Onların sevmediği

Sultan’ın düşüncesine göre, imparatorluğu o savaşa kadar ayakta tutabilir ve o savaşta doğru tarafta yer alınabilirse Osmanlı tekrar eski ve kudretli günlerine dönebilirdi. Hatıralarında şöyle yazmaktadır: “Bunca sene milletlerin birbirine düşmesini bekledim ve tahtı korumaya çalıştım. Kader o ki, milletler birbirine düştü ama ben tahtta değilim.”

TARİH sahnesinde yaşamış hükümdarlar doğal olarak tartışılır. Hüküm sürelerinde yaptıkları işler, icraatlar, aldıkları kararlar, savaşlar ve kişilikleri tarihin konusu olarak ele alınmıştır.

Bazı hükümdarlar diğerlerinden fazla gündemde kalır. Kimi aldığı kararlar ve yaptığı icraatla, kimi savaşlarıyla, kimi kişiliğiyle günümüze değin konuşulmuştur. İhtimaldir ki, ilerleyen dönemlerde de konuşulacaklardır.

Tarih, örneğin Oğuz Kağan’ı, Sultan Alpaslan’ı, Attila’yı, Fatih Sultan Mehmed Han’ı, Gazi Mustafa Kemal’i ve daha nicelerini unutmayacaktır. Kimi çağ açıp çağ kapatmış, kimi tarihin akışına etki etmiş, kimi tartışmalara konu olmuş onlarca tarihî şahsiyet vardır. Bunlardan biri de Cennetmekân Sultan İkinci Abdülhamid Han’dır.

Mazlum Padişah, hakkında tartışma yaşananlar arasında belki de en çok gündemde kalan hükümdarlardan biridir. Çünkü o, kimine göre “Kızıl Sultan, despot, sansürcü, istibdatçı”, kimilerine göre “Gök Sultan, Ulu Hakan”dır.

Tarihî pencerelere bakıldığında bazı hükümdarlar devletini büyütmüş, bazıları devletin bütünlüğünü korumuş, bazıları unutulmaz eserler bırakmıştır. Sultan İkinci Abdülhamid Han ne yapmıştır? Neden kimilerine göre eğri, kimilerine göre doğrudur?

İkinci Abdülhamid Han’a bakış

1870’li yıllarda Balkanlarda kopan isyan fırtınası Osmanlı İmparatorluğu’nu derinden sarsmıştır. Çalkantılı günler Sultan Abdülaziz Han döneminde gelişmiş ve 15 yıllık hükmü süresince imparatorluğun bazı alanlarında ilerlemeler kaydeden nazik padişah, bir darbe ile tahttan hâl’ edilmiştir. Yerine Beşinci Murad tahta çıkarılmış lâkin sağlığı bu görevi yapmaya müsaade etmediği için üç ay gibi bir sürede tahttan indirilmiştir.

7 Eylül 1876 yılında İkinci Abdülhamid Han tahta çıktı. Padişah olmadan evvel kendisiyle pazarlık eden o günün devlet büyükleri yani darbecileri kendisinden meşrutiyet talebinde bulunmuşlardı. Padişah, tahta çıktıktan sonra da hazırladıkları Kanun-i Esasi’yi 23 Aralık 1876’da ilân etti. Sadrazam Mithat Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa ve diğer darbecilerin hata ve yanlış politikaları sebebiyle henüz padişah olmuş İkinci Abdülhamid Han’ın itirazına rağmen Tersane Konferansı, Osmanlı için olumsuz sonuçlandı ve Rusya ile savaş durumu ortaya çıktı. 1877-78 yıllarında gerçekleşen savaş, Rumî takvime göre 1293 yılına denk geldiği için tarihe “93 Harbi” olarak geçmiştir. Darbe yapmış bir ordunun zafer kazanamayacağı sözü o dönemde vuku bulmuştur.

Savaş için yapılan harekât plânlarında Rus birliklerini aylarca uğraştırıp yıpratabilecek jeopolitik anlamda mühim bir nokta olan Şıpka geçidinin zamanında tutulmaması yüzünden Rus birlikleri kolayca Balkanlarda ilerleme imkânı buldu. Kötü başlayan savaşın devamında dünya savaş tarihine geçen iki önemli olay yaşandı. Bunlar Plevne Müdafaası ile Erzurum tabyalarında verilen destansı savunmalardır.

Plevne’de Gazi Osman Nuri Paşa komutasındaki birliklerimiz Plevne’yi 143 gün savunarak Rus ordusuna geçit vermemiş ve umutları yeşertmiştir. Erzurum’da Ahmet Muhtar Paşa komutasındaki birliklerimizse Erzurum tabyasında mücadele ederken Erzurum halkının tabyalara desteğe gitmesiyle tarihe “Nene Hatun” olayı diye geçen olay yaşanmış ve Ruslar püskürtülmüştür. Lâkin dönemin askerî komutası bu durumu kullanıp lehe çevirecek askerî bir idare dirayeti gösteremeyince her iki cephe de kaybedilmiştir. Rusların Edirne’yi işgal etmelerinin ardından Yeşilköy’e kadar gelmeleri sonucu Padişah, savaşa müdahale ederek ateşkes istemiştir. Kendisinin başlatmadığı, önerilerinin dikkate alınmadığı ve sonu mağlûbiyet ile biten savaşı durdurup imparatorluğu çökmekten kurtaran kişi, Sultan İkinci Abdülhamid Han’dır.

Gök Sultan, kendi hatıralarında da ifade ettiği gibi, “Savaş kötüdür. Sonu zaferle bitse bile milleti yiyip bitirir” düşüncesiyle, dünyaca ünlü tarihçilerin kabul ettiği üzere dâhiyane siyaset manevralarıyla imparatorluğu 33 yıl boyunca yıkılmaktan korumuş ve yine hatıralarında ifade ettiği gibi diğer milletlerin birbiriyle tutuşacakları savaşı beklemiştir. “Büyük Buhran” ismini verdiği o savaş, Birinci Dünya Savaşı’dır.

Sultan’ın düşüncesine göre, imparatorluğu o savaşa kadar ayakta tutabilir ve o savaşta doğru tarafta yer alınabilirse Osmanlı tekrar eski ve kudretli günlerine dönebilirdi. Hatıralarında şöyle yazmaktadır: “Bunca sene milletlerin birbirine düşmesini bekledim ve tahtı korumaya çalıştım. Kader o ki, milletler birbirine düştü ama ben tahtta değilim.”

Padişah İkinci Abdülhamid Han, iyi bir gözlemci olduğu kadar kendinden önce kurulan istihbarat teşkilatını çok iyi idare etmiş ve dünyaya nam salan “Yıldız Teşkilatı”nı da kurup yönetmiştir. Bu büyük istihbarat ağı sayesinde İngiltere kraliyet sarayındaki konuşmalardan tutun, Mithat Paşa konağında konuşulanlara kadar her çeşit bilgiye kısa sürede ulaşabilmiştir.

Bilmek, bilgiye haiz olmak tedbirli olmayı ve atılacak olan adımı doğru atmayı sağlar. Ulu Hakan bu durumu gerçek mânâda iyi kullanarak milletini çöküşün içinden tutup çıkarabilmiştir. Kendisine düşman olanların zamanla hakkında methiyeler dizmesi onun Halife olarak İslâm âlemine ve Padişah olarak milletine hizmetleri nedeniyledir. Değerinin kaybedilince anlaşılmış olması ne büyük talihsizliktir. Çünkü onun 33 yıl koruduğu imparatorluk, kendisini tahtan indirip yönetimi devralanların elinde yalnızca on yıl yaşayabilmiş ve imparatorluk çökmüştür.


   

Üretici akıl ve yatırımcı zekâ ondaydı

Bir yandan siyâsî manevralar ile gemisini yürütürken, diğer yandan hem Anadolu’ya, hem milletine büyük hizmetler yapmıştır. Hakkında denilmedik laf bırakmayanların hâlen kullandıkları bir sürü yapı ve hizmet ayaktadır. Beykoz Hamidiye Kâğıt Fabrikası, Şişli Etfal Hastanesi, İstanbul Arkeoloji Müzesi, İzmir Saat Kulesi, Darülaceze, Hicaz Demiryolu Projesi, okullar, yollar, çarşılar yaptırmış; bazıları değişen çağın gerekliliği yüzünden yenilenmiş, kimi de hâlen milletin hizmetindedir.

Askerî alanda yenilikler yaptırmış, Çanakkale Boğazı’na bataryaları yine Abdülhamid Han koydurtmuştur. Çanakkale Savaşlarında düşmanı dize getiren bataryaları, bir gün millet anakaraya çekilmek durumunda kalırsa hesabıyla yaptırmıştır. Nitekim o savaşta önceden kurulan mevziler ve top bataryaları bu milletin yeniden destan yazmasına olanak sağlamıştır.

Yaptığı her işi eleştirenlere bazen cevap vermemiş ama hatıralarında yazdırmıştır. Örneğin donanma için söylenenlere karşı şöyle demiştir: “Evet, donanmayı Haliç’e çektirdim. Çünkü donanma bizim ama tüm çarkçıbaşıları ve teknisyenleri İngiliz veya Fransız idi. Onlar donanmamızı ele geçirmişlerdi. Bir savaş durumunda zaten kullanamayacaktık.”

Kaldı ki, amcası Abdülaziz Han döneminde belli bir seviyeye getirilmiş donanmayı İngiliz ve Fransızlar kendileri için tehdit olarak görüyorlardı Rusya’ya karşı (Berlin Konferansı’nda bu durumu özellikle kullanmıştır) denge olarak kullanmış ve Berlin Konferansı ile Ayastefanos Anlaşması’nın ağır hükümlerini büyük ölçüde bertaraf etmiştir.

Edebiyat alanında kendisinin istibdatçı ve sansürcü olduğu söylenir. Elbette iktidarlar edebî alanda eleştirilmelerini sevmezler lâkin Abdülhamid Han, kendisini eleştirenlerin birçoğunun okumasını sağlayan bir padişah olmuştur. “Kendisinde biraz ümit gördüğüm gençlerin okuması için elimizden gelen her şeyi yaptık. Onların dönüp milletlerine faydalı kişiler olmasını diledik lâkin çoğu devlete düşman oldu” diyecektir. Hakkında daha ileriye gidenler içinse, “Beni edebiyata düşman sanırlar ve öyle gösterirlerdi. Hayır, ben edebiyatın değil edepsizliğin, edebiyatçının değil edepsizin düşmanı oldum” demiştir. Örneğin kendisi hakkında eleştirileri olan Namık Kemal için, “Eğer edebiyatçılara düşman olsaydım Kemal Bey’e öldüğü güne kadar kesemden dirhem vermez, oğlunu (Ali Ekrem Bolayır) saraya hizmetime almazdım” demiştir.

Hakkında “hürriyet düşmanı” diyerek şayia yayanlar oldu. Hâlen kimilerinin dillerine dolanan bu durum için Sultan İkinci Abdülhamid Han, hatıralarında, “Dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir ki, ihtilalciler yıkımda gösterdikleri başarıyı yapmakta göstermiş olsun!” diyerek yapılmak istenenin doğru olmadığını ve milletin hakkı olan devlet olma ve devleti içinde rahatça yaşama hak ve özgürlüğünün kimseye verilemeyeceğini ifade etmiştir. Padişahın sahip olduğu büyük istihbarat teşkilatından elde ettiği bilgilerle gerek İttihatçıların, gerekse diğer grupların aslında kimlerle birlikte olduğu veya kimlerin güdümünde olduklarını iyi analiz etmiş ve milletin geleceğini bazı içi boş sloganlara feda etmemiştir. Bunun adının istibdat veya sansürcülük olarak lanse edilmesi, söyleyenlerin doğru olduğunu ispatlamaz. Nitekim tarih, Ulu Hakan’ı haklı çıkarmıştır.

Onun tahtan indirilmesinden sonra yaşanan gelişmelerle devletin yıkıma gittiğini görenler ardınca şiirler yazacak ve “Neredesin Şevketli Sultan Hamid Han?” diyerek şiirlerine başlayacak, devamında şöyle diyeceklerdi: “Padişah hem zalim, hem deli dedik/ İhtilale kıyam etmeli dedik/ Şeytan ne dediyse biz ‘belî’ dedik/ Çalıştık fitnenin intibahına// Divane sen değil, meğer bizmişiz/ Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz/ Sade deli değil, edepsizmişiz/ Tükürdük atalar kıblegâhına…”

Kıymetli okurlarım, hakkında binlerce sayfalık araştırmalar yapılan Sultan Abdülhamid Han’ı değerlendirmek, eleştirmek veya onu ulu yapmak kelimelerle kolaydır. Lâkin bir tarihî olay, durum veya zaman hakkında yargıya varmadan önce bazı açılardan ele almak gerekir. Yaşanan olayın durumu, o günün şartları, o günkü imkânlar, devletin durumu, dünyadaki durum, iç siyaset gibi parametreleri iyi analiz edip sonra hüküm vermek biraz daha doğru bir sonuç almamıza olanak sağlar. Lâkin “Yüzde yüz böyledir” demek olanaksızdır. Devlet kayıtları, yazışmalar, resmî veya gayr-ı resmî mektuplar, hatıralar gibi diğer metinleri de toparlayıp neticeye varmak bizleri bir adım daha doğruya yaklaştırır. “O haindi, korkaktı, yeniliğe karşıydı” diyerek kirletmeye çalışmak Abdülhamid Han’ı hain veya korkak yapmaz ama söyleyen kişiyi yalancı yapar.

Ulu Hakan, milletinin yanında yer aldı. Şimdi bizlere de onun tarafında olmak düşer. Zira tarihî gerçeklerin önünde sonunda tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.

Hepinize esenlikler diliyorum.