
DÜNYADA mevcut güç odaklarının birbirlerine karşı aldıkları
pozisyon ve takındıkları tavra bakılınca bizim de içinde bulunduğumuz orta
kuşak coğrafyası üzerinde bir güç boşluğunun doğduğu görülmektedir.
Ne demek istediğimizi biraz açalım…
An itibarıyla dünyada üç büyük hegemonik güç,
yeni bir dünya şekillendirmek için kıyasıya bir mücadeleye girmiş vaziyettedir.
Bunlardan ilki, dünyanın İkinci Dünya Savaşı’ndan beri tartışmasız hâkimi olan
ABD’dir. ABD, 2000 yılından itibaren ciddî mânâda bir güç kaybetmeye başladı. Özellikle
CIA’nin tertiplediği 11 Eylül kurmacası, bu güç kaybının önünü kesmek ve
ABD’yi daha güçlü bir şekilde dünya sahnesine taşımak için bir tertipti. Lâkin
11 Eylül mizanseni ile ortaya konulmak istenen hesap, sahada şaştı. ABD bu
zaman zarfında hem Irak, hem de Afganistan’da büyük bir zaman ve güç kaybı
yaşayarak diğer hegemonik güç olan Çin ve Rusya’nın önünü açmış oldu.
Bu yirmi yıl zarfında Çin, ekonomik açıdan muazzam bir
büyüme göstererek ABD’nin “1” numaralı rakibi oldu. Çin bu gelişmeyi sadece ekonomik
alanda değil, onunla koşut olarak savunma sanayi alanında da gerçekleştirerek
kendisini ABD’nin askerî gücüyle dengeleyecek bir yapıya taşıdı.
Çin bu süreci tamamladığına inandığı 2020 yılından
itibaren de ABD tehditlerine açıktan karşı çıkmaya ve kendi plânlarını dikte
etmeye doğru evrilen bir tutum göstermeye başladı.
ABD’nin diğer bir rakibi olan Rusya ise bu süreç
zarfında petrol ve doğalgazın kendisine sağladığı malî imkânlardan yararlanarak
savunma sanayiine yatırım yaptı. Böylelikle Sovyetler Birliği döneminde elinden
çıkan bölgeleri yeniden baskılamaya ve bu bölgeleri kendisiyle hareket eden
yapılara dönüştürmeye başladı. Rusya’nın zaafı, ekonomisinin Çin gibi güçlü
olmamasıdır. Ancak çarlık gibi bir imparatorluk ve Sovyetler gibi bir rejim imparatorluğu
bakiyesi olan Rusya, nerede, nasıl konumlanacağını çok iyi bilen bir ülke
olarak hareket ettiği bölgelerde ABD çıkarlarını tehdit eder bir güç
pozisyonuna geldi.
Rusya, bugün itibariyle eriştiği askerî güç ve
imkânlarla mevzilendiği pozisyonları tutacak ve hatta bu mevzilerin dışına
taşacak bir güç ve kabiliyete ulaştı.
ABD, Irak ve Afganistan harekâtlarının kendisine
hesapladığı gücü getirmediği gibi, gücünden çok şeyler götürdüğünü de tecrübe
edince bu çıkmaz politikalarını zorunlu olarak değiştirme yoluna gitti. Zira
ABD’nin Irak işgalinden maksadı Orta Doğu’yu, Afganistan’ı işgalinden maksadı
da Orta Asya’yı elinde tutmaktı.
Lâkin evdeki hesap çarşıya uymayınca, birinde Irak’a,
diğerinde de Afganistan’a saplanıp kalan ABD, yirmi yıl boyunca trilyonlarca
dolar kayıp ve büyük bir hayâl kırıklığıyla geri çekilmek zorunda kaldı. Bu
süre zarfında gördü ki, bu yirmi yılda rakipleri güçlenerek ABD’nin çıkar
alanlarına gelmeye ve oralarda kendilerini göstermeye başlamışlar.
ABD bu süreçte Çin üzerinde çok fazla durmayarak Rusya’nın
nüfuz alanlarında birtakım renkli devrimlere girişip Rusya’yı batı ve
kuzeyinden kuşatmaya çalıştı ve bu işi yaparken elindeki en etkili enstrüman
olan NATO’yu kullandı. ABD’nin Rusya ile uğraşmasının tek amacı vardı: Rusya’yla
Avrupa’nın entegre olmasının önüne geçmek ve zengin Rus enerji kaynaklarına
kavuşması muhtemel Avrupa’nın kendinden bağımsız politikalar izlemesine mani
olmak…
ABD, muhtemel bir Rusya-Avrupa yakınlaşması ile Avrupa’nın
elinden çıkacağını hesaplıyor ve bütün adımlarını bu ihtimâlin bozulmasına göre
atıyordu. Bu amaç için de Rusya’nın batısından ve kuzeyinden kuşatılması
gerekiyordu. Eski Doğu bloku ve Baltık ülkelerini NATO içerisinde birleştirerek
bu kuşatmaya büyük ölçüde muvaffak olan ABD, en son Gürcistan ve Ukrayna
hattında Rusya tarafından durduruldu.
Rusya, bugün ulaştığı askerî güç itibarıyla ABD’nin
Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya alarak kendisini kuşatmasına müsaade etmeyecek
düzeye çıktı. Rusya, şu an Ukrayna’ya müdahale etmesi durumunda ABD’nin kendisine
mani olamayacağını gayet iyi biliyor. Onun tek endişesi, süreç içinde ABD’nin
ekonomik yaptırım kartlarını kullanarak ekonomisini ve Ukrayna ordusuna
gerilla savaşı yaptırtarak ordusunu zora düşüreceği konusudur.
Üçüncü savaş plânının iki cephesi: Ukrayna-Baltık ile
Tayvan-Pasifik
Rusya, özellikle Ukrayna cephesinde ABD ile mücadele
ederken Suriye ve Libya’daki pozisyonlarının zora gireceğini de elbette iyi
biliyor. Gerçi bu ülkelerdeki pozisyonlarının karşısında doğrudan doğruya ABD
yok, ancak buralarda Türkiye ile karşı karşıya oluşu, kendisi açısından ciddî
bir handikaptır.
Çünkü Rusya, her iki sahada da vekilleri eliyle askerî
harekâta başvurduğu hâlde Türkiye karşısında acı mağlûbiyetler alarak durmak
zorunda kaldı. Hele Kafkaslardaki vekil devleti olan Ermenistan’ın Azerbaycan
tarafından ezilmesi, Rusya’nın beklenmedik kadar kırılgan bir konvansiyonel güç
olduğunu tüm dünyaya gösterdi. Zira Rus elektronik sistemleri ve mekanik
silahları, Türkiye’nin son teknoloji ürünü olan dijital ve akıllı sistemleri
karşısında pek bir varlık gösteremeyerek sahadan silindi.
Rusya’nın bu zaafını en iyi değerlendiren ülkeler de
ABD ve İngiltere oldu.
ABD ve İngiltere, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal
etmesini istiyor ve hatta buna yol açmak için ellerinden geleni yapıyor.
Hesapları şu: Rusya konvansiyonel silahlar açısından ne kadar güçlü
olursa olsun, bu silahlarla Ukrayna’ya girdiğinde, ABD ve İngiltere, Ukrayna
ordusunu dijital ve akıllı silah sistemleri ile donatarak bir gerilla
harbi deneyecek ve Rusya’yı, daha önce Sovyetleri Afganistan’da
dağıttıkları gibi dağıtacaklar. Böylelikle Rusya, bir taraftan gerilla harbi
ile askerî yönden yıpranırken, uygulanan çok şiddetli ekonomik ambargolarla da
bir kavimler topluluğunu andıran kırılgan sosyolojik yapısı üzerinden
sosyolojisiyle oynanan bir ülke olacaktır.
Meseleye ABD açısından bakınca, Rusya ile Ukrayna
hattında büyük bir gerginlik yaşayan ABD’nin diğer taraftan asıl rakibi olan
Çin ile bir an önce mücadele etmek zorunda olduğu görünüyor. Bunun için de
özellikle Çin tehdidinden korkan Avustralya, Güney Kore, Yeni Zelanda, Tayvan
ve Japonya gibi devletler ile bir ittifak kurup yanına da İngiltere’yi
alarak Çin’i kendi hinterlandında baskılamaya çalışacaktır. Ancak ABD’nin şu
anki gücü, Çin’i arzuladığı alan içinde tutmaktan uzaktır.
Bundan dolayı ABD’nin kısa zamanda Rusya ile Ukrayna cephesinde
anlaşarak bir an önce Çin ile mücadele pozisyonu almak zorunluluğu vardır. Geç
kalırsa, Çin’in bu çemberi kıracağını çok iyi bilmektedir.
İşte bu durumun gereği olarak ABD, Orta Doğu’daki
yapılanmasını Afganistan’dan çektiği gibi çekerek bu yeni pozisyona eklemeye
mecburdur.
Bu o kadar mübrem bir durumdur ki, ABD, özellikle
Akdeniz’de başını ağrıtması muhtemel olan Doğu Akdeniz Boru Hattı Projesi’nden
çekilerek Yunanistan, İsrail ve Güney Kıbrıs Rumlarını kendi kaderleriyle baş
başa bıraktı.
ABD, kim ne derse desin, artık Orta Doğu’da ve Ukrayna
cephesinde kalarak vakit kaybetmek istemiyor. Bir an önce bütün dikkatini Çin’e
vermek ve Çin’i kuşatmak zorunda olduğunu gayet iyi biliyor. İşte tam da bu
noktada, Türkiye’nin de içinde bulunduğu orta kuşakta büyük bir boşluk
oluşmaktadır! ABD Irak, Suriye ve Akdeniz’den çekilmek zorunda olduğuna göre,
buradaki boşluğu kim dolduracaktır? Elbette NATO’nun ikinci büyük gücü olan ve
bölgeyi yönetme konusunda derin tarihî birikimleri bulunan Türkiye!
Türkiye’ye dikkatli bakan bir göz, onun tam bu
noktadaki boşluğu görerek hızla harekete geçtiğini görür. Türkiye, derhâl sorun
yaşadığı Körfez ülkeleri ile arayı yumuşatmaya başlamıştır. Elbette bu, iki
taraflı bir süreçtir. ABD’nin çekileceğini ve İran’la baş başa kalacaklarını
gören Körfez ülkeleri de doğal olarak Türkiye’ye yanaşmışlardır. Bu gerçeklik
her iki taraf için de kazançlı olacaktır.
Türkiye ekonomik açıdan Körfez ülkelerinin fonlarından
yararlanırken, onlar da askerî güç ve nüfuz açısından Türkiye’den
yararlanacaklardır. Bu halkaya Mısır ve Amerikan desteğinden mahrum kalacak
olan İsrail’in de katılacağını tahmin ediyoruz.
Türkiye, Körfez ülkeleri ile ilişkileri genişletince
Libya sorununu da uzlaşmayla çözme imkânı elde etmiştir. Mısır’la alttan alta
başlayan ilişkiler görünür hâle geldiğine göre, yakında Mısır ile bir MEB
anlaşması ve yanında Mısır-İsrail doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya
aktarılmasına ilişkin projeler açıklanırsa şaşmamak gerekir.
Zira ABD, Rusya’nın Ukrayna sınırında kalmasını ve
ekonomik olarak da Avrupa ile entegre olmasını istemediğine göre, zorunlu
olarak orta kuşağa yönelecek ve oradaki doğalgaz ve petrolünün Türkiye
üzerinden Avrupa’ya taşınma projelerini destekleyecektir. Bu durumda da en çok
işbirliği yapmak zorunda kaldığı ülke, tamamen karşıt olduğu Türkiye olacaktır.
Böyle bir durumda da ABD’nin artık Türkiye’deki iktidarla çok fazla dalaşma
gibi bir lüksü kalmayacaktır. Bu olgu ise en çok Türkiye’nin işine
yarayacak ve Türkiye, kısa zamanda tarihî tecrübesine ve derin devlet aklına
istinaden bölgeyi domine etmeye başlayacaktır.
Önü açılan Türkiye, sadece kendi bölgesinde etkin
olmayacaktır. Önce TDT vasıtasıyla Türk ülkelerini, ardından Müslüman kimliği
sayesinde Asya ve Afrika İslâm ülkeleriyle Balkanları ve sonunda da bağlantısız
Lâtin Amerika ülkelerini etrafında toplayarak Türk eksenini kuracaktır.
Bu eksen bir ham hayâl değil, ete kemiğe bürünerek
görünme aşamasına gelmiş bir eksendir. Dünya gözlerini açmış, bu eksenin ana
oyuncusunun ataklarını izliyor. Bu eksen bir fantezi değil, İlâhî iradenin
muradı olan bir eksendir. O irade murad ederse her şey onu gerçekleştirmekle
yükümlü olur. Vesselâm...