Saraybosna,
Bosna-Hersek
AVRUPA’NIN Türkler ve Osmanlı
ile çalışmaları uzun yıllara dayanmaktadır. Bu bağlamda Marco Polo’nun
(1254-1324) Türk ve Müslüman coğrafyasına geziler yapan ve bunu eser hâline
getiren ilk seyyah olduğunu belirtebiliriz. 13 ve 14’üncü yüzyılda ise Lâtince
kaleme alınan sözlük ve metin derlemesi “Codex
Cumanicus”, Türk dünyası ve dili ile alâkalı ilk eserdir.
Türk
diline ilgi ise, Devlet-i Âliye’nin başta Bizans olmak üzere Avrupa devletleri
ile diplomatik münasebetler geliştirmesi sebebiyle saraylarında Türkçe bilen
mütercimler yetiştirme zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır.
Türk
kültürüne ve diline ilginin artmaya başlamasında kırılma noktası ise
İstanbul’un Fethi’dir. 2 bin 200 yıldan fazla hüküm süren Doğu Roma
İmparatorluğu’nu (Milât’tan önce 800-Milât’tan sonra 1453) yıkan bir millet ve
devlet ile alâkalı Avrupa’da büyük bir merak uyandırmıştır bu olay. Ortodoks
dünyasının merkezi ise artık bir Müslüman devletin koruması altına girmiştir.
Bu merak sonucunda başta Vatikan olmak üzere birçok krallık, bilgi toplamaları
için gizli ve farklı görevler altında, Payitaht başta olmak üzere Osmanlı
coğrafyasına kişiler göndermiştir.
Avrupa’da
üniversitelerin açılmaya başlaması ile beraber 17’nci yüzyılda Şarkiyat enstitüleri
ve Doğu dilleri bölümlerinde akademik çalışmalar başlamıştır.
Bu
yazımızda Doğu’ya ait hemen hemen her şeyi medeniyet dışı ve düzeltilmeye
muhtaç olarak gören bakış açısını, Karl May’ın 1886-1888 yıllarında kaleme
aldığı “Balkan Uçurumlarında” adlı eserinden
yola çıkarak incelemeye çalışacağız.
Karl
May (1842-1912), başta Osmanlı coğrafyası olmak üzere, Uzak Doğu, Lâtin Amerika
ve Afrika ile alâkalı birçok kitap yazmıştır. 50’ye yakın dile tercüme edilen
kitapların basımı 200 milyonu geçmiştir. 20’nci yüzyılda eserleri film, tiyatro
ve çizgiroman ile başta Almanya olmak üzere bütün Avrupa’ya yayılmıştır. Medenîleştirilmeye ihtiyacı olan ırkları
Almanlar adına medenîleştirme görevini üstlendiği için Hitler’in en çok sevdiği
yazarlar arasında da yer almaktadır. 33 ciltlik külliyatın ilk 6 cildi Şark
Çemberi (Orietzyklus) serisi ise Arap Çöllerinde (1895, film 1936), Kürt
Dağlarında (1881, film 1965), Bağdat’tan İstanbul’a (1884, film 1920), Balkan
Uçurumlarında (1886-1888), Arnavutluk Yollarında (1888) ve Haydut (1892) adlı kitaplardan
oluşmaktadır.
1973-1975
yılları arasında 2 sezon hâlinde kitapların ana karakterinin maceralarını
anlatan “Kara Ben Nemsi Efendi” adlı
televizyon dizisi ZDF kanalında yayınlanmıştır. 1889 yılında 9 aylık bir
seyahat ile Anadolu üzerinden Sumatra adasına kadar yolculuk yapmıştır ve
birçok eserini ülkeleri görmeden yazdığı için kitapları birer hayâl ürünü
olarak kabul edilmektedir.
Ölümünden
bir yıl sonra, 1913 yılında, Karl May Vakfı (Karl May Stiftung) ve Yayınevi ile
1928 yılında da Karl May Müzesi açıldı. Almanya’daki ders okullarında üstün,
zeki, dünyaya medeniyet getiren, haydutların elinden köle ve çocuk kurtaran,
adaletli, asil, gururlu, yetenekli savaşçı, hattâ çölde iki aslanı öldüren ve
dişlerini Almanya’ya getirecek kadar kudrete sahip olan, İspanyol yazar
Cervantes’in kahramanı Don Kişot gibi fakirlere yardım eden, Alman ulusunun
kahramanıdır.
Karl
May’ın yolu, hep sömürge topraklarını hikâyeleştirmişse de, ne hikmetse
Afrika’daki Alman sömürgelerine yolu hiç düşmemiştir. Hitler dâhil, yıllarca Alman
çocukları okullarda onun çizg romanları ile büyümüştür. 1871 yılında Almanları
birleştirerek imparatorluk kuran Bismark’ın önderliğinde Alman İmparatorluğu’nun
“üstün Alman” beklentilerine cevap
veren bir yazar olmuştur.
“Balkan Uçurumlarında”nın ana kahramanı, Kara Ben Nemsi’dir ve Nemsi’nin oğlu Kara’yı ifade etmektedir. Nemsi, Osmanlı döneminde Balkan dillerinden bize geçmiş ve literatürümüze “Almanca konuşulan şehir” anlamındaki “Nemçe” (Viyana) ile girmiştir. Birçok Balkan dilinde ise Almanlar için “Nijemci” (Alman erkek-Nijemac, Alman kadın Njemica) ifadesi kullanılmaktadır. Muhtemelen coğrafî yakınlığından dolayı bu ifade, ilk Almanca konuşan toplulukla Viyana’da karşılaşıldığı için seçilmiş olabilir.
Karl May (1842-1912)
May’ın
alçak tasvirleri ve İslâm’a hakaretleri
Romanın
başkahramanı Nemsi, padişah fermanı ile haydutları yakalamak için yanındaki iki
Türk hizmetçisi ile Edirne’den yola çıkar ve Doğu Makedonya’ya kadar gelir.
Kitapta
Müslümanların ahlâkı ile alâkalı benzetmeler, temizlik, adalet, kurban ve oruç
ile alâkalı çok yanıltıcı ve doğru olmayan betimlemeler kullanılmıştır. Osmanlı
Devleti’nin kasabalardaki en üst yöneticisi olan ve adaleti tesis etmekle
görevli “kadı”; rüşvet yiyen, rakı içen, kumarbaz, işine sahip çıkmayan biridir.
İnsanların hastalık ve dertlerine çâre bulan “Mübarek” isimli hoca ise yalancı,
sahte ilâçlar hazırlayan, inanışa göre ölüleri dirilten ve canlıları öldüren
bir karakterdir.
Dinimizde
büyük günahlardan sayılan yalan ise, hikâyedeki Müslümanların inanışına göre
Hıristiyanlara söylenebilir; hattâ onlara bir şey için söz verilmişse, aynı
dinden olmadığı için tutulmak zorunda da değildir. Hattâ bir Hıristiyan’ı
öldürmek durumunda cennetin yedinci katında önemli bir mertebe olduğuna
inanılır. İçki de, başkalarının bilmemesi durumunda rahatlık içilebilen, yasak
olmayan bir içecektir.
Müslümanlar,
temizliğe hem dinî, hem de kültürel açıdan çok önem vermelerine rağmen, Karl May
için sabun ile ilk defa tanışan, pislik içinde yaşayan, dışarı elbiseleriyle
yatağa giren, iç çamaşır değiştirmeyen, kurbağalı ve köpek yıkanmış gibi suyu
bulunan kuyudan su kullanan, pis çarşaflı ve böcekli odalarda uyuyan insan
tiplemesidir.
Türk
ve Balkan insanının kültürsüzlüğünü, görgüsüzlüğünü ve medeniyetten bîhaber olduğunu
ise satır aralarında, ilk defa gördüğü alârm saatini şeytan icadı sanan,
Almancada bir kelime ile ifade edilen bir beyanın Türkçede 3 kelime ile ifade
edildiğini, yemek yerken elbiseye dökülmemesi için kullandıkları kumaş peçeteyi
yardımcılarının masa örtüsü zannettiğini, Türklerin pilavı elle bir top hâline
getirerek yediğini, berbat yemek tarifleri verdiklerini yazarak son derece
yanlış ve aşağılayıcı tasvirlerle anlatmaktadır.
Devlet
ve medeniyetin önemli göstergelerinden biri olan Osmanlı ordu yollarının Alman
keçi yollarından daha berbat bir durumda olduğunu ifade etmektedir.
Kadınların
toplumdaki yeri ve davranışları ile alâkalı benzetmeleri ve örneklemeleri de yine
olumsuzluk üzerine kurulmuştur. Kuyuya düşen bir kadına yardıma gelen adama,
kadının peçesiz ve eli örtülü olmadığı için yardımı reddettiğini, fakat yardım
edenin Hıristiyan olduğunu öğrendikten sonra nâmusuna halel gelmeyeceğini
düşünerek yardımı kabul ettiğini, Müslümanların gözünün hep nâmussuzlukta
olduğunu düşündürtmektedir.
Emirleri
dinleyen bir kadının ise zaptiye tarafından falaka ile tehdit edilmesinden,
Türk toplumunda (hâl hatır mânâsındaki) “Eşiniz
nasıl?” tabirinin büyük bir suç olduğundan ve ölüme sebebiyet vereceğinden
bahsetmektedir. Hizmetçi kadınları hatâ yapmaları durumunda kamçıyla dövmenin
gelenek olduğunu anlatmaktadır.
Kurban
kesme ve idam sahnesindeki tasvirleri ise birbirine benzemektedir: “Mandanın boynuzlarına iki ayrı ip dolanıyor
ve hayvan bu iplerle bir kazık boyunca yukarı çekiliyor. Yukarıda bulunan yatay
bir kalasın üzerinde ise bir adam, elinde baltayla hayvanın başına, onu
öldürene kadar vuruyordu. Mandanın can çekişmesi korkunçtu.” (S.294)
Oruç
ise Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri tüm gün boyunca hiçbir şey yememek
şeklinde gösterilmektedir. Suç
işleyenlerin ceza olarak idam edilme
sahnesi ise hayâl güçlerini zorlamaktadır: “Darağacına
ters olarak asılırsın, ardından sana üç şişe zehir içirilir, son olarak kafan uçurulur.
Tabiî yine ters olarak, ayakların yukarı gelecek şekilde…” (S.178)
Hattâ
ekmeği küçülten esnafın cezası, kulaklarından kapıya çivilenmektir.
Tütün
ile alâkalı olarak Peygamberimize yakıştırdığı ise hakarete varacak düzeydedir.
Bir tütün içme sohbetinden sonra kendini de duruma göre Müslüman olarak tanıtan
Nemsi’nin diyaloğu şöyledir:
“-Efendi, bu
cennetin misk-i amber kokusu! Böylesini Peygamberimiz bile içmemiştir.
-Bence de
içmemiştir. Çünkü onun zamanında Cebeli (atlı inzibat) yoktu.
-Şayet olsaydı, arşın yedinci katında bulunan
tarlalara ekebilmek için, Hazreti Muhammed, Hakk’ın rahmetine kavuşurken tohumları
muhakkak yanına alırdı…” (S. 51-52)
Buna
ek olarak, Balkan dillerinde tütün kelimesi “duhan” şeklinde kullanıldığı için,
Kur’ân’ın beşinci sûresinin adının “Duhan” olduğunu iddia eder.
Batı’da
kökleşmiş bir inancın tezâhürü olarak, Kur’ân-ı Kerîm’in Ahd-i Cedid ve Ahd-i Atik’ten alıntılarla Muhammed (sav) tarafından
oluşturulduğunu söyler. Bunu duyan Müslüman karakteri ise, neredeyse İslâmiyet’ten
dönme noktasına gelecektir.
İslâm
dünyasında kullanılan ölçü ve matematik hesaplamaları ile alâkalı olarak ﻕ harfi, ebced hesabına göre “100” rakamına
denk gelir ki bunu bildiği hâlde, Türklerde uzaklık ölçü birimi olarak 25 ağacı
120 kilometre olarak ölçtüğümüzü iddia eder. Dîvan-ı Lügati’t-Türk’te “yığaş” ölçü birimi, Orta Asya’da
Türkler arasında kullanılan bir birimdir ve daha sonra “ağaç” şeklinde de kullanılmıştır. Fakat “25 ağaç eşittir 120
kilometre” tarzında bir matematiksel hesap ile neyi murâd ettiği tam olarak anlaşılamamaktadır.
Kitabın
ana karakteri Kara Ben Nemsi’ye göre, bir Türk’ün uzun uğraşlarla becerilerini
geliştirebilecek sabrı yoktur. Türk-Müslüman her türlü düzenbazlığı,
adaletsizliği yapan, eziyet eden, kadına değer vermeyen yani aklımıza
gelebilecek her türlü insanlık dışı muameleyi yapan karakterdir.
Almanca
konuşulan coğrafya ve 46 dildeki dünya insanları, kurgusu ve akıcılığı ile
kendisine bağlayan bu eserleri 100 yıldan fazla süredir okumaktadır. Bu
eserleri okuyan ve Türkler üzerine propaganda etkili hayâl ürünü romanlar ele
alan birçok yazar peydahlanmıştır.
Türk
ve İslâm dünyasına karşı olumsuz eserler yazma geleneği bu yüzyıla kadar devam
etmektedir. Avusturyalı Franz Werfel
(1890-1945), 1933’te yazdığı “Musa Dağı’nda 40 Gün” (40 Tage des Musa Dagh) adlı kitabıyla, Hatay şehrinde, tehcir
sırasında kaçan ve Musa dağında 40 gün bulunan kişilerin hikâyesini
romanlaştırmış ve 1980 yılında bu roman, beyazperdeye aktarılmıştır.
Filmde
Ermeni kızlarına tecavüz eden, askerlere peşkeş çeken, hattâ Ermeni grup
liderinin küçük oğlunu yatağa bağlatıp tecavüz ederek öldüren ve babasına
gönderen bir Osmanlı komutanı resmedilmektedir.
2020
yılında, Hatay’ın Samandağ ilçesinde bulunan ve Türkiye’nin tek Ermeni köyü
olan Vakıflı’da, Ermenilerin yaşam tarzlarını, kültürlerini, gelenek ve
göreneklerini yansıtmayı hedefleyen bir müze açılmıştır. Film ekibinden
bazıları uzun yıllar sonra pişman olduklarını itiraf etseler de 1978 yılında
kırık Türkçeleri ile konuşan Ermeni ve Yunan aktrislerin oynadığı ve Türkiye
müsaade etmediği için Malta’da çektikleri “Gece Yarısı Ekspresi” (Midnight Express) filmi de bu bakış
açısının ve propagandanın devamı sayılabilecek sinema örneklerindendir.
Bu
gibi kitapları ve filmleri takip eden nesillerin zihninde İslâm ve Türk
imajının değişmesi ise çok zor bir süreci gerektirmektedir.
Son
olarak, Balkan Uçurumlarında kitabının
akıcılığını, dönemin tâbirlerini ve mükemmel tercümesi için Alman ve Avusturya
edebiyatından önemli eserler tercüme eden Ogün Duman’ı tebrik ederim.
Kaynakça
Karl May, Balkan Uçurumunda, Yurt Kitap
Yayın, 2000
Yermukhamet Maralbek, Muhammet
Koçakkaşgarlı, Mahmut’un Divanu
Lügati’t-Türk Adlı Eserinde Yer Alan Ölçü Birimleri, Türk Kültürü ve Hacı
Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Sayı 88, S.187-199, 2018
Sabri Eyigün, Kitle Yazını İçinde Karl
May’ın Roman Kahramanları veya Modern Çağın Don Kişotları, Fırat Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 13. Sayı 2, Sayfa 115-127, Elazığ-2003