Onurlu ve saygın bir hayat

Allah, yeryüzünde üstünlüğü, zaferi, egemenliği, önde ve ileride olmayı Müslümanlara değil, müminlere vaat etmiştir. Bunun şartı da tevbe edip günahlardan uzaklaşmak, ibadetlere devam etmek, iyiliği emredip kötülüğü engellemek, Allah’ın belirlediği sınırları aşmamaktır. Hem milletler, hem de insanlar için onurlu ve saygın bir hayat, ancak mümin olmakla mümkündür.

TOPLUMLARIN damarına dolaşan, kanına rengini veren şey; din, inanç ve vicdandır. Bundan dolayı karar mekanizmasını etkileyip geleceğini şekillendiren, aydınlık veya karanlık, mutlu veya karamsar, gelişmiş veya geri kalmış yapan en temel şey, din ve inancın toplumsal dirayete etkisidir.

Aynı inanç ve şuura sahip olan toplumlar, hızla gelişip kültür ve medeniyette yükselebilir, müreffeh olabilirler. Toplumun kendine, kendi değerlerine olan inancı ve bunları yaşamadaki azmi ne kadar yüksekse, o toplum o kadar gelişip yükselir.

Toplumumuzun din ve inancını oluşturan İslâm, sadece bir din değil, aynı zamanda bir ilimdir. Hem de insanların kısıtlı akıl ve iradeleriyle yapılan bilimsel araştırma, deney ve gözlemle elde edilen bir ilim değil, Yüce Allah’ın sonsuz iradesi ve sıfatlarıyla bize yani tüm insanlığa gönderilen bir ilimdir. Öyle bir ilim ki, doğruluğundan ve insanlığın yararına olduğundan kuşku edilmeyen bir ilim... İslâm ile ilim arasında çelişki olmaz. İlim, İslâm’a aykırı olamaz.

İslâm’ın en temel esası ise, hayatın ve ölümün Allah’ın elinde olduğuna inanmaktır. Ölümün ecel ile geldiğine, Allah’ın emri ve izniyle olduğuna inanan bir kimse için korkutucu bir şey, ürkütücü bir varlık olabilir mi? Ölümü Allah’tan bekleyen bir kimseye kim, ne yapabilir; onu kim, nasıl ve neyle korkutabilir? Kim ölüm korkusuyla geri adım attırabilir? Onu hangi korku ve hangi baskı, hedeflerinden ve dâvâsından vazgeçirebilir?

Elbette Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayan bir kimseyi hiçbir şey etkileyip değiştiremez! O kimselerin alınlarında secde izleri vardır; sadece Rablerine boyun eğer, iyiliği emredip kötülüğü men eder ve Allah’ın belirlediği sınırları aşmazlar.

İslâm’ın tamamının doğru olduğuna inanıyoruz. İslâm parçalanamaz bir bütündür. Peki, İslâm’ın tamamı doğruysa, bugün niçin kâfirler Müslümanlara galip gelmektedirler? Hâlbuki Kur’ân’da, “Allah kâfirlerin müminlere galip gelmesine asla imkân vermez”1 denilmektedir. Müslümanlar gerçek mânâda mümin olabilirlerse, işte o zaman kâfirler asla üstün gelemezler!

Bugünkü durumumuzun sebebi ise, Müslüman olmak ama bir türlü mümin olamamaktır. Mümin ile Müslüman, aynı şey değildir. Aralarında bazı farklar bulunmaktadır. Günümüzde Müslümanlar namaz, zekât, hac ve oruç gibi ibadetleri yerine getiriyorlar fakat siyâsî, içtimaî, ilmî, iktisadî, sosyal ve askerî bakımdan sıkıntı ve yokluk içindedirler. Peki, âyette kâfirlerin müminlere galip gelmesine imkân verilmeyeceği söylendiği hâlde, Müslümanların içinde bulunduğu bu kadar sorunun sebebi nedir?

Kur’ân’da, “Bedeviler, ‘Biz iman ettik’ diyorlar, onlara de ki, ‘Siz iman etmediniz, fakat ‘Müslüman olduk’ deyin. Çünkü iman henüz kalplerinize girmedi”2 denilmektedir. İşte günümüzde Müslümanların kâfirler karşısındaki geri kalmışlığının, kâfirlerin Müslümanlardan önde olmasının nedeni budur!

Müslümanların mevcût geri kalmışlığına, bu kadar sorunun içinde olmasına bakarak Allah’ın Müslümanlara yardım etmediğini düşünmek de doğru değil. Çünkü bizler yüzeysel olarak Müslüman olduk ama iman kalplerimize girmedi, müminler aşamasına yükselemedik. Gerçek mânâda mümin olabilseydik, Allah bize mutlaka yardım ederdi. Çünkü Allah, “Biz müminlere yardım etmeyi üzerimize borç kıldık”3 demektedir. Eğer çağımızda Müslüman toplumlar mümin olsalardı, diğer halklara karşı daha önemli ve onurlu bir konumda olurlardı. Bunun için Kur’ân’da, “Ey müminler, kâfirlere ve zalim düzenlere karşı sakın gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin! Eğer inanıyorsanız, (sonunda) galip ve üstün gelirsiniz”4 denilmektedir. İşte, eğer Müslümanlar mümin olsalardı, diğer toplumlar onların üzerinde bir üstünlük sağlayamazlardı! Çünkü “Allah kâfirlerin müminlere galip gelmesine asla imkân vermez” denilmektedir.

Eğer Müslümanlar gerçekten inanıp imanı kalplerine de indirip mümin olsalardı, Allah onları zor ve hor durumda bırakmazdı. O zaman kâfirlere karşı hakir değil, izzet sahibi olarak üstün olurlardı. Çünkü “Allah müminleri içinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir”5 diyerek bize umut vermektedir Kur’ân. “Muhakkak ki Allah müminlerle beraberdir.”6

Allah’ın bütün bu vaat ve güvencelerine rağmen Müslümanlar sadece Müslümanlık aşamasında kaldılar, müminlik aşamasına yükselemediler. Belki de yükselmek istemediler. O yüzden de günümüzde siyasal, toplumsal, bilimsel ve ekonomik olarak diğer toplumların gerisine düştüler. Peki, bu durumdan kurtulmak mümkün mü? Elbette mümkün! Bunun şartı, mümin olmaktır. O hâlde müminleri Müslümanlardan ayıran şey nedir?

“Şirk ve nifaktan tevbe edenler, Allah’a ihlâsla ibadet edenler, hamd edenler, Allah için seyahat (hicret) edenler, oruç tutanlar, rükû ve secdeleriyle Rablerine boyun eğenler, iyiliği emredip kötülüğü engelleyenler ve Allah’ın sınırlarını (hükümlerini) koruyanlar var ya, işte böyle müminleri cennetle müjdele!”7

Demek ki Müslümanı müminden ayıran temel şey, ibadetlerle yetinmeyerek iyiliği emredip kötülüğü engellemek ve Allah’ın belirlediği sınırları aşmamaktır. Allah, yeryüzünde üstünlüğü, zaferi, egemenliği, önde ve ileride olmayı Müslümanlara değil, müminlere vaat etmiştir. Bunun şartı da tevbe edip günahlardan uzaklaşmak, ibadetlere devam etmek, iyiliği emredip kötülüğü engellemek, Allah’ın belirlediği sınırları aşmamaktır. Hem milletler, hem de insanlar için onurlu ve saygın bir hayat, ancak mümin olmakla mümkündür.

 

1) Nîsâ, 141

2) Hucûrat, 14

3) Rûm, 47

4) Âl-i İmran, 139

5) Âl-i İmran, 189

6) Enfâl, 19

7) Tevbe, 112