KANDİL geceleri, hem
kadim dinimizde, hem de beşerî hayatta önemli bir yer tutar. Bu mübârek geceler,
ibadetle meşgul olunduğu kadar aile büyüklerinin hatırlanması açısından da
önemlidirler. Annelerin ve babaların elleri öpülür, uzaktaysalar telefon ile
kandilleri kutlanır. Uzun süredir sesi duyulmayan hısım ve akrabanın -kandil
bahane edilerek- hâli hatırı sorulur, gönlü alınır.
İster
çocuk yaşta olalım, ister yetişkin, isterse yaşlı, kandil geceleri efsunludur.
Kandillerden yansıyan o ulvî ışık kalplere huzur verir. İbadetlerin,
hüsnüniyetin, samimiyetin Allah katında misliyle ödüllendirildiği kandil gecelerinde
eller semaya açılır, af ve mağfiret dilenir.
Kandiller,
Müslümanların günahlarından arınma maksadıyla Allah’a yöneldikleri, oluşan
manevî rüzgârın da etkisiyle merhametin, yardımlaşmanın ve dayanışmanın
ziyadesiyle arttığı nev-i şahsına münhasır gecelerdir. Yalnızca etrafına ışık
vermez minare kandilleri, gönülleri de aydınlatırlar.
Altı
yüz küsur sene boyunca Dîn-i Mübîn-i İslâm’ın sancağını alnının akıyla taşıyan ecdadımız
Osmanlı’da dinî günlerin ve mübârek gecelerin lâyıkıyla eda edilmesi büyük önem
arz etmiştir. Ramazan ve Kurban Bayramlarının yanı sıra Hicrî takvimdeki
sırasına münhasıran Mevlid, Miraç, Berat ve Regaib Kandilleri ile Kadir Gecesi’nde
bu vakitlerin önemine binaen, dinî hassasiyetler ölçüsünde kutlama etkinlikleri
düzenlenmiştir. Düzenlenen kutlama törenlerine devlet yöneticileri ve halk büyük
ihtimam göstermiş, Müslümanlar bu hayırlı geceleri ibadetle geçirmeye çalışmışlardır.
Öyle ki, bu gecelerin ibadetle doldurulması ve hayırlar işlenmesi âdet hâline
gelmiştir.
İstanbul’un
büyük camilerinde ve mescitlerinde minarelerde kandiller yakılmıştır bu
gecelerde. Ayrıca camilerde, mescitlerde ve bazı dergâhlarda Mevlid-i Şerif ve Miraciye
okunması âdet hâline gelmiştir. Kandil gecelerinde halkın da evlerinde
kandiller yaktıkları görülmüştür. Kandil günlerinde börek, simit ve çörek
yapılması bir teamül hâline gelmiştir.
Halkın
camileri doldurup ibadet ettikleri bu önemli gecelere devlet erkânı da
katılmıştır. Toplumun maneviyatını arttıran kandil gecelerinin kutlanmasında
günahlardan arınma, bağışlanma ve Allah’ın rızasını kazanma düşüncesi etkili
olmuştur.
Peki,
hiç merak ettiniz mi, Mevlid, Miraç, Berat ve Regaib Kandilleri ile Kadir Gecesi’nin
hepsini birden adlandırdığımız “kandil” isminin alâmet-i farikası nedir? Bu
isim nereden gelmektedir? Öyle ya, Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de “kandil
gecesi” diye bir bahis yoktur. Yalnızca bin aydan hayırlı Kadir Gecesi’nden bahseder
Kur’ân. Biz bu kutsal gecelere niçin “kandil” diyoruz?
Osmanlı’nın
mübârek gün ve geceler hakkındaki hassasiyeti
Bu
sorunun yanıtını bulmak için İkinci Selim dönemine kadar gitmemiz gerekiyor.
Osmanlı
Devleti’nde kandil kutlamalarının ilk olarak ne zaman başladığı tam olarak
bilinmemektedir. Ancak İkinci Selim’in hüküm sürdüğü 1566-1574 yılları arasında
camilerin aydınlatılıp minarelerde kandillerin yakıldığı bilinmektedir.
Âlemlere
rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in (sav)
dünyaya teşriflerinin idrak edildiği Mevlid Kandili’nde, başta padişah, sadrazam,
vezirler, şeyhü’l-İslâm ve kadı efendi olmak üzere devlet erkânı, divanda
bulundukları kıyafetlerle ilk başlarda Ayasofya Camiî’nde, 17’nci yüzyılın
başlarından itibaren ise Sultan Ahmed Camiî’nde hazır bulunur ve camideki Kur’ân-ı
Kerim tilâvetini huşû içerisinde dinlerlerdi.
Padişah
camiye teşrif ettiğinde hünkâr mahfilinin penceresi açılır, âlimler kürsüye
çıkıp vaazlar verir, cemaate faydalı nasihatlerde bulunur, bu esnada buhurlar
yakılır, cemaatin önüne şekerleme bırakılırdı. Vaaz bitince, vaiz efendiye
kıymetli ve parlak elbiseler giydirilirdi. Vaazdan sonra sıra birinci mevlidhandaydı.
O da sırası gelince kürsüye çıkar, cemaate tattırdığı mevlid ziyafetinden sonra
o da vaiz efendiyle aynı muameleye tâbi tutularak kendisine kıymetli elbiseler
giydirilirdi. Sonra ikinci mevlidhan kürsüye çıkar ve Mevlid-i Şerif’ten bir
miktar okurdu. Hicaz’dan, Sevgili Peygamberimizin torunlarından gelen mektup,
müjdecibaşı tarafından sadrazama takdim edilir, sadrazam mektubu reisü’l-küttâba
verir, o da padişaha arz ederdi.
Medîne’den
gelen ve cemaate dağıtılan baldan tatlı hurmalardan söz etmemek olmaz.
Hurmaların tadına bakılırken, arada üçüncü ve son mevlidhanımız kürsüye çıkardı.
Bu arada devlet erkânının önüne gümüş tabaklar konurdu. Tabaklar şekerlerle
doldurulur, mevlid bittiğinde şekerler ve tabaklar kaldırılırdı.
Tarih
kitapları İkinci Abdülhamid döneminden itibaren kutlamaların cami dışına da
sirayet ettiğinden bahsediyor. Kuşkusuz her kandil gecesi bizler için kutsal.
Lâkin okuduğumuz kaynaklarda Kadir Geceleri ile Mevlid Kandillerinin biraz daha
ön plânda tutulduklarını sezebiliyoruz. İkinci Abdülhamid döneminde Mevlid
Kandillerinde gündüz alayı yapıldığını, sultanın Hamidiye Camiî’nde öğle
namazını eda ettikten sonra askere ve halka şerbet dağıttırdığını biliyoruz. Keza
kandil gecelerinde Küçük Mabeyin dairesinde Muzıka-ı Hûmayûnun billûr sesli
müezzinlerinin okuduğu dillere destan Mevlid-i Şerifler bugün bile
anlatılmaktadır.
Osmanlı
ve üç aylar kültürü
Ulvî
gecelerde ve Ramazan ayı boyunca yanan kandiller şehrin karanlığa bürünmüş
sokaklarını gün yüzüne çıkarırken akşam vakti Yıldız Sarayı’ndan atılan ağır
dökümlü havan toplarının çıkardığı gümbürtü, şehrin neredeyse tamamına
yakınında duyulmuştur.
Osmanlı
döneminde Ramazan’ın ne zaman başlayıp biteceği, şimdiki gibi aylar öncesinden
bilinmezdi malûmunuz. Astronomi ve teknoloji bugünkü kadar gelişmediğinden,
Ramazan’ın başlangıcı için insanlar açık yerlerde gökyüzünü izleyerek yeni ayın
doğuşunu beklerlerdi. Bildiğiniz üzere kandiller günümüzde dahi Ramazan ayı
boyunca akşam ezanından sonra yanmaktadır.
Ramazan’ın
başlangıç ve bitişini, Kadir Gecesi’nin ne zaman olduğunu tespit etmek, Devlet-î
Âliyye’de İstanbul kadısının göreviydi. Onun görevlendirdiği kimseler,
özellikle minarelerden hilâli gözetlerlerdi. Rü’yet-î hilâl yani “hilâlin görülmesi”, Ramazan ayına girildiğinin
en önemli emaresiydi. Hilâl yüzünü gösterdiğinde, kadının huzurunda mahkeme
kurulurdu. Ramazan’ın başlangıcı bu şekilde tespit edilir, durum padişaha
bildirilir, padişahın onayından sonra Ramazan’ın başladığı, minarelerdeki
kandillerin yakılmalarıyla halka duyurulurdu.
Peki,
ya hilâl yüzünü göstermezse? Ya bulutların ardında yüzünü gizlerse? O zaman da
devletin ilân ettiği günde Ramazan başlardı. Ramazan ayının başlaması ile
birlikte tüm cami ve mescitler, özellikle de minareler aydınlatılırdı. Yani
anlayacağınız, Şaban ayının sonlarına doğru minarelerde yanan kandiller, Ramazan’ın
başladığını haber veren ışıklı habercilerdi.
Gerek
Ramazan ayı boyunca, gerekse kandil gecelerinde fırıncı ve börekçiler fazladan
mesai verirlerdi. Yatsı namazından çıkan cemaatin önlerinde kuyruk oluşturduğu
fırın ve börekçilerde, dumanı üstünde sımsıcak kandil simidi, börek ve çörekler
beyaz örtülü masaların üzerinde, beyaz önlüklü çıraklar tarafından satılıyordu.
Cemaat, ev halkına yetecek miktarda sıcak kandil simidini, böreğini veya
çöreğini alıp evin yolunu tutuyor, hane halkı kendisine kandil gecelerinin sunduğu
bu lezzetli ritüeli büyük bir keyifle yerine getiriyordu.
Kandillerin
başka bir hoş geleneği de gelip geçenlere su dağıtılması idi. Evlerde su
bulunmadığı zamanlarda, ikindi ile akşam ezanı arasında işlek caddelerin
kenarlarında üzeri beyaz örtülü, musluklu küplerden her seferinde yeniden
yıkanan temiz bardaklarla gelip geçenlere su dağıtılması da yine kandil
zamanlarının takdire şayan âdetlerindendi.
Günümüzde
olduğu gibi atalarımızın da Kadir Gecesi’ne ayrı bir önem atfettiğinden bahsetmiştik.
Ramazan ayında okunmaya başlanan hatimlerin tam da Kadir Gecesi’nde
tamamlanmasına ve hatim duasının o gece yapılmasına özen gösterilirdi. “Kandil
gecelerini halk dışarıda geçirirdi” desek abartmış olmayız sanırım. Özellikle
İstanbul eşrafı, geceyi cami ve mescitlerde ibadetle geçirirdi. Kocamustafapaşa
Camiî, Bekirpaşa Camiî ve Davutpaşa Camiî’nde minarelerin külâh kısmından
itibaren şerefelerinin alt kısımlarına kadar olan bölümler kandillerle
aydınlatılır, bir nevi minarelere kaftan giydirilirdi.
Devlet
erkânına gelirsek… Kadir Gecesi kutlamalarının Ayasofya Camiî ve çevresinde
yoğunlaştığını biliyoruz. Zaten o dönemde, gerek kandil gecelerinde, gerekse Ramazanlarda
iki tane cazibe merkezi var: İlki Ayasofya Camiî ve çevresi, diğeriyse Sultan
Ahmed Camiî ve çevresi… Ayasofya Camiî’ndeki Kadir Gecesi ibadetleri bilhassa
çok önemliydi. Çünkü burada yapılan ibadetlere yabancı sefirlerin katılmasına
izin verilirdi. Böylece yabancı sefirler, kendilerine tahsis edilen yerden Hak
Din’in emrettiği iman ve ibadete bizzat şahit olurlardı. İçlerinden bazıları İslâmiyet’ten
karınca kararınca nasiplenmiştir belki. Kim bilir?
Yazımızın
başında, “Kandiller efsunludur” demiştik. Bu efsun, hâşâ, sihirden veya fal
oklarından mütevellit değildir. Bu büyü, duanın ve alnı secdeye giden
milyonların hep bir ağızdan “Subhane
Rabbiye’l Âlâ” diye arşa gönderdikleri ölçülü ve sessiz çığlıklardır. O
çığlıkları duyan melâikeler âdeta büyülenirler. Büyülenirler ve Rablerinin her
türlü noksanlıktan uzak olduğunu söyleyen bu aciz kullarının semaya yaydığı
ulvî yakarış için Allah katında müşahit olurlar.
O
kandil akşamları ki, camilerde toplanan on binlerce müminin kalbi aynı duygu ve
heyecanla dolar. Osmanlı’dan bu yana pek çok güzelliği yitirmiş olabiliriz.
Lâkin değişmeyen tek şey, kandil gecelerinde kalplerde duyulan heyecan, hissiyat
ve yakarıştır.
Kaynakça
Osmanlı Tarihi II. Cilt, Uzunçarşılı
İ.H, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara (1988).
Osmanlı’da Ramazan, Yılmaz. M, Akçağ Yayınları, İstanbul, (2017).https://www.fikriyat.com/galeri/tarih/osmanlida-mubarek-gun-ve-geceler-nasil-kutlanirdi-osmanlida-kandil-kutlamalari