
AMCASI Sibirya’ya, babası da Moğolistan’a sürüldükten sonra ailenin bütün yük
Bayram’ın omuzlarına yüklenmişti. Babasıyla birlikte daha birçok insan
sürülmüştü Moğolistan’a. Çoğu açlıktan ölmüş ve geriye dönememişlerdi. Moğol
asıllı bekçi kadın olmasaydı babası da sağ dönmezdi Bayram’ın. Allah karşısına
o kadını çıkarmıştı ve her gün kendisine verilen yemeğin yarısını vermişti de
öyle hayata tutunabilmişti.
Önce amcası Tâçlı sürgüne
gönderilmişti. Bunun üzerine Bayram ve babası tutuklanma korkusuyla köyü terk
etmiş ve Telman’ın bir obasına yerleşmişlerdi. Fakat Halk Komiserliği’nin
adamları onları Telman’da da buldu. Obadaki yerli Türkmen komünistler, aileyi
Halk Komiserliği’ne ihbar etmişlerdi. Burada da fazla kalamazlardı. Oradan
ayrılarak Aşkabat civarında bir obaya hicret ettiler. Fakat gölge gibi takip
ediliyorlardı. Orada da uzun süre kalamadılar.
Bu sefer Köhneürgenç’e geçtiler, ancak aynı yerde
uzun soluklu hiç kalamıyorlardı. Yuvasız kuşlar gibi oradan oraya
savruluyorlardı. Resmen evsiz barksız olan göçerler durumuna düşmüşlerdi.
Yakalanmamak için bir köyden diğer köye göçerek sürekli yer değiştiriyorlardı.
Eşyaları bir at arabasını ancak dolduruyordu, dolayısıyla göçmek çok zor
olmuyordu onlar için. Obalarda bulunan istihbarat biraz zayıf olduğundan,
ailenin bir obaya gelişi ancak bir ayda filan fark edilebiliyordu.
Gittikleri son köyde bir
tanıdıkları vardı. Fena bir adam değildi, aileye acıdığı için traktörünün
deposundan bir şişe mazot verdi. Fakat bunu gören obadan biri, “Bunlar devletin
mazotunu çalıyor, traktörcü de devlet mazotunun çalınmasına göz yumuyor”
şeklinde şikâyet etti. Bu şikâyet üzerine Bayram’ın babası ve traktörcü
tutuklandı. İkisi de devlet malını çalma ve çalmaya göz yumma suçundan altı yıl
cezaya çarptırılarak Moğolistan’a sürgüne gönderildi.
İşte o gün yükün
ağırlığını omuzlarında hissetmişti Bayram! Amca Sibirya’da, baba ise
Moğolistan’da sürgündeydi.
Moğol kadının yardımı sayesinde
ölmeden eve dönebilmişti Bayram’ın babası. Altı yıl sonra eve döndüğünde,
geriye henüz ruhu çıkmamış yaşayan bir ceset kalmıştı. Birçok hastalığa
yakalanmış, ağzındaki tüm dişleri çürümüş, güç ve kuvveti kalmamıştı. O ıstırap
yükünü ancak 1974 yılına kadar taşıyabildi.
Bayram’ın babasından önce
amcası sürülmüştü. Başlarına gelen bu sıkıntı biraz da onun yüzündendi. Amcası
Tâçlı, obada saygı duyulan bir adamdı. İslâm’ı diğer insanlardan daha iyi
biliyordu. Birçok obada zaten “Molla” diye tanınıyordu. Aldığı geleneksel
eğitim dışında aslında fazla bir tahsili de yoktu.
Bir gün Dışoğuz
vilâyetinin Tahta etrafındaki bir obaya cenaze namazına gitmişti. O gün cenaze
evine Sovyet Halk Komiserliği’nden bir grup baskın yaptı. Tâçlı’yı ve oradaki
ileri gelenleri tutukladılar. Tâçlı’nın tutuklanma sebebi cenaze namazını
kıldırmasıydı. Fakat resmî evraka suçu “Sovyet rejimine karşı gelmek ve din
öğreterek halkı zehirlemek” olarak kaydedilmişti. Din ile ilişkilendirilen
suçlar en büyük suçlardı ve cezası da ağırdı. Bu tür suçların cezası ömür boyu
hapis veya Sibirya’ya sürgündü.
Tâçlı, obalarda çok
sevilen biriydi. Çünkü hayırsever bir adamdı. Kimin bir müşkülü olsa koşardı. O
gün, yapılacak baskından habersiz, komşu obadaki kardeşlerin acısını paylaşmak
için gitmişti. Sürgüne gönderileceğine halk çok üzülüyordu Tâçlı’nın. Hele eşi
Aşe Ece’nin (Ayşe Ana) üzüntüsünü tarif imkânsızdı. Fakat ellerinden hiçbir şey
gelmiyordu.
Tâçlı ve diğer tutuklular
iki gün içinde apar topar tren vagonlarına doldurularak Sibirya’ya gönderildiler.
Sadece trene binerken uzaktan yakınları görebildi. Ondan sonra ne bir gören, ne
duyan oldu, ne de bir haber alındı.
Altı ay geçtikten sonra
Tâçlı’dan bir mektup geldi. Aile sevinçten ne yapacağını bilemiyordu. Çünkü o
hayattaydı; bu mektup, onun hayatta olduğunun bir işaretiydi. Titrek ellerle
mektup açıldı. Mektupta sürgünden hiç bahsedilmiyordu. Çektiği ıstırabı belli
ki geride kalanlara hissettirmek istemiyordu. Yalnız biraz paraya ihtiyacı
olduğunu ve para göndermelerini yazmıştı. Aile perişan olmuştu, üç beş kuruş
bulup da Tâçlı’ya para gönderemediler.
O son mektuptu, Taçlı’dan
bir daha mektup gelmedi. Hayatta olduğuna dair bir haber de alınamadı. Yıllar
sonra Tâçlı’nın kardeşinin oğlunun oğlu Kurban, 1988-1989 yıllarında Sibirya’da
askerlik yaparken babasından çok dinlediği bu hikâyeyi yerinde araştırmak
istedi. Sibirya’ya sürgüne giden insanların izlerini sürerken yaşlı bir Rus
kadınına rastladı. Bu yaşlı kadın tarih gibiydi. Yaşının ilerlemesine rağmen
olayları net hatırlıyordu. Yaşanan acı olayların tazeliği hâlâ hafızasındaydı.
Ona da sordu Kurban büyük amcasının akıbetini.
Mahkûmların gruplara
ayrıldığını, bir grupta Tâçlı isimli ve memleketinin Türkmenistan Dışoğuz olan
birinin varlığını öğrendi. Sonra yaşlı kadın şu bilgileri verdi: “Bütün
mahkûmlar gruplar hâlinde kampta çalıştırıldılar. Ne kadar çok çalışırlarsa o
kadar erken serbest bırakılacaklarını vadettiler. Fakat bu bir aldatmacaydı.
Onları iş göremez oluncaya kadar her türlü işe koşturdular. Güçlerini kaybedip
çalışamaz, hiçbir iş yapamaz hâle gelince kendi mezarlarını kendilerine
kazdırdılar ve oraya attılar. Hıristiyan ve Müslüman ayrımı yapmaksızın
hepsinin üzerine toprak yığdılar. Bundan dolayı kimin hangi toprak altında
kaldığını bilemiyorum.”
Aşe Ece’ye onun ölmüş
olduğunu söyleyemediler. O hep Tâçlı’nın bir gün döneceğini bekledi. Yıllar
süren uzun bekleyişten sonra, 1993’te, 85 yaşında bu dünyaya veda etti.