TARİHE bakarken hakikatin üstünü örten ne varsa sıyırıp çekmek hem insanlığa hem vatana borcumuzdur. Acaba ilk duyduğum andan itibaren adı aklıma kazınan tarihî şahsiyetlerin başka adları var mıydı? Beni heyecandan meraktan uyutmayan ilk soru buydu…
İlk keşfim, Oğuz Kağan oldu. Önce bir destan kahramanının gerçeğe dönüştüğü Mete Han’ı fark ettim. Mete’ye baktığımda aslının “Motun” olduğunu anladım. Hatta kelimeyi çevirince “Kunmo” olduğunu hayretle gördüm. T ve K harfleri birbiri yerine kullanılıyor. Bazı harfler değişince bile gerçeğin örtülmesi an meselesi. Sonra “Alp” ve “Er” kelimeleri karşıma çıktı. Kahraman anlamına geldiğini okuduğumda “Tonga” kelimesiyle de tanıştım. Bu bir lakaptı, “pars” anlamına geliyor ve gücü ifade ediyordu. Şimdiye kadar bu üç ismin aynı kişiye ait olduğunu netleştirmekle kalmadım, babasının ve Türk boyunun hangi isimlerle anıldığını da çözümledim. Mete’ye dönüşen “Motun” ismi, o zamanın Kıtay/Maçin’in yani günümüzdeki adıyla Çinlilerin verdiği bir isimdi (40 yiğidin beyi anlamında). Yenisey’den gelen Burutlar, Motun’un doğduğu boydu. Bu çocuğun babası Teoman yani Tumen’di. Diğer söylenişi ise “Bumin Kağan”dı. Hatta “İlteriş Kağan” diye bilinen de aynı kişiden başkası değildi. Burutlar Çinlilerin deyimiyle Wusunlar oldular. Mete’nin kırk çorosuyla/ yiğidiyle Kırgız adını aldılar.
Bunlar çok önemli bilgiler çünkü tarihin karanlığına ışık olan bilgiler. Peki Kırgızların meşhur Manas Destanı’nın tam da bahsi geçen Mete’nin hayatını anlatacağı hiç aklınıza gelir miydi?
Gelmezdi elbette çünkü kilit vurulmuş onca kapının ardındaki bir sırdı. Manas kimdi derseniz? Oğuz Kağan’dı, Mete Han’dı, Alp Er Tunga’ydı. Bakalım bu kadarıyla kalacak mı? Orhun yazıtlarındaki meşhur Bilge Kağan da Motun’dan başkası değildi. Bilgeliği ile bu üne kavuşması şaşılacak bir şey değil tabii.
Şimdi diyeceksiniz ki Moğollar kim?
Şimdi bir sıralama yapacak olursak Manas olarak ilk adını doğduğunda alan bir Beyin oğlu, destana göre Cakıp/ Yakup Han’ın oğluydu. Yakup Han ise Çinlilerin deyimiyle “Tumen” yani Teoman’dı. 14 yıl boyunca çocuğu olmadığından kara çadırda oturduğu için “Kara Han” olarak da nam saldı. Çünkü bu bir lakaptı. Cakıp Han oğlunu Yüeçilere yani Kalmuklara yani Moğollara rehin vermek zorunda kalmıştı ve oğlu yıllarca onların elinde kalıp sonunda kurtulmuştu ve oğlunu onurlandırmak için on bin askeri emrine verdiği için “Tumen” lakabını aldı.
Şimdi diyeceksiniz ki Moğollar kim? Onlar Mete Han’ın amca oğulları, demem o ki kanlı canlı öz be öz Türk ırkı. Onları Moğol olarak ayıran ve ayrıştıran sebep, inanç meselesi, o dönemin hak dininden uzaklaşmışlardır. Her türlü haramı rahat uygulamalarının sebebi de budur.
Gelelim Oğuzname’nin son kısmındaki Dede Korkut hikâyelerine... İşte bu da tarihe heyecanla bakmamız için bir kritik açı ortaydır. Dede Korkut, “Hızır” diye bilinen Oğuz Kağan’a da vezirlik yapmış bir zat. Hatta ta küçüklüğünde Sibirya gergedanını öldürdüğü için “Boğaç” adını alır. Bugu Kağan olarak da kayıtlara düşen Manas’ın adı desek tam olarak doğru söylemiş oluruz. Bütün bu isim listesine İran tarihine Afrasyab olarak giren de aynı Oğuz Kağan’dır. Tabii yerilirken övülen bir kahraman olduğunu hemen fark etmemek imkânsız.

Tarihin akışını en başından doğru takip edip kafamızda bir bütünlük kurmak, ciddi bir çaba gerektiriyor. En azından bunun farkındalığına bir taş bile koyabilirsem bu satırlar amacına ulaşır ve tarihin örtüsünü kaldırınca muazzam bir akışın içinde kendi yerimizi görmek eşsiz bir mutluluk olur.
Bu isimlerin hepsi Kehf suresinde geçen Zülkarneyn’dir
Bütün bu muazzam bilgi bütününe ulaşmak için gecemi gündüzüme katarak yıllarımı verdim. Aslında çıkış noktam Kur’ân’da adı geçen bir tarihî şahsiyet olan “Zülkarneyn” lakaplı kişiydi. Belki de bir peygamberdir diye düşünülen zamanın devasa hâkimiyetini sağlamış birini ararken karşılaştım bu isimlerle. İşte bütün bu isimler tek çatı altında Kur’ân’da toplanıyordu. Oğuz Kağan, Mete Han, Boğaç Han, Bugu Han, Afrasiyab, Alp Er Tunga, Mete Han, Motun ve Bilge Kağan… Bu isimlerin hepsi aslında Kehf suresinde geçen Zülkarneyn’dir ve tarihin en gerçek yanıdır. Bilge Kağan’ın veziri Tonyukuk, Manas’ın kırk yiğidinden biri olan Almambet ve Taberi’de geçen Siyavuş hep aynı kişidir. Olaylara daha derinden bakınca Mete Han’ın batı ve doğu seferlerinden sonra ulaştığı akıl almaz sınırları görürüz. Yol boyunca karşılaştığı Antakya ve kuzey batıdaki Cermen göçebe halkı ve Vikinglerin yaşadığı İsveç-Norveç topraklarında kurduğu hâkimiyetten sonra Nart destanlarında Odin olarak ve savaş tanrısı diye bilindi. Evet, bu da mı demeyin, Odin de aynı kişiydi. Hatta Manas’ın ilk eşi Kanıkey bu destanlarda Frig olarak tarihe geçti. Thor da Odin ve Frig’in oğlu olarak tanrılaşan isimlerdendi. Yukarda bahsi geçen Moğollar yani Yüeçiler ise Kur’ân’da aradığımız Ye’cüc Kavminin ta kendisi. Yine bir isim karmaşası daha sunabilirim. İbranicede “Saka”, konar göçer demekti. Grekler ve Romalılar Schyther (Scythia) İskit demişlerdir Çinliler/ Kıtaylar ise onlara Hun (göçebe) ismini verdiler.
Asya bozkırlarında, Çin topraklarında tarihin seyri değişirken Kudüs tarafında Kenanileri yani bilinen adıyla Fenikelileri, daha geriye gidince Ahamenişleri görüyoruz. Yani kral olan Davut Peygamberi... Diğer adıyla Demir Han’ı… Tabii ki oğlu Süleyman Peygamber’i… Manas’ın ilk eşi Kanıkey ise çok büyük ihtimalle Davud Peygamber’in kızıdır. Yeri gelmişken yazayım, Bilge Kağan’ın kardeşi Kültigin de İstemi Kağan’ın ta kendisidir. Demek ki bir kişi yaşadığı dönemdeki devletlerin tarihinde ve dilinde başka adlarla yazıldılar. Biz bu isimleri ayıklayana kadar kim hangisini ilk kez duyduysa o bilginin dışına çıkamadı. E tabii isimler başka, tarihler başka olunca gerçeğe ermek nasıl mümkün olsun? Aynı durumu Nuh Peygamber’in zamanı olan Sümerlerde de görmek mümkün. Nuh’un gemisinin Ararat yani Ağrı Dağı’nda bulunuşunun ardından köy ve kasabaları inceleyince derinlere gömüldüğünü keşfediyorum. Çünkü o döneme ışık tutacak yer isimleri değiştirilmiş ve tarihin seyri değişmiş. En başında Nuh’un ismi kendi döneminde Atrahasis’ti. Ana akım tarih dedikleri tarihe karşı güvenle bakmak mümkün değil. Sümerler, Basra Körfezi’nin kuzeyinde yaşadılar ama tufandan sonra Nuh’un oğlu Yafes’le beraber Hazar Denizi’nin doğusuna ve oradan da Ötüken’e kadar ilerlediler. Dünya tarihine Türklerin, Yunanlıların ve Çinlilerin ve Medlerin (Pers, İran) çıkışı Yafes’le başlar çünkü hepsi de Yafes’in öz oğullarıdır. (Yafes ile Grek mitolojisindeki Japetus (Iapetos) arasında ilgi kurulmuş ve Yafes’in Titan Japetus olduğu ileri sürülmüştür.) İşte onlardan biri de Türklerdi ve tekerleği at arabasında kullanan Kanglı ve Kengerler olarak anılan göçebeler onlardı. Moğollar nasıl Türk ise Kanglılar yani Olcay Han olarak da bilinen Yafes’in oğlu da Türk’tü. Ama Mogol olarak ilk ayrılış, Mete Han’ın amcalarıyla başladı çünkü hak dini reddettiler. Meselâ Tur dağına bakınca ilginç geliyor. Türk’e İran’da “Tur” deniyor. Tur dağının yamacında Tuva Türkleri var ki ikisi öz kardeştir. Sonra Asya’ya göçüyorlar ve Turan İmparatorluğu ve Tuvalar olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Zamanlama ve isimler çok önemli, değil mi? Sümerler demişken onların tarih sahnesine çıkışlarının ardında İdris Peygamber var. İdris bir lakap ve Nangzida, Hermes (Mısır’da) Herkül (Yunan, Grek), Hanok, (ibranilerde) Uhnuh, Enok (Hıristiyanlıkta), Thoth (Mısır’da) gibi isimlerin hepsi aynı kişiye ait. Anunnakiller konusu günümüzün en çok merak edilenlerindendir. Enki diye bilinen tanrı da yine İdris Peygamber’den başkası değil. Yani uzaylı diye tabir edilmeleri sadece bir hayaldir. Güçlü olduğu için krallar atayıp vahyi bilgiyi aktardığı için tanrılaştırılmıştır.
Bozkurt Destanı’nda Mete Han’ın çocukluğundan başlayan olaylar anlatılır
Meselâ, diyelim İbranice’de ve Antik Yunan’da aynı kişinin ismi değişiyor. Bizim bildiğimiz adıyla İdris Peygamber, Sümerlerden de önce Mısır medeniyetini kuruyor, zaten Mısır’daki Münif denilen yerde doğmuştur. Mısır’a yıllar sonra bakınca Yakup Peygamber’in oğlu Yusuf Peygamber’i göreceğiz. Acaba hangi isimlerle gizlenecekler, merak ediyorum. Yusuf Peygamber’in vezirliği döneminde Kenan yani Kudüs’ten gelen İbraniler Mısır’a yerleşiyor ve uzun yıllar sonra Hz. Musa ve Firavun zamanında tekrar Mısır’dan çıkıyorlar. Mısırlı tarihçi Ahmad Osman, Yusuf’un “Yuya” olduğunu söyler. Acaba Musa kimdi o dönemdeki adıyla? Musa en yaygın anlamıyla “sudan gelen” anlamına gelen bir lakaptı. Benim dikkatimi çeken isim Amonra ve Akenaton oldu. Ramses adıyla bilinen Firavun, aslında adını Mısır Güneş Tanrısı Ra’dan alıyordu. Peki Ra kimdi? İşte tanrılaşmış olarak karşımıza bu noktada İdris Peygamber çıkıyor. Onun olağanüstü gücü ve mucizeleri sebebiyle zaman içinde tanrılık sıfatları yakıştırılmıştı. Yunan’ın Zeus’u, Babil’in Marduk’ u Hunlar’ın Tengri’si, bildiğimiz Allah kelamının o dillerdeki karşılığıydı. Hz. Musa, Moşe veya Moses’in eşi Safura yani Sippora’dır. İlk duyunca şaşırmak ve reddetmek duygusunu anlıyorum ama zahmet edip derinlere dalınca hakikat karşımızda güneş gibi duracaktır eminim.
İsim ve tarih karışıklığı destanların tercüme ve çözümlenmesinde de yanlış bir şekilde akıllara yerleşti. Manas Destanı ve Oğuzname aynı olaydan bahseder. Ergenekon destanı ise Manas’ın amcaoğulları olan Moğollar üzerine yaptığı baskın sonucu Moğolların dik bir dağ geçidinden geçip (Ergenekon) 400 sene sonra dağın demir kısmını eritip 30 bin kişi olarak dışarı çıkmaları ve güçlenerek Moğol istilasını gerçekleştirmeleriyle devam eden bir intikamdır. Şu (Saka) Destanı ise Büyük İskender’in Mete Han’ın torunuyla gerçekleşen bir mücadelenin destanlaşmasıdır. Göç Destanı yine Mete Han’ın torunu zamanında “Yada Taşı”nı çeyiz olarak Çinlilere vermeleri sonrası meydana gelen kuraklık ve göç olayıdır. Bozkurt Destanı’nda yine Mete Han’ın çocukluğundan başlayan olaylar anlatılır. Alman (Cermen) ve İskandinav destan ve mitleri de tam olarak Mete Han’ı anlatır. Çünkü etki alanı çok geniştir. Zihnimizde bu düzenlemeyi yapmak zorundayız, yoksa karmakarışık bir tarihin arasında yok olur gideriz.
Sadece isim değişikliklerinin içinden çıkmak bile zorken tarihin tozlu sayfalarını örten bir başka toprak yığını da tarihlendirme. Çin tarihinden Türk tarihini öğrenmeye çalışırken birçok farklı bilgi karşımıza çıkıyor. Olaylar, isimler netleşmeyince farklı tarihlendirme arayışına giriliyor. Bu az uz değil, yüzlerce yıllık hatalara sürüklüyor. Dönemlerin dillerine göre yaratıcının isimleri de değişiklik gösteriyor ve güncel yorumlarda bambaşka sonuçlar çıkıyor. Tarihlendirme hatalarının getirdiği veri sonuçları arasındaki uçurumları da başka bir yazı konusu yapmak isterim.
Velhasıl, tarihin akışını en başından doğru takip edip kafamızda bir bütünlük kurmak, ciddi bir çaba gerektiriyor. En azından bunun farkındalığına bir taş bile koyabilirsem bu satırlar amacına ulaşır ve tarihin örtüsünü kaldırınca muazzam bir akışın içinde kendi yerimizi görmek eşsiz bir mutluluk olur.



