Oryantalizm için
Doğu, aciz bir sektör
ORYANTALİZMİN
yazılı bir kaideler listesi ve fikstürü olmadığının altını çizmiştik. “Şark
etüdü” adı altına sığınan ve Müslüman coğrafyaları sinsice içeriden kuşatan
Oryantalizmin takdire şayan bir başka prensibi de “kendi eleştirmenlerini
doğurmasıdır”. Oryantalizmi bir yandan makul kabuller çerçevesinde hayata “araştırma
projeleri” şeklinde sunarken, öte yandan eleştirisel değerlendirmelere yer
veriyor olmaları, Batı’nın zekâsına işaret ediyor. Bir diğer yöntem ise,
düşünürler aracılığı ile lansesinin yapılması. Meselâ Karl Marx komünizmin
temelini atan isim olarak bilinirken, “Bunlar kendi kendilerini temsil edemiyorlar,
temsil edilmeleri gerek” cümlesinden Doğulu bîhaber. Anlaşıldığı üzere, cümledeki
“bunlar”ın muhatabı da biz Doğulularız!
Benjamin Disraeli’nin, “Doğu, başlı
başına bir meslek dalıdır” ifadesi ise, Doğu’nun Batı tarafından sömürülmesi,
nemalanılması, kullanılması mümkün olan bir pazar olduğunu iddia ediyor.
Doğu en masum hâliyle, kendi
meziyetlerinin farkındalığını yitirmenin kefaretini Batı’nın önünde serilmiş
bir açık pazar olarak kabullendiği sürece ne örneklerimiz, ne iktibaslarımız,
ne de söyleyecek sözümüz bitecek.
Üzerimize düşen nedir?
15 Temmuz işgal girişiminin
“Kurtuluş Zaferi” ile neticelenmiş olması bizleri rehavete sevk etmemeli. Rabbin
lütfu, devletin iradesi ve milletin gayreti ile tecelli eden zaferimizi Batı’nın
sindirmesi kolay olmayacaktır. Ki o tarihten bu yana cereyan eden pek çok terör
olayı ve ekonominin hızlı ivmesi, bu hazımsızlığın bir semeresi olarak duruyor
karşımızda.
Doğu ülkeleri ve bizim ülkemiz
üzerinde uygulanan tüm siyasî ve stratejik plân-projelerin temelinde yatan,
İsevîlerin Müslümanlara karşı kıyamete kadar sürecek din savaşıdır. Bu hakikate
vâkıf olduğumuz kadar, bundan böyle dinimize vâkıf olmak zorunluluğumuzu da
unutmamak gerekiyor. Ki Rabbimiz lütfunu, merhametini ve rahmetini üzerimizden
çekip almasın!
Detaya giremediğimiz, ucundan
bucağından temas ederek bir kolaj oluşturduğumuz bu dosya, bizim için Batı’nın
Doğu’yu nasıl değerlendirdiğine dair ipuçları barındırıyor. Güneşi doğuran bereketli
Doğu coğrafyalarının önce Âlemlerin Rabbine, sonra ışığa hakikatli bir şükür
borcu var. İşte bu mesuliyet bilinci ile izlemek gerek olup biteni ve ülkemiz
üzerinde özellikle son bir asırdır oynanan oyunların, yapılan kurguların birer
rastlantı olmadığını artık ciddiyetle fehmetmek gerek!
Batı masaya Doğu’yu yatırmışsa,
tahsil edeceği değerler olduğunu idrak etmek gerek. Evet, Batı, Doğu’nun tüm
zaaflarından, tüm kaynaklarından, tüm değerlerinden, tüm tarihinden haberdar!
Etüt ediyor, araştırıyor, biliyor, öğreniyor, hâsılı tanışıyor elini uzattığı
Doğu coğrafyalarıyla. Tanıştığı her Doğulu coğrafya ya kıymetli bir geleneksel
dirayete sahip ya da kıymetli kaynakları barındırıyor ve hepsinden öte İslâm
ile şereflenmiş oluyor. Evet, Hıristiyan dünya Müslümanları ve İslâm
coğrafyalarının maddeye çevrilebilir kaynaklarını sömürmek için fırsat
kolluyor! Çünkü “İslâm’ın en yüksek gür seda” olacağı müjdesinin farkında.
Milletimizi devlet aklına saygı
duymalı!
Batı, üst akıl ve ciddî bir disiplin
ile ülkemiz üzerinde din ve kaynak hesapları yaparken, bize düşense farkındalık
ve aslımıza sadık kalmak ve komplekslerimizden arınarak bize bahşedilen
mükemmel dini kuşanmak. Fakat İslâm dinini zırh gibi kuşanmanın bir çırpıda
toplumsal bütünlük içerisinde gerçekleşmesi zor. Zira din, münferit bir
sorumluluk ister ve her ferdin sürü anlayışından kendini kurtararak fert olarak
dini kuşanması gerekir. Kendine sunulan, dikte edilen, servis edilen her şeyi
önce Vahy-i İlâhî, sonra Sünnet-i Seniyyeye müracaat ile teyit etmesi gerekir.
İşte tam burada devlet aklının
gücüne, disiplinine ve dirayetine ihtiyaç duyuyoruz! Başıboş her güç, bir gün
geri tepecek bir tehdit olma ihtimâlini taşıdığından, Türk milletinin
barındırdığı gücün sıhhatli biçimde koordine edilmesi gerekiyor.
Öte yandan, Türk milleti 15 Temmuz
ile devletine, vatanına, topluma, atasına ahde vefasını gerçekleştirdi ve
üzerine düşeni yaptı. Şimdi devlet aklının, milletin bu tek yürek hareketine
teveccüh ederek duyduğu sadakat sesine yankı vermesi gerekiyor.
Oryantalizme/Şarkıyatçılığa karşı
Oksidentizm/Garbiyatçılık teklifinde bulunuyor değilim. Zira “Doğu da Allah’ın,
batı da Allah’ındır. Artık nereye dönerseniz dönün, orası Allah’a çıkar”
(Bakara, 115) ayet-i kerîmesine muti olan Müslümanın, doğu-batı kaygısı
olmaksızın ümmet bilinci ile tüm dünyayı kucaklayacak kocamanlıkta bir kalbi
olmalıdır.
Ancak vatanı ve hürriyeti üzerinde
işleme konulan plân ve projeler varsa, Doğulu muameleye tâbi tutuluyorsa, bu
muameleyi yapanı bilmeli, tanımalı. Yani artık tam bir disiplin altında, Batı
etüt kürsüleri, kurum ve kuruluşları kurulmalı ve devlet aklı bu gayreti
maddî-manevî desteklemeli.
Müslüman Türk milleti, globalleşmeyi
fırsata dönüştürme gayreti ile hem kendi coğrafyasının sahip olduğu değerlerin,
hem Batı’nın zaaflarını ve uyguladığı plânların farkına varmalı. Ki aksi
durumda, “Onlar,
dünya hayatını sevmiş ve onu ahirete tercih etmişlerdir. Allah da kâfirler topluluğunu
hidayete erdirmez” (Nahl, 107) ayet-i kerîmesinde buyurulan hem sonsuzluk
müjdesine, hem bahşedilen hidayetin mesuliyetine bürünmeli.
Modern Haçlı Şövalyelerinin (Tabiri diğer, İslam düşmanlarının) gayreti dünya kadar küçükken, Müslümanın gayreti sonsuzluğa talip olmak kadar yücedir madem, öyleyse bu cennet vatanı elimiz ve ayağımız kadar, aklımız ve kalbimizle korumaya ant içmenin ibadet hükmünde kabul göreceğine inanarak gayret kesilmeli, vesselâm…