meslekî teknik okulların yanı sıra çocuk ıslahevlerinin de nüvesi sayılabilecek nitelikteydi.

İKBÂLİMİZ ve istikbâlimiz çocuklar... Bir medeniyetin gücü, çocuklarını nasıl yetiştirdiğine bağlı olarak şekillenir. Zira çocuklarını sağlıklı ve bilgili yetiştirmeyen millet, temeli çürük bina gibidir. Bu hakikate binaen tarih boyunca her medeniyet, bekâsının sigortası olan sağlıklı ve bilgili nesiller yetiştirmeyi kendisi için temel vazife saymıştır.

Çocukların daha anne karnından itibaren takibi, doğan çocukların beslenmesi, büyütülmesi ve eğitimleri için sağlanan imkânlar devletlerin gelecek plânlamalarında başat unsurdur. Ancak şu da acı bir hakikat ki, geçmişten günümüze, başta harpler olmak üzere diğer toplumsal ve doğal nedenler neticesinde korunmaya muhtaç ve kimsesiz çocukların varlığı, toplumların kanayan yarası olagelmiştir.

Özellikle İslâm hukukunun çocukların toplumdaki önemine dair hükümleri, Osmanlı’da çocukların himayesi noktasında ortak bir düşüncenin oluşmasını sağlamıştır. Osmanlı’nın inkişaf çağlarında kimsesiz çocuklar başta olmak üzere, fakir ahalinin korunmasında vakıflar kusursuz bir rol üstlenmişlerdir. Ancak zaman içerisinde muhtelif nedenlerle bozulmaya yüz tutan bu kurumlar toplumsal fonksiyonlarını yerine getirmede yetersiz kalmıştır.

Tanzimat döneminden itibaren vakıfların rolünü resmî kurumlar ve cemiyetler üstlenmişlerdir. Bu bağlamda kimsesiz ve fakir çocukların korunmasının devlet güvencesi altına alınmasına dair ilk adımlar 1851 yılında Eytam Nizamnamesi’nin yayımlanmasıyla atılmıştır. Osmanlı döneminin sonuna kadar yetim, kimsesiz ve fakir çocukların resmî düzeyde himayesi maksadıyla çok sayıda yasal düzenlemenin yanı sıra kurumlar da teşekkül etmiştir ki bu kurumların öncüsü “ıslahhane”lerdir.  

1863 yılında Niş’te ıslahhanenin açılması ile başlamış olan çocuk himayesine dair ilk resmî gelişme, daha sonra Osmanlı’nın birçok vilâyetine yayılmıştır. Osmanlı’da meslekî teknik eğitiminin de doğuşuna öncülük etmiş olan ıslahhanelerin teşekkülünden başka yetim Müslüman çocuklarını okutmak için 1873’te İstanbul’da Darüşşafaka kurulmuştur.

Sivil ve parasız bir mektep olan Darüşşafaka’da öğrenim gören çocuklara devlet kademelerinde görev verilmiştir. 1896’da kimsesiz çocukları, yaşlı ve muhtaçları barındırmak amacıyla İstanbul’da açılan Darülaceze de öncekilerle aynı maksada matuf bir kurumdur. Bundan bir süre sonra, son dönemdeki harplerde kimsesiz kalan, bilhassa şehit çocukları olmak üzere himaye edilmeye muhtaç binlerce çocuğun barınma, beslenme ve eğitimini sağlamak amacıyla 1914 yılı sonlarında Osmanlı coğrafyasının birçok noktasında “Dârüleytam” adı verilen yetimler yurtları açılmıştır.

1917 yılında ise savaşlarda ailelerini kaybeden kimsesiz çocukların himayesi amacıyla İstanbul’da Himaye-i Etfal Cemiyeti kurulmuştur. Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi Yeni Türk Devleti de nüfusu artırma ve koruma politikalarına önem vermiştir. Zira Yeni Türk Devleti, sağlıklı nüfus artışı sayesinde sağlam temellere dayanabilirdi. Cumhuriyet dönemi başlarında nüfusu artırma ve sağlıklı çocuk yetiştirme politikalarına önem verilerek bu konu bir millî ödev algısına dönüştürülmüştür. Bu maksatla ülkenin birçok yerinde Doğum ve Bakım Evleri açılmış, Devlet, fakir ve kimsesiz çocukların himayesini üstlenmiştir. Osmanlı döneminde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de Devlet’in çocuk yetiştirme ve himaye politikası toplumda dil, din, ırk ayrımı gözetilmeden uygulanmıştır.

Buraya kadar verdiğimiz Osmanlı dönemi ve erken Cumhuriyet döneminde kimsesiz çocukların himaye politikaları ile bu kapsamda teşekkül etmiş kurumlara dair genel malûmattan sonra “Islahhane” denilen kurumun amacı, yapısı ve toplumsal fonksiyonuna dair biraz daha ayrıntıya girelim.

Islahhanenin içeriği, amacı ve görevlerine dair

19’uncu yüzyıl ortalarından itibaren Osmanlı Devleti’nde eğitim, bir kamu hizmeti olarak gündeme gelmiştir. Bu bağlamda 1857 yılında Maarif-i Umumiye Nezareti kurulmuş, 1869 tarihli nizamname ile de eğitim bir bütün olarak düzenlenmiştir. Tanzimat idealinde eğitime biçilen rol, siyasal birliğin korunmasından toplumsal refahın sağlanmasına kadar geniş bir yelpazeye teşmil edilmiştir.

Toplumun terakkisi için çocukların eğitilmesi, bilim ve sanatın teşvik edilmesi sağlanırken meslek sahibi olamamak, başıboşluk ve tembellik hem asayiş ve kamu güvenliği, hem de toplum ahlâkı için tehdit olarak algılanmıştır. 1860’lardan itibaren ıslahhanelerin kurulma sebeplerinin başında işte bu ideal yani çocuklara meslek edindirerek onları topluma kazandırma amacı yer almıştır.

İlk ıslahhane, 1863 yılında Tuna Valisi Midhat Paşa tarafından Niş şehrinde kurulmuştur. Midhat Paşa’nın ahaliden toplayarak “ıslahhane sandığı”nda biriktirdiği para ile kurulan ilk ıslahhane, yetim ve öksüz veya aileleri kendilerine bakamayacak kadar fakir olan Müslüman ve gayrimüslim çocuklara temel eğitim vermenin yanı sıra onlara meslek kazandırmayı amaç edinmiştir. Avrupa’da kimsesiz çocuklar için yetimhane ve ıslahhane benzeri kurumlar bizden çok önceleri, 19’uncu yüzyılın başından itibaren teşkil edilmişti. Özellikle Almanya ve Fransa’daki ıslahhane benzeri eğitim kurumlarındaki kimsesiz çocukların sanatlarıyla geçimlerini sağlayacakları için bu kurumlarda uzun teorik eğitim almaları yerine ömür boyu meşgul olacakları mesleklerde uzmanlaşmalarına öncelik verilmiştir. 

Islahhane, Osmanlı’da kimsesiz ve fakir çocuklara meslekî eğitim vermek üzere kurulan, daha sonraki dönemde sanat mektepleri hâline dönüştürülen kurumlardı. Islahhaneler, günümüzdeki meslekî teknik okulların yanı sıra çocuk ıslahevlerinin de nüvesi sayılabilecek nitelikteydi. Bu kurumların Osmanlı toplumundaki temel işlevi, fakir ve kimsesiz çocukların devlet kontrolünde ve sağlıklı bir ortamda büyümelerini sağlamaktı.

1871’de ilân edilen Islahhane Nizamnamesi ile bütün ıslahhanelerin teşkilatı tek çatı altında toplanmıştır. Islahhanelerin iç idaresi iki başlık altında toplanıyordu. Biri çocukların eğitim ve öğretimi, disiplini, beslenmesi ve giyimiyle bunlara ait masrafların karşılanması; diğeri de ıslahhanelerdeki imalât işleriydi. 

Nizamnameye göre, ıslahhanelere -inanç farkı gözetilmeden- 5 ilâ 13 yaşları arasındaki kimsesiz yetim ve öksüz çocuklar, çocuğa bakamayacak derecede fakir olan ailelerin çocukları ve işledikleri suç nedeniyle hapsedilmesi gerekirken hapishanelerde kalmaları uygun görülmeyen on üç yaşından küçük çocuklar kabul ediliyordu. Bunların dışında, anne, baba veya akrabaları bulunan çocuklar da boş yer bulunması ve çocuğun yıllık masraflarının ailesi tarafından ödenmesi şartıyla ıslahhanelere kabul ediliyordu.

Öğrenci sayısı ıslahhanenin sahip olduğu imkânlara göre değişiyordu. Islahhaneye geldiği ilk hafta hangi mesleğe kabiliyetli olduğunun tespitine dair bazı denemelere tâbi tutulan çocuk, denemeler sonunda kabiliyetine uygun bir mesleğe yönlendiriliyordu. Islahhanelerde temel dinî bilgilerin yanı sıra ahlâk, edebiyat, yazı ve hesap dersleri okutuluyordu. Çocuklar mensup oldukları dine göre öğretmenlerden ders alıyorlardı. Meslek dersi hocaları, ıslahhanenin bulunduğu yerde o mesleği en iyi icra eden ustalar arasından seçiliyordu.

Islahhanelerde eğitim süresi beş yıldı. Bu kurumların asıl hedefi, eğitim süresi içerisinde her çocuğa bir sanat öğretmek olduğundan kurumda teorik eğitim yüzeysel tutuluyordu. İlkokul ve ortaokul kademelerini kapsayan erkek ve kız ıslahhanelerinde temel dinî ve teorik bilgilerin yanı sıra dikiş, örgü, dokuma, işleme, resim, çiçek yapma, boyama, dericilik, dokumacılık, terzilik, kunduracılık gibi geniş bir yelpazede meslekî bilgi veriyordu.

Islahhaneler, çocukların kalfalık düzeyinde eğitim alarak maddî açıdan yeterli insanlar hâline gelmelerini sağlarken, küçük yaşta suç işleyen çocukların büyüklerin kaldığı hapishanelere konulmak yerine emsalleriyle kaynaşarak nitelikli bireyler hâline gelmelerine imkân veren sosyo-ekonomik bir rol üstleniyordu. Öğrenciler ıslahhanede bir taraftan meslek öğrenirken, diğer taraftan bilhassa ordunun kundura ve giyim ihtiyaçlarını karşılıyorlardı. Böylece hem ordunun ihtiyaçları daha ucuza temin edilmiş, hem de oluşan sermaye ile ıslahhanelerin giderleri karşılanmış oluyordu.

Erkek ıslahhanelerinde, sonraki yıllarda ihtiyaca göre başka dallarda da eğitim verilmeye başlamıştır. Bu meslekler arasında demircilik, marangozluk, matbaacılık ve ciltçilik yaygındı. Öğrenciler bu mesleklere dair bazı uygulamaları vilâyet matbaası, demirhane ve vilâyet kalemlerinde yapıyorlardı. Kız ıslahhanesindeki öğrenciler ise sonraki yıllarda dikiş ve nakış gibi mesleklerin yanında piyano eğitimi alıyorlardı.

Islahhanelerde eğitimini tamamlayarak diploma alan öğrenciler yevmiye ile veya sözleşmeli olarak ıslahhanelerin işyerlerinde çalışma hakkına sahip oluyorlardı. Dükkân açmak isteyenlere ıslahhaneden borç verilmek suretiyle yardımcı olunuyordu. Dükkân açanlar, mahallî idareler vasıtasıyla kontrol altında tutuluyor, işinde herhangi bir suiistimali görülenler hakkında gerekli tedbirler alınıyordu.

Islahhanelere bir bakıma, Selçuklu dönemi Ahî ve Osmanlı dönemi Lonca teşkilatlarının esnaf ve zanaatkârlar üzerinde oynamış olduğu rol yükleniyordu. Zira bir taraftan liyakatli meslek erbabı ile eleman ihtiyacının karşılanması plânlanırken, diğer taraftan insanların toplumsal değerlere bağlı, dürüst birer esnaf olmaları hedefleniyordu.

Islahhaneler, Müslüman ve gayrimüslimlerin bir arada eğitim gördükleri karma eğitim sistemine geçişte önemli bir vazife üstlenmiştir. Müslim ve gayrimüslim çocukların bir arada eğitim görmesi ilk olarak ıslahhanelerde uygulanmıştır. Osmanlı’nın farklı unsurları arasında birliktelik duygusu ve kültürünün oluşturulmasına eğitim aracılığı ile ulaşılabileceğini düşünen Osmanlı idarecileri, bu uygulama örneğinden hareketle farklı cemaatlerden gelen çocukları bir arada eğitmek amacıyla 1868 yılında Mekteb-i Sultani’yi açmışlardır. Bu bakımdan Tuna Valisi Midhat Paşa’nın Tuna vilâyetindeki uygulamaları için “Osmanlıcığının laboratuvarı” benzetmesi çok manidardır.

Dünden bugüne ıslahhane vizyonu

Türkiye’de hem meslekî teknik eğitimin, hem de himayeye muhtaç çocukların gelişimi bakımından önemli bir yere sahip olan ıslahhaneler, 1863 yılında ilk defa Niş’te kuruluşundan kısa süre sonra Osmanlı coğrafyasında hızla yaygınlaşmıştır. 1867’den itibaren Sofya, Kastamonu, Bursa, İşkodra, Sivas, Edirne, İzmir, Halep, Bosna, Trabzon, Erzurum, Diyarbakır, Konya ve Selânik’te birer ıslahhane açılmıştır. Sadece erkek çocuklara mahsus olan bu ıslahhaneler dışında Tuna Valisi Midhat Paşa, 1868’de Rusçuk’ta kız çocukları için de bir ıslahhane açmıştır. 1868’de İstanbul Sultanahmet’te açılan Mekteb-i Sanayi ile 1869’da Yedikule’de açılan Kız Mekteb-i Sanayii de yine yetim, öksüz ve kimsesiz çocuklara meslekî teknik eğitim vermek amacıyla kurulmuştu. Bu mektepler ıslahhanelere göre daha gelişmiş durumdaydı. İkinci Abdülhamid Han devrinde diğer vilâyetlerdeki ıslahhaneler de sanayi mektebi hâline getirilmeye başlandı.

Bazı vilâyetlerde “Sanayihane”, “Mekteb-i Ulûm-ı Sanayi” ve “Islahhane Dairesi” olarak da adlandırılan ıslahhaneler, Sultan İkinci Abdülhamid devrinde, 1885’ten itibaren “Hamidiye Mektebi-i Sanayii” ya da “Mekteb-i Sanayi” olarak adlandırılmaya başlandı. 1903 yılında Osmanlı coğrafyasında bulunan toplam on dört sanayi mektebinde, çoğunluğu Müslüman erkek yetimlerin oluşturduğu  bin 406 çocuk eğitim görüyordu.

Osmanlı’nın son döneminde ıslahhanelerin sanayi mekteplerine dönüştürülmesinden sonra, Cumhuriyet döneminde ise bu sanayi mektepleri “Sanat Okulları” hâline getirilmiştir. Islahhanelerin suçlu çocuklar ile ilgili fonksiyonunu Cumhuriyet döneminde Çocuk Islahevleri karşılarken, yetim ve öksüz çocuklar için de Yetiştirme Yurtları teşkil edilmiştir.

Netice olarak, toplumların ve devletlerin bekâsı, ideallerine bağlı nesil yetiştirmekle sıkı irtibat içerisindedir. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” düsturunun derin anlamının bir boyutu da şüphesiz ki bir medeniyetin kendi çocuklarına biçtiği değer kadar güçlü ve uzun olacağını ifade eder.

Osmanlı’da 19’uncu yüzyıl ortalarına kadar vakıflar vasıtasıyla yürütülen kimsesiz çocukların himayesi, Tanzimat’tan itibaren yeni bir boyut kazanan toplum algısı içerisinde yeniden şekillenmiştir. 1860’larda kurulan ıslahhaneler, yetim ve fakir çocukların hem nitelikli bireyler olarak topluma kazandırılması, hem de suça bulaşmamaları noktasında bir kontrol mekanizması olarak misyonunu tamamlayıp bayrağı Cumhuriyet dönemi kurumlarına devretme başarısını göstermiştir.