Oradalardı

Yüzüne baktığında bir daha hiç göremeyecekmiş gibi her bir hattını resmederdi. Uzun uzun seyreder, beraberinde rüzgârın esintisini teninde dinlemeyi de ihmâl etmezdi. Daha önce hiç bakmadığı birinin çocuk gözleri hâlihazırda resmedilmiş miydi?

GİTGİDE bir şeyleri hissetmekten uzaklaşmayı diliyordu. Esasında hissettiklerini seviyordu. Yalnızca yorgundu. Bir düşündüğüne bir anda bir cevap gelebilirdi uzaklardan. Bir, bir, bir…

Gözlerinin önünden geçip giden yol çizgilerini takip ediyordu. Yol çizgilerini seyretmeyi severdi. Şerit demek çok anlamsız geldiği için bu uzunca beyaz kesiklere “yol çizgisi” demeyi tercih ediyordu. “Şerit” sözcüğüne dahi bir anlam atfediyordu. Şerit, kendisine bahşedilen bir ifadesizlikle onu kayıtsız bırakıyordu.

Gecenin ilerleyen saatlerinde, arabanın arka koltuğunda oturuyordu. Ne zaman biteceğini bilmediği bir yolculuğun içerisindeydi. Düşünmek ve yalnızca yol çizgilerini takip etmek için en güzel anlardan birindeydi. Yeşilliğin ardından yükselen sarı ışıklı lâmbalar beyaz çizgileri görünür kılıyordu. Elleri birbirini sarıyor, kucağında bekliyorlardı. Aklına küçüklüğünden bir anı geldi. Aradan henüz saniyeler geçmişti ki anısı aklından o an siliniverdi. Hatırlayamadığı bu anı yalnızca kalbini burkuyor, yüzünde kararsız bir ifade bırakıyor ve ona anne-babasını anımsatıyordu.

Bu hayatta sevdiği neredeyse yedi kişi kadar insan kalmıştı. Oturup kim olduklarını hesaplama gayretinde bulunmadan söyleyiverdiği bir rakamdı bu. Sebebini bilmediği, bir o kadar da umurundan uzak bir sevgisizlikti bu. İnsanın zaten her daim yalnız olduğuna inanırdı. Asla insanların gelip geçtiğini söyleyip bu cümleye sığınanlardan değildi. Fakat insanların hayatında çeşitli rollerde olduğunu düşünüyor ve bu rollerin yalnızca bundan ibaret olduğuna inanıyordu. Hayatında işte orada duran kimseler vardı ve tam da işte orada kalmaya devam edeceklerdi.

Her selâmlaştıklarında birbirlerini ne kadar özlediklerini söyledikleri, her zaman en kısa zamanda buluşmak adına sözleştikleri, gördükleri güzel yerlere “Beraber gidelim” diye anlaştıkları, işte oradalardı. Birbirlerini pek de özlememişler, en kısa zamanda buluşmayacaklar ve o güzel yerlere bir başkasıyla gideceklerdi.

Canı yanan bir arkadaşı omzunda ağladığında ona hiçbir zaman “Hep yanında olacağım” demezdi. Tutulamayacak sözler söylemek ancak kendini kandırmalarla yaşayanlara ait olabilirdi. “Hayır, hep yanında olmayacağım. Hayır, şu anda aklından başkaca şeyler geçtiğine eminim. Güvensizlik hissettiğini biliyorum fakat bunu durdurmayacağım. Kime güvenebilirsin? Bu sorunun bir yanıtı olduğuna inanmıyorum. Lâkin buna rağmen herkese kolayca güvenebilirim.”

Kendini anlatmayı hiç sevmezdi. Bunu hissettiği an yüzünü buruştururdu. Kendisine huzursuzluk hissettiren bir şeyleri anımsardı yine. Kendisini anlatan, ama anlattığı kişi olmayan cam parçalarıyla karşılaşmıştı. Suyun kum tanelerine çarpmasıyla gitgide keskinliğini kaybetmiş, cama benzemekten uzaklaşarak renkli minik taşlar gibi görünmeye başlamışlardı. Önceden çok daha ardı görünebilirken şimdilerde opaklaşmaya, keskinliklerini kaybetmeye başlamış ve de kendileri olmaktan oldukça uzaklaşmışlardı. İşte oradalardı.

Çoğu zaman yaşadığını hatırlamazken nasıl hissettiğini mutlaka aklına derince kazımış olurdu. Böylece ânı tekrar tekrar zihninde yaşamazken neye karşı tetikte olması gerektiğini hep bilirdi. Aklı kimi zaman ona savaş açanın bizzat kendisi olsa da, kimi zaman da ona sıkıca sarılan birine dönüşüveriyordu. Kendi eline sıkıca kendisi sarılır, her gece yatmadan önce uzanıp kendi yanaklarını kendisi öperdi. Eline sıkça sarılmayanlar işte oradalardı.

Yüzüne baktığında bir daha hiç göremeyecekmiş gibi her bir hattını resmederdi. Uzun uzun seyreder, beraberinde rüzgârın esintisini teninde dinlemeyi de ihmâl etmezdi. Daha önce hiç bakmadığı birinin çocuk gözleri hâlihazırda resmedilmiş miydi? Bu defa hatırlamak için değil, unutmak için gözlerini sıkıca yumdu. Bunu hatırlamaya ihtiyacı hiç olmayacaktı. İşte oradalardı.

O küçükken, annesi gittikleri şehirlerden mutlaka çeşit çeşit çiçekler alır, kokusunu çokça sevdiği uzunca güllerini de ön koltuğa, yanı başına koyuverirdi. Dikenleri bacaklarına batsa dahi onu kırılmadan evine getirmiş olmanın neşesini içinde hissederdi. İşte oradalardı.

Düşünmek istememesine rağmen sesi kulaklarında yankılananlar, görmeyi içtenlikle dilemesine rağmen karşısında yer almayanlar vardı. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamadan sıçrayarak uyanırdı. Suyundan bir yudum alır, başını bir diğer yana çevirirdi. Bazı şarkıları notası notasına işitir, gecenin bir vakti camının pervazına çıkar otururdu. Bakışlarını çimende gezdirdiğinde, ona hâlihazırda bakıyor olan gözlerin varlığından korkardı. İşte oradalardı.

Günde birkaç kez ayaklarını yıkardı mutlaka. Yoksa o hissettiği kekremsi boğaz ağrısı geçmek bilmeyecek sanırdı. Kapının yanına bıraktığı terlikleri her zaman yönü ayarlanarak konurdu. Orada dikilen, direkt kendisine bakmamalıydı. Orada dikilen oradayken, peki ya camın önündeki neredeydi? Aynanın önüne geçerek gözlerinin içine baktı. İşte oradalardı.

Her şeyi bu kadar hissederken, bir şeyler hissettirmeyi diledikleri neredelerdi?