Oryantalizmin doğurduğu kompleks: Terör ve işgal (3)

Müslüman Türk milleti, globalleşmeyi fırsata dönüştürme gayreti ile hem kendi coğrafyasının sahip olduğu değerlerin, hem Batı’nın zaaflarını ve uyguladığı plânların farkına varmalı. Ki aksi durumda, “Onlar, dünya hayatını sevmiş ve onu ahirete tercih etmişlerdir. Allah da kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez” (Nahl, 107) ayet-i kerîmesinde buyurulan hem sonsuzluk müjdesine, hem bahşedilen hidayetin mesuliyetine bürünmeli.

Oryantalizm için Doğu, aciz bir sektör

ORYANTALİZMİN yazılı bir kaideler listesi ve fikstürü olmadığının altını çizmiştik. “Şark etüdü” adı altına sığınan ve Müslüman coğrafyaları sinsice içeriden kuşatan Oryantalizmin takdire şayan bir başka prensibi de “kendi eleştirmenlerini doğurmasıdır”. Oryantalizmi bir yandan makul kabuller çerçevesinde hayata “araştırma projeleri” şeklinde sunarken, öte yandan eleştirisel değerlendirmelere yer veriyor olmaları, Batı’nın zekâsına işaret ediyor. Bir diğer yöntem ise, düşünürler aracılığı ile lansesinin yapılması. Meselâ Karl Marx komünizmin temelini atan isim olarak bilinirken, “Bunlar kendi kendilerini temsil edemiyorlar, temsil edilmeleri gerek” cümlesinden Doğulu bîhaber. Anlaşıldığı üzere, cümledeki “bunlar”ın muhatabı da biz Doğulularız!

Benjamin Disraeli’nin, “Doğu, başlı başına bir meslek dalıdır” ifadesi ise, Doğu’nun Batı tarafından sömürülmesi, nemalanılması, kullanılması mümkün olan bir pazar olduğunu iddia ediyor.

Doğu en masum hâliyle, kendi meziyetlerinin farkındalığını yitirmenin kefaretini Batı’nın önünde serilmiş bir açık pazar olarak kabullendiği sürece ne örneklerimiz, ne iktibaslarımız, ne de söyleyecek sözümüz bitecek.

Üzerimize düşen nedir?

15 Temmuz işgal girişiminin “Kurtuluş Zaferi” ile neticelenmiş olması bizleri rehavete sevk etmemeli. Rabbin lütfu, devletin iradesi ve milletin gayreti ile tecelli eden zaferimizi Batı’nın sindirmesi kolay olmayacaktır. Ki o tarihten bu yana cereyan eden pek çok terör olayı ve ekonominin hızlı ivmesi, bu hazımsızlığın bir semeresi olarak duruyor karşımızda.

Doğu ülkeleri ve bizim ülkemiz üzerinde uygulanan tüm siyasî ve stratejik plân-projelerin temelinde yatan, İsevîlerin Müslümanlara karşı kıyamete kadar sürecek din savaşıdır. Bu hakikate vâkıf olduğumuz kadar, bundan böyle dinimize vâkıf olmak zorunluluğumuzu da unutmamak gerekiyor. Ki Rabbimiz lütfunu, merhametini ve rahmetini üzerimizden çekip almasın!

Detaya giremediğimiz, ucundan bucağından temas ederek bir kolaj oluşturduğumuz bu dosya, bizim için Batı’nın Doğu’yu nasıl değerlendirdiğine dair ipuçları barındırıyor. Güneşi doğuran bereketli Doğu coğrafyalarının önce Âlemlerin Rabbine, sonra ışığa hakikatli bir şükür borcu var. İşte bu mesuliyet bilinci ile izlemek gerek olup biteni ve ülkemiz üzerinde özellikle son bir asırdır oynanan oyunların, yapılan kurguların birer rastlantı olmadığını artık ciddiyetle fehmetmek gerek!

Batı masaya Doğu’yu yatırmışsa, tahsil edeceği değerler olduğunu idrak etmek gerek. Evet, Batı, Doğu’nun tüm zaaflarından, tüm kaynaklarından, tüm değerlerinden, tüm tarihinden haberdar! Etüt ediyor, araştırıyor, biliyor, öğreniyor, hâsılı tanışıyor elini uzattığı Doğu coğrafyalarıyla. Tanıştığı her Doğulu coğrafya ya kıymetli bir geleneksel dirayete sahip ya da kıymetli kaynakları barındırıyor ve hepsinden öte İslâm ile şereflenmiş oluyor. Evet, Hıristiyan dünya Müslümanları ve İslâm coğrafyalarının maddeye çevrilebilir kaynaklarını sömürmek için fırsat kolluyor! Çünkü “İslâm’ın en yüksek gür seda” olacağı müjdesinin farkında.

Milletimizi devlet aklına saygı duymalı!

Batı, üst akıl ve ciddî bir disiplin ile ülkemiz üzerinde din ve kaynak hesapları yaparken, bize düşense farkındalık ve aslımıza sadık kalmak ve komplekslerimizden arınarak bize bahşedilen mükemmel dini kuşanmak. Fakat İslâm dinini zırh gibi kuşanmanın bir çırpıda toplumsal bütünlük içerisinde gerçekleşmesi zor. Zira din, münferit bir sorumluluk ister ve her ferdin sürü anlayışından kendini kurtararak fert olarak dini kuşanması gerekir. Kendine sunulan, dikte edilen, servis edilen her şeyi önce Vahy-i İlâhî, sonra Sünnet-i Seniyyeye müracaat ile teyit etmesi gerekir.

İşte tam burada devlet aklının gücüne, disiplinine ve dirayetine ihtiyaç duyuyoruz! Başıboş her güç, bir gün geri tepecek bir tehdit olma ihtimâlini taşıdığından, Türk milletinin barındırdığı gücün sıhhatli biçimde koordine edilmesi gerekiyor.

Öte yandan, Türk milleti 15 Temmuz ile devletine, vatanına, topluma, atasına ahde vefasını gerçekleştirdi ve üzerine düşeni yaptı. Şimdi devlet aklının, milletin bu tek yürek hareketine teveccüh ederek duyduğu sadakat sesine yankı vermesi gerekiyor.

Oryantalizme/Şarkıyatçılığa karşı Oksidentizm/Garbiyatçılık teklifinde bulunuyor değilim. Zira “Doğu da Allah’ın, batı da Allah’ındır. Artık nereye dönerseniz dönün, orası Allah’a çıkar” (Bakara, 115) ayet-i kerîmesine muti olan Müslümanın, doğu-batı kaygısı olmaksızın ümmet bilinci ile tüm dünyayı kucaklayacak kocamanlıkta bir kalbi olmalıdır.

Ancak vatanı ve hürriyeti üzerinde işleme konulan plân ve projeler varsa, Doğulu muameleye tâbi tutuluyorsa, bu muameleyi yapanı bilmeli, tanımalı. Yani artık tam bir disiplin altında, Batı etüt kürsüleri, kurum ve kuruluşları kurulmalı ve devlet aklı bu gayreti maddî-manevî desteklemeli.

Müslüman Türk milleti, globalleşmeyi fırsata dönüştürme gayreti ile hem kendi coğrafyasının sahip olduğu değerlerin, hem Batı’nın zaaflarını ve uyguladığı plânların farkına varmalı. Ki aksi durumda, “Onlar, dünya hayatını sevmiş ve onu ahirete tercih etmişlerdir. Allah da kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez” (Nahl, 107) ayet-i kerîmesinde buyurulan hem sonsuzluk müjdesine, hem bahşedilen hidayetin mesuliyetine bürünmeli.

Modern Haçlı Şövalyelerinin (Tabiri diğer, İslam düşmanlarının) gayreti dünya kadar küçükken, Müslümanın gayreti sonsuzluğa talip olmak kadar yücedir madem, öyleyse bu cennet vatanı elimiz ve ayağımız kadar, aklımız ve kalbimizle korumaya ant içmenin ibadet hükmünde kabul göreceğine inanarak gayret kesilmeli, vesselâm…