Orada ne işimiz var?

Somali’de görev yapmış bir Türk binbaşı, Mogadişu’da çarşıya üç arkadaş çıktıklarında bir kamyonetin kendilerini takip ettiğini fark eder. Biraz tedirgin de olurlar. Bir süre sonra kamyonete yaklaşıp sorarlar kim olduklarını ve ne yaptıklarını. Somalili üç genç, “Merak etmeyin, kamyonet silah dolu! Sizin silahsız gezdiğinizi bildiğimiz için peşinizden geliyoruz. Olur ya, biri bir şey yapmak ister, sizi korumak istiyoruz” der…

12 Temmuz 1993… Somali, Mogadişu...

Kanaat önderleri, şairler, işadamları, avukatlar, iyi eğitimli, Somali’nin geleceği için kaygılı insanlar, General Aidid cuntasına son vermek için istişare yapıyorlardı. Bir binada toplanmışlardı. Bir anda 16 TOW tank savar füzesi binadan içeri girdi ve toplantının yapıldığı salonda patladı. Dışarıdan binayı kuşatmış Kobra ve Kara Şahin helikopterler ağır bir şekilde binayı tarıyordu. O binanın içinde, değil tank ve helikopter, sapan bile yoktu. Silahsız 73 insan o binada can verdi, 175 kişi yaralandı...

Mogadişu’da halkın yarısından fazlası ABD’lileri ülkeden kovmak için ayaklandı. O binayı tarayan helikopterlerden biri sembol oldu: “Kara Şahin düştü”...

***

11 Temmuz 1995... Bosna-Hersek, Srebrenica...

Halktan silahlar toplatılmıştı. Müslüman Boşnaklara ateşkes bahanesiyle silah bıraktırılmış, Hollandalı 400 askerin insafına terk edilmişti. Sırp ordusu baskın yaptığında ortada Boşnakları koruyacak kimse yoktu. BM Barış Gücü Komutanı Hollandalı General, askerlere çekilmeleri talimatı vermişti. Beş gün boyunca 8 bin 300 Boşnak katledildi.

3 Ekim 2015... Kunduz’da gece yarısıydı...

Aniden bombalar patladığında, insanlar uyandığında, korku şehirde büyüdüğünde bir hastaneydi alevler içinde olan... “Sınır Tanımayan Doktorlar” kurumuna ait, sivillerin tedavi gördüğü hastane hava saldırısında yerle bir edilmişti... 22 kişi hayatını kaybetti...

Sonra eski ABD Başkanı Barack Obama özür diledi, “Yanlışlıkla vurduk” dedi. Afganistan’da Taliban tarafından ele geçirilen Kunduz şehrinde, ABD askerleri güya Taliban’dan şehri geri almak için operasyon yapıyordu. Hastane yetkilileri defalarca koordinat paylaşarak bu noktanın bir hastane olduğunu iletmesine rağmen, o yer “yanlışlıkla” vurulmuştu.

O sıra Pakistan’da, İslamabad’daydım. Gelen haberler mide bulandırıcıydı. ABD askerlerinin, Taliban’ın kontrol altına aldığı Kunduz’daki evlerden insanları para karşılığı askerî helikopterlerle “kurtardıkları” iddia ediliyordu.

Halep’te hastane, ekmek fırını bombalayan Rusya, Afganistan ya da Somali’de katliamlar işleyen ABD, Bosna’da sivilleri ölüme terk eden Hollanda… O askerlerin oralarda işi neydi, ne yaptılar? Dünyanın birçok yerinde iç savaşlar, dağılmalar, ayrılmalar ve devrimler, asayiş eksikliği doğuruyor. Güçsüzleşen ülkelere elbette destek vermek gerekiyor. Asayişi ve huzuru sağlamakta eksik kalan ülkelere, güçlü ülkeler uluslararası hukuk çerçevesinde asker göndererek istikrarın yeniden sağlanması için yardımcı olabilir. Teknik olarak uygulanması gereken bu ama icraatlar hep tersini gösteriyor. Somali, Bosna-Hersek, Kosova, Afganistan bunun en bariz örnekleri. Birleşmiş Milletler ve NATO, birçok kötü tecrübeyle kanıtladı ki ülkelerde istikrar ümitlerini bombalarla, silahlarla, kasten ya da “yanlışlıkla” yok ettiler.

Peki, ABD askerleri Afganistan, Irak ve Somali’de bu cürümleri işlerken, Rusya Halep’te, Hollanda Srebrenica’da bu acımasızlığı ortaya koyarken, Türk askeri ne yapıyordu? Şu şekilde de sorulabilir: Türk askerinin Kosova’da, Bosna’da, Gürcistan, Somali ya da Afganistan’da işi ne?

Bu sorunun cevabını ben bizzat Kosova’da ve Pakistan’da aldım. Somali, Afganistan ve Gürcistan tecrübeleri olmuş askerlerden yaşadıklarını da dinledim. Bizim oralarda ve daha birçok yerde o kadar çok işimiz var ki…

Kosova 1999 yılında savaştan yeni çıktığında, bağımsızlık yolunda ilerlerken, asayişi sağlayabilecekleri silahlı güçleri yoktu. NATO barışı sağlamak için birçok ülke askerinden oluşan bir projeyle Kosova’ya asker yerleştirdi. ABD başta olmak üzere birçok farklı ülkeden askerler Kosova’ya gelmişti. Fakat Türk askerinin geldiği gün büyük bir sevinç ve coşku vardı. Diğerlerinin ne yapacağı belli miydi? Her an yarı yolda bırakır, arkasını döner gider ya da “yanlışlıkla” vurabilirlerdi. Fakat Türk askeri öyle değildi. Arnavutlar bayram kutlar gibi karşıladılar Türk askerini. Çünkü Türkler, diğerleri gibi merhametsiz değillerdi. Bu bir ön kabuldü, tecrübe edilerek ya yeniden doğrulanacak ya da hayâl kırıklığı yaşatacaktı.

Bu yalnızca Balkanlar’da değil, Kafkasya’da, Orta Doğu ve Afrika’da da halkların bir ön kabulü olarak biliniyor, önemseniyor. Örneğin, Kosova’da çoğunluğu Müslüman Arnavut olan halk, NATO bünyesinde düzenlenen bir yemek daveti aldığında, Türk Büyükelçisi ya da askerinin gelip gelmediğini sorardı. Çünkü bilirlerdi, eğer Türkler varsa, onların yediği yemek helâldir, domuz eti karışmamıştır. Meselâ, diğer milletlerden askerler, komutanlar, Türk askerinin bazı sosyal çalışmalarını anlamakta zorlanırlardı. Onlara göre erkekleri sünnet ettirmek askerin işi olamazdı. Fakat bu halkların ihtiyacı olan iftar, sünnet, cami gibi eksikleri anlayabilecek başka bir güç de bulunmuyor. Türk askeri gittiği yere yalnızca silah değil, anlayış, saygı ve huzuru da taşıyor. Orada yalnızca vatan ve toprak emniyetini değil, din, vicdan ve fikir emniyetini de sağlıyor.

Durum ayniyle Afganistan’da da bu şekilde cereyan ediyor. 2001’den bu yana Afganistan’da olan Türk askeri, kasten ve bilerek yalnızca istikrar için çalışıyor. 12 askerimizin şehit düştüğü Afganistan’daki helikopter kazası sonrası yine aynı soru sorulmuştu: Türkiye’nin Afganistan’da ne işi var? Bu soruya cevabı Genelkurmay Başkanlığı vermişti: TSK mensupları, Afganistan’da, Afganistan Ulusal Güvenlik Güçlerini eğitmek ve Afganistan halkına güvenlik, istikrar ve gelişme konusunda yardım etmek maksadıyla bulunmaktadır. Aslında bu cevap, resmî bir kurumun verebileceği en iyi cevaptır ama yetersizdir. Resmî bir açıklama ile soruyu soranların maksadına cevap verilmiş olmuyor. Soruyu ortaya soranların cevabı Afganistan halkından alması gerekiyor. ABD onların hastanelerini “yanlışlıkla” bombalarken, ülke uyuşturucu üretiminin merkezi hâline gelmişken, Türk askerinin orada ne iş yaptığını resmî bir açıklamaya bakarak değil, Afgan halkı için ne anlam ifade ettiğine kulak vererek anlayabiliriz.

Somali’de ise durum bizim açımızdan oldukça dramatik. 1993 Mogadişu Operasyonu olduğu sırada Birleşmiş Milletler Somali Barış Gücü komutasında Çevik Bir vardı. Somali halkı o saldırının müsebbibi ve paydaşı olarak Türk askerini de görüyordu. Haksız sayılmazlar. 28 Şubat’ta kendi halkına kan kusturacak olan Çevik Bir, ABD’li dostlarının ve İsrail’in işine gelen bir operasyonda sivillerin ölecek olmasını umursamamış olabilir. Çevik Bir’in yerle bir ettiği Türkiye imajı son dönemde Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın çabalarıyla olması gereken noktaya geldi. İyi ilişkiler tesis edildi ve Türkiye’nin yurt dışında Katar’dan sonra ikinci bağımsız askerî üssü Somali’de konuşlandırıldı. Aslında Somali’de 90’lı yıllarda BM bünyesinde yapamadığımızı, şimdi kendi ayakları üstünde duran daha güçlü bir orduyla yapmak için oradayız.

Somali’de çok işimiz var. Petrol zengini bir ülke, kaynakları başta ABD olmak üzere birçok emperyalist ülkeye peşkeş çekilmişken, kuraklığın pençesinde ve açlıkla boğuşan halkın birileri tarafından önemsenmesi gerekiyordu. Terör örgütü Eş-Şebab’ın saldırılarını, iç savaşı, çatışmaları durdurmak için kendimizi sorumlu hissediyorsak ve Somali’deysek, bu noktada sorulması gereken soru, “Türk askeri neden Somali’de?” değil, “Batılı ülkeler neden Somali’de değil?” olmalı.

Türk askeri bu sebeple de yücedir. Türk askeri diğer Batılı devletler gibi emperyalist saiklerle bir yerde bulunmaz. Profesyonel duygusuzlukla hareket etmez. Türk askeri bir yere gittiğinde, insanlar kendisinden yardım beklerken, o toprağı kendi vatanı gibi düşünür. O memlekete azamî menfaat kazandırmak için gayret eder.

Kosova’da örneğin, İsviçre ya da Alman askerleri çarşıya çıktıklarında grup hâlinde gezerler. Grubun içinde bir kişi büyük bir sırt çantası içinde yüklüce mühimmat taşır. Fakat Türk askeri kendi memleketinde çarşı iznine çıkmış gibi gezer, tek başına ya da istediği bir arkadaşıyla, sivil kıyafetiyle ya da üniformasıyla, insanlarla iç içe olur.

Somali’de görev yapmış bir Türk binbaşı, Mogadişu’da çarşıya üç arkadaş çıktıklarında bir kamyonetin kendilerini takip ettiğini fark eder. Biraz tedirgin de olurlar. Bir süre sonra kamyonete yaklaşıp sorarlar kim olduklarını ve ne yaptıklarını. Somalili üç genç, “Merak etmeyin, kamyonet silah dolu! Sizin silahsız gezdiğinizi bildiğimiz için peşinizden geliyoruz. Olur ya, biri bir şey yapmak ister, sizi korumak istiyoruz” der.

Bu durum Afganistan’da, Bosna ve Gürcistan’da da aynı... Diğer ülkelerin askerleri dağda operasyona çıkar gibi çarşıya çıkarken, Türk askeri her yerde korunur, kollanır, sevilir ve tutulur. Bu sebeple biz bir ülkeye askerimizle gidersek, oradan kolay kolay çıkamayız. Örnekleri çok, nereye gittiysek, oradan ayrılamadık!