Orta kuşakta yeni bir eksen: Türkiye

Türkiye, kısa zamanda tarihî tecrübesine ve derin devlet aklına istinaden bölgeyi domine etmeye başlayacaktır. Önü açılan Türkiye, sadece kendi bölgesinde etkin olmayacaktır. Önce TDT vasıtasıyla Türk ülkelerini, ardından Müslüman kimliği sayesinde Asya ve Afrika İslâm ülkeleriyle Balkanları ve sonunda da bağlantısız Lâtin Amerika ülkelerini etrafında toplayarak Türk eksenini kuracaktır.

DÜNYADA mevcut güç odaklarının birbirlerine karşı aldıkları pozisyon ve takındıkları tavra bakılınca bizim de içinde bulunduğumuz orta kuşak coğrafyası üzerinde bir güç boşluğunun doğduğu görülmektedir.

Ne demek istediğimizi biraz açalım…

An itibarıyla dünyada üç büyük hegemonik güç, yeni bir dünya şekillendirmek için kıyasıya bir mücadeleye girmiş vaziyettedir. Bunlardan ilki, dünyanın İkinci Dünya Savaşı’ndan beri tartışmasız hâkimi olan ABD’dir. ABD, 2000 yılından itibaren ciddî mânâda bir güç kaybetmeye başladı. Özellikle CIA’nin tertiplediği 11 Eylül kurmacası, bu güç kaybının önünü kesmek ve ABD’yi daha güçlü bir şekilde dünya sahnesine taşımak için bir tertipti. Lâkin 11 Eylül mizanseni ile ortaya konulmak istenen hesap, sahada şaştı. ABD bu zaman zarfında hem Irak, hem de Afganistan’da büyük bir zaman ve güç kaybı yaşayarak diğer hegemonik güç olan Çin ve Rusya’nın önünü açmış oldu.

Bu yirmi yıl zarfında Çin, ekonomik açıdan muazzam bir büyüme göstererek ABD’nin “1” numaralı rakibi oldu. Çin bu gelişmeyi sadece ekonomik alanda değil, onunla koşut olarak savunma sanayi alanında da gerçekleştirerek kendisini ABD’nin askerî gücüyle dengeleyecek bir yapıya taşıdı.

Çin bu süreci tamamladığına inandığı 2020 yılından itibaren de ABD tehditlerine açıktan karşı çıkmaya ve kendi plânlarını dikte etmeye doğru evrilen bir tutum göstermeye başladı. 

ABD’nin diğer bir rakibi olan Rusya ise bu süreç zarfında petrol ve doğalgazın kendisine sağladığı malî imkânlardan yararlanarak savunma sanayiine yatırım yaptı. Böylelikle Sovyetler Birliği döneminde elinden çıkan bölgeleri yeniden baskılamaya ve bu bölgeleri kendisiyle hareket eden yapılara dönüştürmeye başladı. Rusya’nın zaafı, ekonomisinin Çin gibi güçlü olmamasıdır. Ancak çarlık gibi bir imparatorluk ve Sovyetler gibi bir rejim imparatorluğu bakiyesi olan Rusya, nerede, nasıl konumlanacağını çok iyi bilen bir ülke olarak hareket ettiği bölgelerde ABD çıkarlarını tehdit eder bir güç pozisyonuna geldi.

Rusya, bugün itibariyle eriştiği askerî güç ve imkânlarla mevzilendiği pozisyonları tutacak ve hatta bu mevzilerin dışına taşacak bir güç ve kabiliyete ulaştı. 

ABD, Irak ve Afganistan harekâtlarının kendisine hesapladığı gücü getirmediği gibi, gücünden çok şeyler götürdüğünü de tecrübe edince bu çıkmaz politikalarını zorunlu olarak değiştirme yoluna gitti. Zira ABD’nin Irak işgalinden maksadı Orta Doğu’yu, Afganistan’ı işgalinden maksadı da Orta Asya’yı elinde tutmaktı.

Lâkin evdeki hesap çarşıya uymayınca, birinde Irak’a, diğerinde de Afganistan’a saplanıp kalan ABD, yirmi yıl boyunca trilyonlarca dolar kayıp ve büyük bir hayâl kırıklığıyla geri çekilmek zorunda kaldı. Bu süre zarfında gördü ki, bu yirmi yılda rakipleri güçlenerek ABD’nin çıkar alanlarına gelmeye ve oralarda kendilerini göstermeye başlamışlar. 

ABD bu süreçte Çin üzerinde çok fazla durmayarak Rusya’nın nüfuz alanlarında birtakım renkli devrimlere girişip Rusya’yı batı ve kuzeyinden kuşatmaya çalıştı ve bu işi yaparken elindeki en etkili enstrüman olan NATO’yu kullandı. ABD’nin Rusya ile uğraşmasının tek amacı vardı: Rusya’yla Avrupa’nın entegre olmasının önüne geçmek ve zengin Rus enerji kaynaklarına kavuşması muhtemel Avrupa’nın kendinden bağımsız politikalar izlemesine mani olmak…

ABD, muhtemel bir Rusya-Avrupa yakınlaşması ile Avrupa’nın elinden çıkacağını hesaplıyor ve bütün adımlarını bu ihtimâlin bozulmasına göre atıyordu. Bu amaç için de Rusya’nın batısından ve kuzeyinden kuşatılması gerekiyordu. Eski Doğu bloku ve Baltık ülkelerini NATO içerisinde birleştirerek bu kuşatmaya büyük ölçüde muvaffak olan ABD, en son Gürcistan ve Ukrayna hattında Rusya tarafından durduruldu.

Rusya, bugün ulaştığı askerî güç itibarıyla ABD’nin Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya alarak kendisini kuşatmasına müsaade etmeyecek düzeye çıktı. Rusya, şu an Ukrayna’ya müdahale etmesi durumunda ABD’nin kendisine mani olamayacağını gayet iyi biliyor. Onun tek endişesi, süreç içinde ABD’nin ekonomik yaptırım kartlarını kullanarak ekonomisini ve Ukrayna ordusuna gerilla savaşı yaptırtarak ordusunu zora düşüreceği konusudur.

Üçüncü savaş plânının iki cephesi: Ukrayna-Baltık ile Tayvan-Pasifik

Rusya, özellikle Ukrayna cephesinde ABD ile mücadele ederken Suriye ve Libya’daki pozisyonlarının zora gireceğini de elbette iyi biliyor. Gerçi bu ülkelerdeki pozisyonlarının karşısında doğrudan doğruya ABD yok, ancak buralarda Türkiye ile karşı karşıya oluşu, kendisi açısından ciddî bir handikaptır.

Çünkü Rusya, her iki sahada da vekilleri eliyle askerî harekâta başvurduğu hâlde Türkiye karşısında acı mağlûbiyetler alarak durmak zorunda kaldı. Hele Kafkaslardaki vekil devleti olan Ermenistan’ın Azerbaycan tarafından ezilmesi, Rusya’nın beklenmedik kadar kırılgan bir konvansiyonel güç olduğunu tüm dünyaya gösterdi. Zira Rus elektronik sistemleri ve mekanik silahları, Türkiye’nin son teknoloji ürünü olan dijital ve akıllı sistemleri karşısında pek bir varlık gösteremeyerek sahadan silindi.

Rusya’nın bu zaafını en iyi değerlendiren ülkeler de ABD ve İngiltere oldu.

ABD ve İngiltere, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesini istiyor ve hatta buna yol açmak için ellerinden geleni yapıyor. Hesapları şu: Rusya konvansiyonel silahlar açısından ne kadar güçlü olursa olsun, bu silahlarla Ukrayna’ya girdiğinde, ABD ve İngiltere, Ukrayna ordusunu dijital ve akıllı silah sistemleri ile donatarak bir gerilla harbi deneyecek ve Rusya’yı, daha önce  Sovyetleri Afganistan’da dağıttıkları gibi dağıtacaklar. Böylelikle Rusya, bir taraftan gerilla harbi ile askerî yönden yıpranırken, uygulanan çok şiddetli ekonomik ambargolarla da bir kavimler topluluğunu andıran kırılgan sosyolojik yapısı üzerinden sosyolojisiyle oynanan bir ülke olacaktır.

Meseleye ABD açısından bakınca, Rusya ile Ukrayna hattında büyük bir gerginlik yaşayan ABD’nin diğer taraftan asıl rakibi olan Çin ile bir an önce mücadele etmek zorunda olduğu görünüyor. Bunun için de özellikle Çin tehdidinden korkan Avustralya, Güney Kore, Yeni Zelanda, Tayvan ve Japonya gibi devletler ile bir ittifak kurup yanına da İngiltere’yi alarak Çin’i kendi hinterlandında baskılamaya çalışacaktır. Ancak ABD’nin şu anki gücü, Çin’i arzuladığı alan içinde tutmaktan uzaktır.

Bundan dolayı ABD’nin kısa zamanda Rusya ile Ukrayna cephesinde anlaşarak bir an önce Çin ile mücadele pozisyonu almak zorunluluğu vardır. Geç kalırsa, Çin’in bu çemberi kıracağını çok iyi bilmektedir.

İşte bu durumun gereği olarak ABD, Orta Doğu’daki yapılanmasını Afganistan’dan çektiği gibi çekerek bu yeni pozisyona eklemeye mecburdur.

Bu o kadar mübrem bir durumdur ki, ABD, özellikle Akdeniz’de başını ağrıtması muhtemel olan Doğu Akdeniz Boru Hattı Projesi’nden çekilerek Yunanistan, İsrail ve Güney Kıbrıs Rumlarını kendi kaderleriyle baş başa bıraktı.

ABD, kim ne derse desin, artık Orta Doğu’da ve Ukrayna cephesinde kalarak vakit kaybetmek istemiyor. Bir an önce bütün dikkatini Çin’e vermek ve Çin’i kuşatmak zorunda olduğunu gayet iyi biliyor. İşte tam da bu noktada, Türkiye’nin de içinde bulunduğu orta kuşakta büyük bir boşluk oluşmaktadır! ABD Irak, Suriye ve Akdeniz’den çekilmek zorunda olduğuna göre, buradaki boşluğu kim dolduracaktır? Elbette NATO’nun ikinci büyük gücü olan ve bölgeyi yönetme konusunda derin tarihî birikimleri bulunan Türkiye!

Türkiye’ye dikkatli bakan bir göz, onun tam bu noktadaki boşluğu görerek hızla harekete geçtiğini görür. Türkiye, derhâl sorun yaşadığı Körfez ülkeleri ile arayı yumuşatmaya başlamıştır. Elbette bu, iki taraflı bir süreçtir. ABD’nin çekileceğini ve İran’la baş başa kalacaklarını gören Körfez ülkeleri de doğal olarak Türkiye’ye yanaşmışlardır. Bu gerçeklik her iki taraf için de kazançlı olacaktır.

Türkiye ekonomik açıdan Körfez ülkelerinin fonlarından yararlanırken, onlar da askerî güç ve nüfuz açısından Türkiye’den yararlanacaklardır. Bu halkaya Mısır ve Amerikan desteğinden mahrum kalacak olan İsrail’in de katılacağını tahmin ediyoruz.

Türkiye, Körfez ülkeleri ile ilişkileri genişletince Libya sorununu da uzlaşmayla çözme imkânı elde etmiştir. Mısır’la alttan alta başlayan ilişkiler görünür hâle geldiğine göre, yakında Mısır ile bir MEB anlaşması ve yanında Mısır-İsrail doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktarılmasına ilişkin projeler açıklanırsa şaşmamak gerekir.

Zira ABD, Rusya’nın Ukrayna sınırında kalmasını ve ekonomik olarak da Avrupa ile entegre olmasını istemediğine göre, zorunlu olarak orta kuşağa yönelecek ve oradaki doğalgaz ve petrolünün Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınma projelerini destekleyecektir. Bu durumda da en çok işbirliği yapmak zorunda kaldığı ülke, tamamen karşıt olduğu Türkiye olacaktır. Böyle bir durumda da ABD’nin artık Türkiye’deki iktidarla çok fazla dalaşma gibi bir lüksü kalmayacaktır. Bu olgu ise en çok Türkiye’nin işine yarayacak ve Türkiye, kısa zamanda tarihî tecrübesine ve derin devlet aklına istinaden bölgeyi domine etmeye başlayacaktır.

Önü açılan Türkiye, sadece kendi bölgesinde etkin olmayacaktır. Önce TDT vasıtasıyla Türk ülkelerini, ardından Müslüman kimliği sayesinde Asya ve Afrika İslâm ülkeleriyle Balkanları ve sonunda da bağlantısız Lâtin Amerika ülkelerini etrafında toplayarak Türk eksenini kuracaktır.

Bu eksen bir ham hayâl değil, ete kemiğe bürünerek görünme aşamasına gelmiş bir eksendir. Dünya gözlerini açmış, bu eksenin ana oyuncusunun ataklarını izliyor. Bu eksen bir fantezi değil, İlâhî iradenin muradı olan bir eksendir. O irade murad ederse her şey onu gerçekleştirmekle yükümlü olur. Vesselâm...