TOPLUMLARIN damarına dolaşan,
kanına rengini veren şey; din, inanç ve vicdandır. Bundan dolayı karar
mekanizmasını etkileyip geleceğini şekillendiren, aydınlık veya karanlık, mutlu
veya karamsar, gelişmiş veya geri kalmış yapan en temel şey, din ve inancın
toplumsal dirayete etkisidir.
Aynı inanç ve şuura sahip olan toplumlar, hızla gelişip kültür ve medeniyette
yükselebilir, müreffeh olabilirler. Toplumun kendine, kendi değerlerine olan
inancı ve bunları yaşamadaki azmi ne kadar yüksekse, o toplum o kadar gelişip
yükselir.
Toplumumuzun
din ve inancını oluşturan İslâm, sadece bir din değil, aynı zamanda bir
ilimdir. Hem de insanların kısıtlı akıl ve iradeleriyle yapılan bilimsel araştırma,
deney ve gözlemle elde edilen bir ilim değil, Yüce Allah’ın sonsuz iradesi ve sıfatlarıyla
bize yani tüm insanlığa gönderilen bir ilimdir. Öyle bir ilim ki, doğruluğundan
ve insanlığın yararına olduğundan kuşku edilmeyen bir ilim... İslâm ile ilim
arasında çelişki olmaz. İlim, İslâm’a aykırı olamaz.
İslâm’ın
en temel esası ise, hayatın ve ölümün Allah’ın elinde olduğuna inanmaktır.
Ölümün ecel ile geldiğine, Allah’ın emri ve izniyle olduğuna inanan bir kimse
için korkutucu bir şey, ürkütücü bir varlık olabilir mi? Ölümü Allah’tan
bekleyen bir kimseye kim, ne yapabilir; onu kim, nasıl ve neyle korkutabilir? Kim
ölüm korkusuyla geri adım attırabilir? Onu hangi korku ve hangi baskı,
hedeflerinden ve dâvâsından vazgeçirebilir?
Elbette
Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayan bir kimseyi hiçbir şey etkileyip
değiştiremez! O kimselerin alınlarında secde izleri vardır; sadece Rablerine
boyun eğer, iyiliği emredip kötülüğü men eder ve Allah’ın belirlediği sınırları
aşmazlar.
İslâm’ın
tamamının doğru olduğuna inanıyoruz. İslâm parçalanamaz bir bütündür. Peki, İslâm’ın
tamamı doğruysa, bugün niçin kâfirler Müslümanlara galip gelmektedirler? Hâlbuki
Kur’ân’da, “Allah kâfirlerin müminlere galip gelmesine asla imkân vermez”1
denilmektedir. Müslümanlar gerçek mânâda mümin olabilirlerse, işte o zaman kâfirler
asla üstün gelemezler!
Bugünkü
durumumuzun sebebi ise, Müslüman olmak ama bir türlü mümin olamamaktır. Mümin ile
Müslüman, aynı şey değildir. Aralarında bazı farklar bulunmaktadır. Günümüzde
Müslümanlar namaz, zekât, hac ve oruç gibi ibadetleri yerine getiriyorlar fakat
siyâsî, içtimaî, ilmî, iktisadî, sosyal ve askerî bakımdan sıkıntı ve yokluk
içindedirler. Peki, âyette kâfirlerin müminlere galip gelmesine imkân
verilmeyeceği söylendiği hâlde, Müslümanların içinde bulunduğu bu kadar sorunun
sebebi nedir?
Kur’ân’da,
“Bedeviler, ‘Biz iman ettik’ diyorlar, onlara de ki, ‘Siz iman etmediniz, fakat
‘Müslüman olduk’ deyin. Çünkü iman henüz kalplerinize girmedi”2 denilmektedir.
İşte günümüzde Müslümanların kâfirler karşısındaki geri kalmışlığının, kâfirlerin
Müslümanlardan önde olmasının nedeni budur!
Müslümanların
mevcût geri kalmışlığına, bu kadar sorunun içinde olmasına bakarak Allah’ın
Müslümanlara yardım etmediğini düşünmek de doğru değil. Çünkü bizler yüzeysel
olarak Müslüman olduk ama iman kalplerimize girmedi, müminler aşamasına
yükselemedik. Gerçek mânâda mümin olabilseydik, Allah bize mutlaka yardım
ederdi. Çünkü Allah, “Biz müminlere yardım etmeyi üzerimize borç kıldık”3
demektedir. Eğer çağımızda Müslüman toplumlar mümin olsalardı, diğer halklara
karşı daha önemli ve onurlu bir konumda olurlardı. Bunun için Kur’ân’da, “Ey müminler,
kâfirlere ve zalim düzenlere karşı sakın gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin!
Eğer inanıyorsanız, (sonunda) galip ve üstün gelirsiniz”4 denilmektedir.
İşte, eğer Müslümanlar mümin olsalardı, diğer toplumlar onların üzerinde bir
üstünlük sağlayamazlardı! Çünkü “Allah kâfirlerin müminlere galip gelmesine
asla imkân vermez” denilmektedir.
Eğer
Müslümanlar gerçekten inanıp imanı kalplerine de indirip mümin olsalardı, Allah
onları zor ve hor durumda bırakmazdı. O zaman kâfirlere karşı hakir değil,
izzet sahibi olarak üstün olurlardı. Çünkü “Allah müminleri içinde bulunduğunuz
durumda bırakacak değildir”5 diyerek bize umut vermektedir Kur’ân. “Muhakkak
ki Allah müminlerle beraberdir.”6
Allah’ın
bütün bu vaat ve güvencelerine rağmen Müslümanlar sadece Müslümanlık aşamasında
kaldılar, müminlik aşamasına yükselemediler. Belki de yükselmek istemediler. O
yüzden de günümüzde siyasal, toplumsal, bilimsel ve ekonomik olarak diğer
toplumların gerisine düştüler. Peki, bu durumdan kurtulmak mümkün mü? Elbette
mümkün! Bunun şartı, mümin olmaktır. O hâlde müminleri Müslümanlardan ayıran
şey nedir?
“Şirk ve nifaktan tevbe edenler, Allah’a ihlâsla ibadet
edenler, hamd edenler, Allah için seyahat (hicret) edenler, oruç tutanlar, rükû ve
secdeleriyle Rablerine boyun eğenler, iyiliği
emredip kötülüğü engelleyenler ve Allah’ın sınırlarını (hükümlerini) koruyanlar
var ya, işte böyle müminleri cennetle müjdele!”7
Demek
ki Müslümanı müminden ayıran temel şey, ibadetlerle yetinmeyerek iyiliği
emredip kötülüğü engellemek ve Allah’ın belirlediği sınırları aşmamaktır. Allah,
yeryüzünde üstünlüğü, zaferi, egemenliği, önde ve ileride olmayı Müslümanlara
değil, müminlere vaat etmiştir. Bunun şartı da tevbe edip günahlardan uzaklaşmak,
ibadetlere devam etmek, iyiliği emredip kötülüğü engellemek, Allah’ın belirlediği
sınırları aşmamaktır. Hem milletler, hem de insanlar için onurlu ve saygın bir
hayat, ancak mümin olmakla mümkündür.
1) Nîsâ, 141
2) Hucûrat, 14
3) Rûm, 47
4) Âl-i İmran, 139
5) Âl-i İmran, 189
6) Enfâl, 19
7) Tevbe, 112