Ontolojik kaygılar ontolojik refleksleri doğurdu

Yazımızda örneğini verdiğimiz ontolojik gerekçeler; aday belirleme, milletvekili listelerinin oluşumu, ortak liste yapılması gibi Millet İttifakı’nın ortaya koyduğu tüm taktiksel hatalardan daha fazla ve daha derin bir şekilde seçmen davranışlarına etki etti. Bunun sonucunda da Millet İttifakı ve Kemal Kılıçdaroğlu, kaybeden taraf oldu.

ÜLKEMİZ, Cumhuriyet’in yüzüncü yıldönümünde tarihî bir seçime gitti. 14 Mayıs’ta Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinin ilk turu ile Milletvekili Seçimleri yapıldı. İlk tur Cumhurbaşkanlığı Seçiminde hiçbir aday yüzde 50’nin üzerinde oy alamadığı için ikinci tur 28 Mayıs Pazar günü yapıldı.

Seçim sonucunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yüzde 52 oy ile ipi önde göğüsledi. Millet İttifakı, gerek milletvekili seçimleri, gerekse cumhurbaşkanlığı seçimlerinde başarılı olamadı. Üstelik gerek 14 Mayıs sonrası, gerekse 28 Mayıs gecesinden sonra ittifak kanadında, özellikle de ittifakın büyük kısmında yapılan değerlendirmeler, ittifakın seçimlerden gerekli sonuçları çıkaramadığını gösteriyor. Öyle ki, seçim sonuçlarını “Erdoğan kaybetti” diye okuyanlar bile var.

Cumhur İttifakı’nın ve Recep Tayyip Erdoğan’ın başarısı ile Millet İttifakı ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun başarısızlığının nedenleri üzerinde kamuoyu sıklıkla tartışmalar yapacaktır. Ama kanımca Millet İttifakı ve Kılıçdaroğlu’nun başarısızlığının ana nedeni, ontolojik nedenlerdir.

Ontolojik var oluşun güncel sembolleriyle kavga edildiği görüntüsü milleti ürküttü

Bir milletin geçmişi, o milletin geleceğe dair tasavvurunu da belirleyen en önemli unsurlardan biridir. Osmanlı İmparatorluğu, geçmişte dünya muvazenesinde yüzyıllarca söz sahibi oldu. Bugün kaosun hâkim olduğu Ortadoğu’yu sadece bir valiyle yüzyıllarca sükûnet ve barış içinde yönetti. Öncesinde Selçuklular ve kimi tarihçiler tarafından sayıları yüzlerce olan devletlerle Türk milleti, geçmişte dünyanın en etkin milletleri arasında yer aldı. 

Milletimizin çok büyük bir kısmı, özellikle de milliyetçi ve muhafazakâr kesim, gelecekte Türk milletinin dünyada yeniden etkin bir konumda olacağını hayâl ediyor ve bu hayâlin gerçekleşeceğine inanıyor. Bu tasavvur adeta genetik bir kod gibi milliyetçi-muhafazakâr kesimin derin hafızasında her zaman var oldu ve var olmaya da devam ediyor.

Ontolojik var oluşun güncel sembolleri

Savunma sanayii atılımları, İHA’lar, SİHA’lar, TCG Anadolu gemisi, yerli ve millî imkânlarla yapılan tanklar, hava savunma sistemleri gibi yerli ve millî savunma sanayii hamleleri, TOGG’un üretimi, nükleer santralin açılması gibi katma değeri olan ve ülkemizi dünya liginde daha üst sıralara çıkaran projeler, yukarıda sözünü ettiğim tasavvurun güncel sembolleridirler. Yani bu projeler, milletimizin çok büyük bir kısmının, özellikle de milliyetçi ve muhafazakâr kesimin hafızasında sözünü ettiğimiz hayâlin sembolleridirler.

“Derin sembolik değeri olan projelerle kavga ediliyor” görüntüsü, ontolojik tehdit algısı oluşturdu

Millet İttifakı ve bileşenleri, derin sembolik anlamları olan bu projelerle seçim öncesi ve seçim sürecinde adeta kavga ettiler. Savunma sanayii projelerinin bel kemiğini oluşturan İHA’lar, SİHA’lar ve diğer savunma sanayii projeleri öncelikle engellenmeye çalışıldı. Nasıl engellendiğine dair gerçekler yıllar sonra ortaya çıktı. Daha sonra, “Bunlar yerli ve millî değil” denildi. Yerli ve millî olduğu ortaya çıkınca, bu kez de “Bunlar maket. O kadar abartılacak bir yanları yok” denerek küçümsendi. İHA, SİHA, yerli silahlar ve diğer savunma sanayii üretimlerinin terörle mücadelede ve sahada, özellikle de Karabağ ve Rusya-Ukrayna Savaşı’nda büyük bir etkiye sahip olduğu ortaya çıkınca, bu kez “Bunlar savaş suçu işliyor” imasında bulunuldu.

TCG Anadolu için, “Bunlardan dünyada çok sayıda var. Abartılacak bir şey değil” denildi. Hatta “İki bomba atarsın, batar gider” bile denilerek küçümsendi. 

TOGG için önce “Yapılamaz, fabrika yok” denildi. Fabrika vücut bulmaya başlayınca, bu kez “Bu iş tutmaz” denildi. Fabrika yükselmeye başlayınca, “Yapsalar da satamazlar” denildi. TOGG için rekor sayıda talep olup ayrıca pazarlama problemi olmadığı da anlaşılınca, “Bu aslında yerli değil, İtalya’da üretiliyor” denildi. TOGG yollara çıktı ama bazıları hâlen benzer söylemlere devam ediyor.

Geçmiş tecrübeler kavga kanaatini pekiştirdi

Üstelik bunlar sadece sokak söylemleri ile sınırlı kalmadı. Millet İttifakı’nın en tepedeki aktörleri tarafından dile getirilerek bu söylemler kitleselleştirildi. Örnekleri çoğaltmak dahi mümkün. Ama ortaya çıkan tablo, milliyetçi-muhafazakâr kesimde bu devasa projeler ile kavga edildiği kanaatini oluşturdu.

Üstelik geçmiş yıllarda “Devrim” otomobili ile Nuri Demirağ ve Nuri Killigil’in yerli savunma ve yerli uçak sanayii çalışmalarının benzer söylemlerle nasıl engellendiği hafızalarda tazelenince, milletin zihnindeki “Bunlar bizi yeniden ayağa kaldıracak projelerle kavga ediyorlar” kanaati daha da pekişti.

Sonuç olarak milliyetçi ve muhafazakâr kesim, bu söylemleri ontolojik bir tehdit olarak algıladı ve Millet İttifakı’na yönelmedi. 

Geçmişin acı hatıralarını tazeleyen söylem, ontolojik korkuları diriltir

Yaşam tecrübeleri, bu tecrübelerin ortaya çıkardığı sonuçlara göre insan psikolojisinde derin etkiler bırakır. Öyle ki, bazı etkileri ortadan kaldırmak neredeyse imkânsızdır. Geçmişin acı hatıraları da bunlar arasında en belirgin olanıdır.

Geçmişte yaşanmış derin acılar, insan psikolojisinde derin yırtılmalar ve derin izler bırakır. İnsanlar bu izleri süreç içerisinde silmeye ve unutmaya çalışsalar da bu izlere sebebiyet verenlerin benzer en ufak davranışı, söz konusu hafızanın yeniden tazelenmesini sağlar. Öyle ki, bazen bu acılara sebebiyet veren olayların yeniden yaşanma ihtimâli belirmeye başladığında bu derin acıları yaşayanlar, ontolojik refleksler göstermeye başlarlar.

Muhafazakâr kesim, bu acıları en derinden yaşayanlar arasında bulunuyor. Özellikle 28 Şubat’ın oluşturduğu travmayı yaşayanlar hâlen hayattalar. O dönemde yaşanan acılar ve bunların oluşturduğu ontolojik kaygılar ve korkular henüz diri.

Kılıçdaroğlu, bu durumu nispeten sezmiş olmalı ki, seçim öncesi süreçte helâlleşmeden bahsetti. Muhafazakâr kanattaki CHP’nin kötü imajını kırmak için “özeleştiri” gibi birtakım hamleler yaptı. Ama bunlar inandırıcı bulunmadı.

Jakoben tavır ve rövanşist bakış yeniden hortladı

Seçim sürecinin son düzlüğünde, ittifakın büyük ortağı ve diğer bileşenlerinde ortaya çıkan “Seçimi kazanıyoruz” inancı, daha doğrusu “Seçimi kazanıyoruz” şeklindeki yanılsama, kendini iyice gösterdi. Böyle olunca insanları, özellikle de muhafazakâr ve milliyetçi kanadı hor gören Jakoben tavır ve rövanşist bakış yeniden hortladı. “İktidara geldiğimizde sizi yargılayacağız, sizinle uğraşacağız, intikam alacağız” naraları ile “geri zekâlı, cahil, Anadolu çomarı” gibi söylemler hem sokakta, hem de sosyal medyada iyice görünür hâle geldi. Bu tavır görünür hâle gelince, bu tavra maruz kalanların ontolojik refleksleri de hemen teyakkuza geçti.  

“Ulan öküz Anadolulu” ile başlayan ve “koyun, cahil” gibi nice horlamayla devam eden, başörtülü kızların üniversitelerde yaşadıklarıyla zirveye çıkan, “bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam” tanımlamalarıyla yakın siyâsî tarihimize geçen Jakoben tavır tazelenince, milliyetçi-muhafazakâr kesim, Cumhur İttifakı ve Recep Tayyip Erdoğan etrafında birleşti.

Sonuç olarak, Cumhur İttifakı ve Recep Tayyip Erdoğan seçimi kazandı.

Burada anlattığımız örnekleri çoğaltmak mümkün, ama kanımca örneğini verdiğimiz ontolojik gerekçeler; aday belirleme, milletvekili listelerinin oluşumu, ortak liste yapılması gibi Millet İttifakı’nın ortaya koyduğu tüm taktiksel hatalardan daha fazla ve daha derin bir şekilde seçmen davranışlarına etki etti. Bunun sonucunda da Millet İttifakı ve Kemal Kılıçdaroğlu, kaybeden taraf oldu.