
ACI, kayıp ve bilinç gibi ortak tecrübeler kişileri topluluklar hâlinde birleştirerek kitlesel eyleme ve sosyal değişime kapı açar. Bu birleşme, bazen kendiliğinden bazen de özenle organize edilmiş hareketler aracılığıyla gerçekleşir.
Ortak sıkıntıların birleştirici gücü, empati ve dayanışma duygularından kaynaklanır. Bir zorlukla karşı karşıya kalan bireyler, benzer deneyimleri paylaşan başkalarında teselli ve anlayış bulurlar. Bu paylaşılmış deneyim, güçlü bir bağ oluşturur ve kolektif bir kimlik duygusu yaratır. Örneğin, bir doğal afet sonrası, bu felaketten etkilenen topluluklar, yardımlaşma ve dayanışma ruhuyla bir araya gelir, kaynaklarını paylaşır ve birbirlerine destek olur. Benzer şekilde, sosyal adaletsizliklere karşı mücadele eden hareketler, ortak bir amaç etrafında birleşen bireylerden oluşur. Irkçılık, cinsiyetçilik, inanç özgürlüğü veya yoksulluk gibi sorunlarla mücadele eden insanlar, ortak tecrübeleri ve gayeleri sayesinde güçlü bir hareket oluştururlar.
İnsanların ortak sıkıntıları etrafında birleşerek birlikte hareket etmeleri, insanlık tarihinin çok önemli bir yönüdür. Bu birleşme empati, dayanışma ve kolektif eylem kapasitesi sayesinde güçlü bir etkiye sahiptir. Bu şeklideki kitlesel oluşumların gücü, sayısal üstünlük ve birlikte hareket kapasitesinde yatar. Bireyler tek başlarına sınırlı bir etkiye sahip olabilirler. Ancak birlikte hareket ettiklerinde daha büyük bir etki oluşturabilirler. Ne yazık ki günümüzde bu gücü ortadan kaldırmak için insanlar olabildiğince bireyselleştiriliyor.
Bizim burada dikkat etmemiz gereken husus, perdenin arkasında kimlerin olduğudur; çünkü “Propagandaların etkili olması için propagandacıyı gizlemek gerek” der George Orwell.
Bilinmeyen düşman bize allı pullu silahlarıyla saldırırken bizler acılarımızı, hız ve haz potasında eriterek tepkisiz toplumlar hâline geliyoruz. Oysa acının birleştirici gücü empati ve dayanışma duygularından kaynaklanır. Zorluklarla karşı karşıya kalan bireyler acıların paylaşımı ve deneyiminde teselli bulurlar. Bu paylaşımlar güçlü birer bağ oluşturur. Ne zaman ki biz bireyselleşip paylaşım ve empati yeteneğimizi kaybedersek o zaman savunmasız hâle geliriz. Acıda bizi ayıran sistem, faydasız ve günübirlik hazlarda birleştirir. Üst akıllarca üzerimize atılan ölü toprağından silkelenip kendimize gelmemiz, bu yalnızlık ve bencillikle çok zor görünüyor.
Acı ve sancılarımızdan kaçmak yerine bizi bir ve güçlü kılacak dâvâlar hâline getirmemiz gerekiyor. Sancılar, doğumun ve mucizenin habercisidir. İnsanları diri tutan bu acı ve sancılardır. Acıyı hissetmek ve kabullenmek kolay değildir elbet fakat bizim gerçeklikten kopmamızı engeller. Bize sunulan ve nefsimize hoş gelen hülyalardan uyanıp gerçek olanı hatırlamamızı ve bu hakikatle yüzleşme zorunluluğumuzu bir an olsun unutturmaz bize.
Peki, bu yeterli mi? Tek başına yeterli değil elbet. Gerçeklikle, yüzleşmek istemediğimiz ve görmezden gelmek için her türlü bahaneye sarıldığımız o hakikatle aramızda bir köprünün var olmasını sağlayabilir ancak. Derin bir nefes alıp, acı ve sancılarımıza tutunarak o köprüden geçip gerçeği kucaklamak ya da bütün olumsuzluk ve kederleri görmezden gelip yalnızca hissetmekten keyif aldığımız, yalan duyguların rahatlatıcı konforunda kendimizi aldatmaya devam etmek yine bize bağlı.
Özelde insanın, genelde ise toplumların gerçek kimliği kritik dönemlerde belli olur. Sadece hazlarımıza odaklanıp acıları yok saymak da bir seçenek. Bu durumda acı ve sancılarımız artık bizi ve toplumumuzu dönüştüremez. Ve bu kolektif sanrılar, yaratıcı estetik duygularımızı diriltip toplumumuzu harekete geçiremez.
Olumsuzlukları görmezden gelip kendimizi aldatır ve bencilleşerek sadece kendini düşünen bir toplum hâline evriliriz.
Ve maalesef günümüzde yaşanan, tam da bu değil mi?! Sürekli haz ve dünyevî kazançlara odaklanan bir toplum hâline dönüşmedik mi günden güne? “Sadece ana odaklan! Gününü yaşa, anı yakala, zaman elinden kayıyor. Birey olarak değerli olan yalnızca sensin. Zevk almadığın şeyleri başkalarının faydası için bile olsa yapmak zorunda değilsin!” anlayışı pompalanıp duruyor her mecrada. Böyle çarpık bir bombardımana maruz bırakılıyor gençlerimiz ve adeta anestezi verilmiş böyle bir ortamda yavaş yavaş ellerinden alınıyor değerleri.
Böylesi bir palyatif anlayıştan derhal kurtulmalıyız. Hastalığın kendisini görmezden gelip tedavisinin mümkün olmadığını düşünmek yerine gerekli tedbirleri bir ana önce almalıyız. Biz kendimizi avutmaya devam ederken koca bir nesil ve geleceğimiz avuçlarımızdan kayıp gidiyor maalesef.