Oryantalizmin Alman silahşoru Karl May ve “Balkan Uçurumlarında”

Almanca konuşulan coğrafya ve 46 dildeki dünya insanları, kurgusu ve akıcılığı ile kendisine bağlayan bu eserleri 100 yıldan fazla süredir okumaktadır. Bu eserleri okuyan ve Türkler üzerine propaganda etkili hayâl ürünü romanlar ele alan birçok yazar peydahlanmıştır.

Saraybosna, Bosna-Hersek

AVRUPA’NIN Türkler ve Osmanlı ile çalışmaları uzun yıllara dayanmaktadır. Bu bağlamda Marco Polo’nun (1254-1324) Türk ve Müslüman coğrafyasına geziler yapan ve bunu eser hâline getiren ilk seyyah olduğunu belirtebiliriz. 13 ve 14’üncü yüzyılda ise Lâtince kaleme alınan sözlük ve metin derlemesi “Codex Cumanicus”, Türk dünyası ve dili ile alâkalı ilk eserdir.

Türk diline ilgi ise, Devlet-i Âliye’nin başta Bizans olmak üzere Avrupa devletleri ile diplomatik münasebetler geliştirmesi sebebiyle saraylarında Türkçe bilen mütercimler yetiştirme zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır.

Türk kültürüne ve diline ilginin artmaya başlamasında kırılma noktası ise İstanbul’un Fethi’dir. 2 bin 200 yıldan fazla hüküm süren Doğu Roma İmparatorluğu’nu (Milât’tan önce 800-Milât’tan sonra 1453) yıkan bir millet ve devlet ile alâkalı Avrupa’da büyük bir merak uyandırmıştır bu olay. Ortodoks dünyasının merkezi ise artık bir Müslüman devletin koruması altına girmiştir. Bu merak sonucunda başta Vatikan olmak üzere birçok krallık, bilgi toplamaları için gizli ve farklı görevler altında, Payitaht başta olmak üzere Osmanlı coğrafyasına kişiler göndermiştir.

Avrupa’da üniversitelerin açılmaya başlaması ile beraber 17’nci yüzyılda Şarkiyat enstitüleri ve Doğu dilleri bölümlerinde akademik çalışmalar başlamıştır.

Bu yazımızda Doğu’ya ait hemen hemen her şeyi medeniyet dışı ve düzeltilmeye muhtaç olarak gören bakış açısını, Karl May’ın 1886-1888 yıllarında kaleme aldığı “Balkan Uçurumlarında” adlı eserinden yola çıkarak incelemeye çalışacağız.

Karl May (1842-1912), başta Osmanlı coğrafyası olmak üzere, Uzak Doğu, Lâtin Amerika ve Afrika ile alâkalı birçok kitap yazmıştır. 50’ye yakın dile tercüme edilen kitapların basımı 200 milyonu geçmiştir. 20’nci yüzyılda eserleri film, tiyatro ve çizgiroman ile başta Almanya olmak üzere bütün Avrupa’ya yayılmıştır.  Medenîleştirilmeye ihtiyacı olan ırkları Almanlar adına medenîleştirme görevini üstlendiği için Hitler’in en çok sevdiği yazarlar arasında da yer almaktadır. 33 ciltlik külliyatın ilk 6 cildi Şark Çemberi (Orietzyklus) serisi ise Arap Çöllerinde (1895, film 1936), Kürt Dağlarında (1881, film 1965), Bağdat’tan İstanbul’a (1884, film 1920), Balkan Uçurumlarında (1886-1888), Arnavutluk Yollarında (1888) ve Haydut (1892) adlı kitaplardan oluşmaktadır.

1973-1975 yılları arasında 2 sezon hâlinde kitapların ana karakterinin maceralarını anlatan “Kara Ben Nemsi Efendi” adlı televizyon dizisi ZDF kanalında yayınlanmıştır. 1889 yılında 9 aylık bir seyahat ile Anadolu üzerinden Sumatra adasına kadar yolculuk yapmıştır ve birçok eserini ülkeleri görmeden yazdığı için kitapları birer hayâl ürünü olarak kabul edilmektedir.

Ölümünden bir yıl sonra, 1913 yılında, Karl May Vakfı (Karl May Stiftung) ve Yayınevi ile 1928 yılında da Karl May Müzesi açıldı. Almanya’daki ders okullarında üstün, zeki, dünyaya medeniyet getiren, haydutların elinden köle ve çocuk kurtaran, adaletli, asil, gururlu, yetenekli savaşçı, hattâ çölde iki aslanı öldüren ve dişlerini Almanya’ya getirecek kadar kudrete sahip olan, İspanyol yazar Cervantes’in kahramanı Don Kişot gibi fakirlere yardım eden, Alman ulusunun kahramanıdır.

Karl May’ın yolu, hep sömürge topraklarını hikâyeleştirmişse de, ne hikmetse Afrika’daki Alman sömürgelerine yolu hiç düşmemiştir. Hitler dâhil, yıllarca Alman çocukları okullarda onun çizg romanları ile büyümüştür. 1871 yılında Almanları birleştirerek imparatorluk kuran Bismark’ın önderliğinde Alman İmparatorluğu’nun “üstün Alman” beklentilerine cevap veren bir yazar olmuştur.

“Balkan Uçurumlarında”nın ana kahramanı, Kara Ben Nemsi’dir ve Nemsi’nin oğlu Kara’yı ifade etmektedir. Nemsi, Osmanlı döneminde Balkan dillerinden bize geçmiş ve literatürümüze “Almanca konuşulan şehir” anlamındaki “Nemçe” (Viyana) ile girmiştir. Birçok Balkan dilinde ise Almanlar için “Nijemci” (Alman erkek-Nijemac, Alman kadın Njemica) ifadesi kullanılmaktadır. Muhtemelen coğrafî yakınlığından dolayı bu ifade, ilk Almanca konuşan toplulukla Viyana’da karşılaşıldığı için seçilmiş olabilir.


Karl May (1842-1912)

May’ın alçak tasvirleri ve İslâm’a hakaretleri

Romanın başkahramanı Nemsi, padişah fermanı ile haydutları yakalamak için yanındaki iki Türk hizmetçisi ile Edirne’den yola çıkar ve Doğu Makedonya’ya kadar gelir.  

Kitapta Müslümanların ahlâkı ile alâkalı benzetmeler, temizlik, adalet, kurban ve oruç ile alâkalı çok yanıltıcı ve doğru olmayan betimlemeler kullanılmıştır. Osmanlı Devleti’nin kasabalardaki en üst yöneticisi olan ve adaleti tesis etmekle görevli “kadı”; rüşvet yiyen, rakı içen, kumarbaz, işine sahip çıkmayan biridir. İnsanların hastalık ve dertlerine çâre bulan “Mübarek” isimli hoca ise yalancı, sahte ilâçlar hazırlayan, inanışa göre ölüleri dirilten ve canlıları öldüren bir karakterdir.

Dinimizde büyük günahlardan sayılan yalan ise, hikâyedeki Müslümanların inanışına göre Hıristiyanlara söylenebilir; hattâ onlara bir şey için söz verilmişse, aynı dinden olmadığı için tutulmak zorunda da değildir. Hattâ bir Hıristiyan’ı öldürmek durumunda cennetin yedinci katında önemli bir mertebe olduğuna inanılır. İçki de, başkalarının bilmemesi durumunda rahatlık içilebilen, yasak olmayan bir içecektir.

Müslümanlar, temizliğe hem dinî, hem de kültürel açıdan çok önem vermelerine rağmen, Karl May için sabun ile ilk defa tanışan, pislik içinde yaşayan, dışarı elbiseleriyle yatağa giren, iç çamaşır değiştirmeyen, kurbağalı ve köpek yıkanmış gibi suyu bulunan kuyudan su kullanan, pis çarşaflı ve böcekli odalarda uyuyan insan tiplemesidir. 

Türk ve Balkan insanının kültürsüzlüğünü, görgüsüzlüğünü ve medeniyetten bîhaber olduğunu ise satır aralarında, ilk defa gördüğü alârm saatini şeytan icadı sanan, Almancada bir kelime ile ifade edilen bir beyanın Türkçede 3 kelime ile ifade edildiğini, yemek yerken elbiseye dökülmemesi için kullandıkları kumaş peçeteyi yardımcılarının masa örtüsü zannettiğini, Türklerin pilavı elle bir top hâline getirerek yediğini, berbat yemek tarifleri verdiklerini yazarak son derece yanlış ve aşağılayıcı tasvirlerle anlatmaktadır.

Devlet ve medeniyetin önemli göstergelerinden biri olan Osmanlı ordu yollarının Alman keçi yollarından daha berbat bir durumda olduğunu ifade etmektedir.

Kadınların toplumdaki yeri ve davranışları ile alâkalı benzetmeleri ve örneklemeleri de yine olumsuzluk üzerine kurulmuştur. Kuyuya düşen bir kadına yardıma gelen adama, kadının peçesiz ve eli örtülü olmadığı için yardımı reddettiğini, fakat yardım edenin Hıristiyan olduğunu öğrendikten sonra nâmusuna halel gelmeyeceğini düşünerek yardımı kabul ettiğini, Müslümanların gözünün hep nâmussuzlukta olduğunu düşündürtmektedir.

Emirleri dinleyen bir kadının ise zaptiye tarafından falaka ile tehdit edilmesinden, Türk toplumunda (hâl hatır mânâsındaki) “Eşiniz nasıl?” tabirinin büyük bir suç olduğundan ve ölüme sebebiyet vereceğinden bahsetmektedir. Hizmetçi kadınları hatâ yapmaları durumunda kamçıyla dövmenin gelenek olduğunu anlatmaktadır.

Kurban kesme ve idam sahnesindeki tasvirleri ise birbirine benzemektedir: “Mandanın boynuzlarına iki ayrı ip dolanıyor ve hayvan bu iplerle bir kazık boyunca yukarı çekiliyor. Yukarıda bulunan yatay bir kalasın üzerinde ise bir adam, elinde baltayla hayvanın başına, onu öldürene kadar vuruyordu. Mandanın can çekişmesi korkunçtu.” (S.294)

Oruç ise Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri tüm gün boyunca hiçbir şey yememek şeklinde gösterilmektedir. Suç işleyenlerin ceza olarak idam edilme sahnesi ise hayâl güçlerini zorlamaktadır: “Darağacına ters olarak asılırsın, ardından sana üç şişe zehir içirilir, son olarak kafan uçurulur. Tabiî yine ters olarak, ayakların yukarı gelecek şekilde…” (S.178)

Hattâ ekmeği küçülten esnafın cezası, kulaklarından kapıya çivilenmektir.

Tütün ile alâkalı olarak Peygamberimize yakıştırdığı ise hakarete varacak düzeydedir. Bir tütün içme sohbetinden sonra kendini de duruma göre Müslüman olarak tanıtan Nemsi’nin diyaloğu şöyledir:

“-Efendi, bu cennetin misk-i amber kokusu! Böylesini Peygamberimiz bile içmemiştir.

-Bence de içmemiştir. Çünkü onun zamanında Cebeli (atlı inzibat) yoktu.

-Şayet olsaydı, arşın yedinci katında bulunan tarlalara ekebilmek için, Hazreti Muhammed, Hakk’ın rahmetine kavuşurken tohumları muhakkak yanına alırdı…” (S. 51-52)

Buna ek olarak, Balkan dillerinde tütün kelimesi “duhan” şeklinde kullanıldığı için, Kur’ân’ın beşinci sûresinin adının “Duhan” olduğunu iddia eder.  

Batı’da kökleşmiş bir inancın tezâhürü olarak, Kur’ân-ı Kerîm’in Ahd-i Cedid ve Ahd-i Atik’ten alıntılarla Muhammed (sav) tarafından oluşturulduğunu söyler. Bunu duyan Müslüman karakteri ise, neredeyse İslâmiyet’ten dönme noktasına gelecektir.

İslâm dünyasında kullanılan ölçü ve matematik hesaplamaları ile alâkalı olarak harfi, ebced hesabına göre “100” rakamına denk gelir ki bunu bildiği hâlde, Türklerde uzaklık ölçü birimi olarak 25 ağacı 120 kilometre olarak ölçtüğümüzü iddia eder. Dîvan-ı Lügati’t-Türk’te “yığaş” ölçü birimi, Orta Asya’da Türkler arasında kullanılan bir birimdir ve daha sonra “ağaç” şeklinde de kullanılmıştır. Fakat “25 ağaç eşittir 120 kilometre” tarzında bir matematiksel hesap ile neyi murâd ettiği tam olarak anlaşılamamaktadır.

Kitabın ana karakteri Kara Ben Nemsi’ye göre, bir Türk’ün uzun uğraşlarla becerilerini geliştirebilecek sabrı yoktur. Türk-Müslüman her türlü düzenbazlığı, adaletsizliği yapan, eziyet eden, kadına değer vermeyen yani aklımıza gelebilecek her türlü insanlık dışı muameleyi yapan karakterdir.

Almanca konuşulan coğrafya ve 46 dildeki dünya insanları, kurgusu ve akıcılığı ile kendisine bağlayan bu eserleri 100 yıldan fazla süredir okumaktadır. Bu eserleri okuyan ve Türkler üzerine propaganda etkili hayâl ürünü romanlar ele alan birçok yazar peydahlanmıştır.

Türk ve İslâm dünyasına karşı olumsuz eserler yazma geleneği bu yüzyıla kadar devam etmektedir. Avusturyalı Franz Werfel  (1890-1945), 1933’te yazdığı “Musa Dağı’nda 40 Gün” (40 Tage des Musa Dagh) adlı kitabıyla, Hatay şehrinde, tehcir sırasında kaçan ve Musa dağında 40 gün bulunan kişilerin hikâyesini romanlaştırmış ve 1980 yılında bu roman, beyazperdeye aktarılmıştır.

Filmde Ermeni kızlarına tecavüz eden, askerlere peşkeş çeken, hattâ Ermeni grup liderinin küçük oğlunu yatağa bağlatıp tecavüz ederek öldüren ve babasına gönderen bir Osmanlı komutanı resmedilmektedir.

2020 yılında, Hatay’ın Samandağ ilçesinde bulunan ve Türkiye’nin tek Ermeni köyü olan Vakıflı’da, Ermenilerin yaşam tarzlarını, kültürlerini, gelenek ve göreneklerini yansıtmayı hedefleyen bir müze açılmıştır. Film ekibinden bazıları uzun yıllar sonra pişman olduklarını itiraf etseler de 1978 yılında kırık Türkçeleri ile konuşan Ermeni ve Yunan aktrislerin oynadığı ve Türkiye müsaade etmediği için Malta’da çektikleri “Gece Yarısı Ekspresi” (Midnight Express) filmi de bu bakış açısının ve propagandanın devamı sayılabilecek sinema örneklerindendir.

Bu gibi kitapları ve filmleri takip eden nesillerin zihninde İslâm ve Türk imajının değişmesi ise çok zor bir süreci gerektirmektedir.

Son olarak, Balkan Uçurumlarında kitabının akıcılığını, dönemin tâbirlerini ve mükemmel tercümesi için Alman ve Avusturya edebiyatından önemli eserler tercüme eden Ogün Duman’ı tebrik ederim.

 

Kaynakça

Karl May, Balkan Uçurumunda, Yurt Kitap Yayın, 2000

Yermukhamet Maralbek, Muhammet Koçakkaşgarlı, Mahmut’un Divanu Lügati’t-Türk Adlı Eserinde Yer Alan Ölçü Birimleri, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Sayı 88, S.187-199, 2018

Sabri Eyigün, Kitle Yazını İçinde Karl May’ın Roman Kahramanları veya Modern Çağın Don Kişotları, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 13. Sayı 2, Sayfa 115-127, Elazığ-2003