Orman yangınları ve insan kılıklı akbabalar

Belki bizim ülkemizde yapısal bir mesele hâline gelen bir durum olarak, felâketlerle birlikte ortaya çıkacak insan kılıklı akbabalarla da mücadele stratejisi geliştirilmelidir. Bu akbabaların, kontrol edilmezlerse felâketin kendisi kadar tehlikeli olacakları, hatta felâketlerden daha fazla zarar ve ziyana yol açacakları hatırda tutulmalıdır.

ÜLKEMİZDE, Temmuz sonu ve Ağustos başı gibi, tarihte emsaline pek rastlanmayan sayı ve yoğunlukta orman yangınları çıktı. Yaklaşık 10 gün gündemin ilk sıralarında yangınlar vardı. Hâlâ yeni yangınlar çıkmakta ve gündem sıcaklığını korumaktadır.

Yangın, ekolojisi içinde bir dengeyi ifade ettiği söylense de, orman içinde yaşayan canlılara ve insanlara yansıyan yönleri itibariyle bir felâkettir. Ülkemiz bu felâketi ciddî olarak yaşamış, binlerce hektarlık ormanlar yanmış, hayvanlar telef olmuştur. Yerleşim yerlerine de sıçrayan yangınlarda vatandaşlarımızın evleri ve ahırları da hasar görmüştür. Yangınla mücadele esnasında vefat eden vatandaşlarımız olmuş ve yaralanmalar yaşanmıştır.

Yangınlara dair teknik bilgi vermeye kendimizi pek yetkin görmüyoruz. Aynı anda birçok yerde çıkması, sabotaj iddialarını güçlendirmektedir. Çıkış sebepleri zamanla açıklığa kavuşacaktır. Bu yazıda, yangın esnasında ülkemizde oluşan sosyo-psikolojik hava üzerinde duracağız.

***

Kişisel olarak insanların başına gelen kaza, hastalık, yakınların vefatı, ekonomik iflâs gibi travmalar, eğer ders çıkarılırsa insanın olgunlaşmasına, bazı lüzumsuz takıntılardan kurtulmasına, daha yüce hedefler için çalışmasına vesile olmaktadırlar. Bunu, “Başımıza böyle felâketler gelsin de olgunlaşalım” şeklinde bir anlamla yorumlamayalım. Birtakım maddî sebepleri olsa da başımıza gelen her şey Allah’tandır. Biz kendi sorumluluğumuz çerçevesinde problemlerle mücadele edeceğiz, sebepleri ortadan kaldırmaya çalışacağız. Tekrar yaşamamak için tedbirler alacağız. Ama olan biten her şeyden de ders çıkaracağız. Ve bakış açımız bir öncekine göre iyi yönde değişmiş olacak. Buna literatürde “travma sonrası büyüme” adı veriliyor.

Toplum olarak da -zaman zaman, kişisel olarak karşılaştığımız travmalar gibi- felâketler de yaşarız. Savaşlar, büyük ekonomik krizler, salgınlar, facialar, seller, yangınlar ve kitlesel ölümler, toplumu derinden sarsan felâketlerdir. Bu esnada toplum psikolojisi normal zamanlardan farklıdır. Fert olarak hepimiz bu durumlar karşısında imtihandayızdır.

Bu zamanlarda önceki basit ayrışma ve anlaşmazlıklar bir tarafa bırakılarak felâketin büyümemesi için çalışmalı, yaralar sarılmalıdır. Öyle olursa, başımıza gelenler, bizi toplumsal olarak travma sonrası büyümeye götürecektir. Felâketler sonrasında da nice badireleri omuz omuza vererek atlatmış, birbirine kenetlenmiş, acılarla güçlenmiş bir toplum ortaya çıkacaktır. Toplumun travma sonrası büyümesi de böyle olur.

Peki, bizde ne oldu?

Orman yangınları gibi büyük bir felâket yaşandı ama birileri bu yangınları, kendine göre, siyâsî sonuçları olması gereken bir fırsat olarak gördü. Hatta bir kaos gazetecisinin aylar öncesinden tasvir ettiği, “Büyük bir halk öfkesi, büyük bir doğal afet, deprem, çok büyük sel, çok büyük yangınlar filan… Hani böyle, Avustralya’yı yakan yangınlar gibi, ülkenin her tarafı neredeyse…” diyerek zihinsel temelini hazırladığı bir fırsat idi. Bunlara, “insan kılıklı akbabalar” diyebiliriz.

Çünkü kendi siyâsî ve ideolojik hedeflerine ulaşmak için yangınlar bir araç ise, çıkan orman yangınları bir felâket olarak görülmeyecektir. Yangının alevleri, onlar için ellerini ovuşturarak “Bu sefer olur mu acaba?” diye bekledikleri bir umut ışığıdır. “Bir felâket olsun ve ondan nemalanalım” mantığı, ancak insan kılıklı akbabalarda olabilir.

Yangınlar devam ederken insan kılıklı akbabalar aktif bir şekilde devreye girdiler. Kimisi sosyal medyada “heştek”leme yaptı, kimisi yangın mahallerinde video çekti, kimisi “Uçak yok, helikopter yok, hiçbir şey yok” dedi, kimisi Devlet’i aciz gösterdi, kimisi açık açık yalan söyledi...

Olanı değil, kafalarında tasvir ettikleri manzarayı ortaya çıkarabilmek için ellerinden geleni artlarına koymadılar. Yani ülkemizin ciğerleri ve insanların yürekleri yanarken, birileri bundan zevk alıyor, heyecanlanıyorlardı.

Bu felâketten çıkaracağımız ders şu ki, teknik eksikliklerimizi gidererek daha müteyakkız hâlde bekleyeceğiz ve yangınlar karşısında iyi bir kriz yönetimi sergileyerek en az zararla çıkacağız.

Bu genel dersin dışında, belki bizim ülkemizde yapısal bir mesele hâline gelen bir durum olarak, felâketlerle birlikte ortaya çıkacak insan kılıklı akbabalarla da mücadele stratejisi geliştirilmelidir. Bu akbabaların, kontrol edilmezlerse felâketin kendisi kadar tehlikeli olacakları, hatta felâketlerden daha fazla zarar ve ziyana yol açacakları hatırda tutulmalıdır.

İnsan kılıklı akbabalara karşı mücadeleyi siyâsî bir mesele olarak görmemek gerekir. Bu, bir millî güvenlik problemi olmayı hak edecek derecede önemlidir.

Allah, ülkemizi her türlü felâketten muhafaza etsin ve insan kılıklı akbabalara da fırsat vermesin!