Ortak sevdâmız Türkiye

Bizim için Türkiye, Edirne’den başlayıp Kars’ta biten bir ülkenin, bölgenin veya coğrafyanın adı olmadı hiçbir zaman. Buradan yani Anadolu’nun bağrından bakıldığı zaman, Halep’ten Şam’a, Kerkük’ten Musul’a, Saraybosna’dan Üsküp’e kadar her yer görünür. Buraları terk etmek yahut zayıf bırakmak, o diyarları yalnızlığa bürür. Burası ülkelerden bir ülke, topraklardan bir toprak değildir.

İNSANOĞLU, ağaç misâli… Doğduğu, büyüdüğü yani yaşamış olduğu yerlere köklerini salar. Kültürüyle, geleneğiyle, fikir ve düşünceleriyle kök saldığı o derin topraktan âdeta beslenir. Göç, insanoğlunun mâzisindeki bu derin köklerinden acımasızca koparılması ve sökülüp çıkarılması gibidir.

Göç, yüz, hattâ bin yıldır kendi toprağına kök salmış, akabinde dal olmuş, ağaç olmuş, çınar olmuş insanoğlunun bilmediği, görmediği, hissetmediği ve yaşamadığı bir toprakta yeniden var olma ve kendini bulma çabasıdır aslında.

İnsanoğlu nasıl ki doğum öncesi alıştığı, yaşadığı, huzur bulduğu o ana rahmini bırakmak istemez ve nihâyetinde birçok sancı ve sıkıntıyla dünyaya teşrif eder, bir memleketten başka bir memlekete göç edenler için de aslında ikinci bir doğum sancısı gibidir göç. Fark şudur ki, ilk doğumda ağrılar, sancılar ve dertler biter ama göçle gelen bu ikinci doğumda dertler, sıkıntılar ve kederler tekrar başlar. Beraberinde sıla özlemini, aile yokluğunu ve vatan hasretini de beraberinde getirir. Sanırım en çok da bu yaralar insanoğlunun yüreğini, gönül evini.

Bugün dünya genelinde göçmen sayısının günden güne arttığını görüyoruz. Afrika’daki açlığın ve işsizliğin ciddî bir boyuta ulaşması, Afganistan gibi bölgelerde iç çatışmaların hâlen devam etmesi, Irak’taki bazı bölgelerin terör örgütlerince güvenlik ve huzur yönünden tehdit edilmesi, Suriye’de hâlen devam eden çatışmalarla birlikte istikrarsızlık ve diğer ülkelerde yaşanan insanlık ve onur incitici durumlar, maalesef milyonlarca insanın yurtlarından kaçıp köklerinden koparak başka yerlere göç etmelerine neden olmaktadır. Bu alanda hem bölgemizde, hem de uluslararası plâtformda kimlik fark etmeksizin insanlığa gönlünü ve bağrını açan ender devletlerden biri de Türkiye olmuştur. Mazlumlar için âdeta Nûh’un (as) gemisi olan Türkiye, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde bu görevi bir medeniyet bilinciyle yapmaktadır.

Topkapı Sarayı’nın kapısında şöyle bir ibâre yazar: “Yâ vâliyete külli mazlum.” Yani “tüm mazlumların sığınağı olan bir kapı”… Aslımızı yani özümü kısa ve net bir şekilde özetleyen muazzam bir cümledir bu.

Ecdâdımız asırlarca gönülden bir anlayışla, bu topraklarda hüküm sürdü. Bizler de bu vesîleyle gerek Anadolu’dan, gelen irfanımızla, gerekse de onun öncesinde bu alanda her zaman iddialı bir millet olduk. Bazen dinimiz ve inançlarımızla ilgili oldu iddiamız, bazen de dünyaya adalet ve merhameti yaymakla ilgiliydi. Bundandır ki, inançlarımız ve geleneklerimiz bizi, insanoğlunu merkeze almaya itmiştir. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” düsturuyla her millete gönlümüzü açmışızdır. Aslında bugün de o geçmişin vefâsını yerine getiriyoruz. Bunu yapmakla onur ve gurur duyuyoruz.   

Evet, devletler hem vatandaşlarının menfaatini, huzur ve refahını, hem de onların can ve mal güvenliğini sağlamak için bazı adımlar atarlar. Ancak unutmayalım ki, devletlerin bir görevi de, bazen üzerinde bulunduğunuz toprak ve geçmişten getirdiğiniz medeniyet kodlarıyla üzerine bazı sorumluluklar yüklenir. Doğrudan sizleri ilgilendirmese de bazı adımları atma, bazı görevleri üstlenme hissiyatı doğar. Çünkü devletlerin de vicdanı vardır. Tıpkı insanoğlu gibi… Devletlerin itibarları da üzerlerine yüklenen o sorumlulukları yerine getirebilme kabiliyetlerine göre şekillenir. Biz bu Orta Doğu coğrafyasında bin yıldır hüküm süren bir medeniyetin evlâtları olarak, kâh Anadolu Selçuklu bayrağı altında, kâh Osmanlı bayrağı altında bu sorumluluğumuzu hakkıyla sürdürdük. Nihâyetinde bugün de bunu hem bölgemize, hem de uluslararası arenada her bir devlete ve millete ders verir meziyette, ay yıldızlı şanlı Türkiye Cumhuriyeti bayrağı altında sürdürüyoruz, inşallah ilelebet sürdüreceğiz.

Devletlerimiz değişmiş olsa da Anadolu medeniyetimizin o eşsiz vicdanı, dünyaya hâlâ aynı sorumluluk bilinci ile bakmaktadır. Bugün, Küresel İnsanî Yardım 2018 Raporu’na göre Türkiye’nin dünyada geçen yıl en çok insanî yardım yapan ülke olması, bu vicdanla ilgilidir.       

Coğrafyamızda, özellikle Suriye kaynaklı göç hareketlerinin hedef ve geçiş noktası olma durumunu yaşamamız, bu vicdanî sorumluluk üzerinden de bizlerle ilgilidir. Güzel ve farklı olan şu ki, biz bu vicdanî sorumluluğu, Batı’da Aylan bebek kıyıya vurunca fark etmeyen ender bir millet olduk. Zaten bizim bu topraklarla tarihî bir soy bağımız ve kültür bağımız var. Bu yaşanan durumları geniş bir çerçevede değerlendirmemiz ve ona göre adımlar atmak, üzerimize düşen aslî bir görevdir.  

Efendimiz’in (sav) dediği gibi, “Müslümanlar bir bedenin uzuvları gibidir; nasıl bedenimizin bir uzvu acı çektiğinde diğer organlar da o acıyı hissediyorsa, dünyanın neresinde olursa olsun, din kardeşlerimizin dertleri ile dertlenmek”, aslında bize ecdattan gelen bir mîrastır. Halep’teki yetimlerin acısı, bizim acımızdır, Musul’daki, Yemen’deki veya Gazze’deki mazlumların acısı, bizim acımızdır. Haksızlık, zulüm ve adaletsizlik karşısında susmak veya tarafsız kalmak, bizim özümüze, geleneğimize ve irfanımıza asla yakışmaz! Tarih boyunca olduğu gibi bugün de Türkiye, hiç kimsenin kimliğine bakmadan, zalimin karşısında ve mazlumun yanında olmaya devam etmektedir.

Bizim için Türkiye, Edirne’den başlayıp Kars’ta biten bir ülkenin, bölgenin veya coğrafyanın adı olmadı hiçbir zaman. Buradan yani Anadolu’nun bağrından bakıldığı zaman, Halep’ten Şam’a, Kerkük’ten Musul’a, Saraybosna’dan Üsküp’e kadar her yer görünür. Buraları terk etmek yahut zayıf bırakmak, o diyarları yalnızlığa bürür. Burası ülkelerden bir ülke, topraklardan bir toprak değildir. Bu şanlı devlet ve bu aziz millet, ümmetin duâsı ve gönül coğrafyasıdır. Zaman geçse de, sınırlar çizilse de Türkiye’nin gönül coğrafyasının temelinde her zaman insan sevgisi vardır. Ve bundan dolayıdır ki, her millete gönlünü açan ender bir medeniyet olmuştur Türkiye.

Vakit, artık farklılıkları zenginlik kılıp bir olma, beraber olma yani kardeş olma vaktidir! Bu aşamada Türkiye, bizim ortak alanımız ve ortak sevdâmız olmaya devam edecektir.

Duâ ve hürmetlerimle…