Önemli olan?

Önemli olan ne öyleyse? Paha biçilemeyen göz mü, pahalı gözlük mü, üç günlük dünya mı, sonsuz âhiret mi? Bir anlık heves ve kaçamak mı, sadâkat ve bir ömür mutluluk mu? Kısa yoldan emeksizce servet sahibi olup zevk u safâya dalmak mı, alın teriyle helâlinden kazanılmış yarım ekmek mi? Meyhanelerde, batakhanelerde serserice tüketilmiş bir ömür mü, yoksa aşk ve çabayla yoğrulmuş, her ânın hakkı verilmiş bir hayat mı? Hangisi daha kıymetli?

ÖNEMLİ olan, ilk yapılmak istenendir; akılda ilk alan kaplayan ve diğerlerini geri itekleyendir. Önemli olan sağlıktır meselâ, parayla bir koltuğa sığamadıklarında… Zamanı pay ederken ilk sırayı verdiğin, acele ettiğindir. Arkada kalan, manşet olmayan, illâ ki daha az öneme sahiptir.

Önemli olan cânansa, can fedâ edilir. Cânan Allah’sa, candan vazgeçilir. Kimse için ölmeye değmez Allah’tan gayrı. Önemli olan ahretse, dünyaya tercih edilir. Seçerken öne aldığım ne varsa önemlidir. Muhabbete yenik düştüğüm ve namazımı geri bıraktığım an, bir tercih yapmışımdır. O an şükür borcum, kul oluşum, yaratılış amacım ve niçin nefes aldığım geride kalmıştır aklımda. Gönül bir yöne bakarken, göz başka yöne bakamaz, öyle ya…

Cuma vakti ezanlar okunurken hâlâ müşteri arayan, satış telâşına düşen bir esnaf gördüğümde, onun kalbindeki seçimin sokaklara döküldüğünü hissederim. Herkes tarafından rahatça görülebilen niyet sahnelenmektedir o an. Birinci sıradaki yerini almış olan servet biriktirme tutkusu o kadar parlak renklerle göze çarpar ki akşama doğru dükkâna uğrayan müşterilere Allah sevgisinden bahsederken oldukça pişkindir adam. “Toplum neyi önemserse benim de onu önemsediğimi sansınlar” dediği apaçıktır. Bu, kendine bile itiraf edemediği bir seçimdir aslında!

Hayatımı önceliklerime göre geçiriyorum, bilmem farkında mıyım? Her seçim, bir vazgeçiş aynı zamanda. Seçtiklerimle nelerden vazgeçiyorum acaba? Kim bilir, çok daha kıymetli şeyleri arka sıralara itiyorumdur belki de. Bir gün kendime hesap verirken, “Toprağa ayva ektim de nar çıktı” diyemem. En önemli güç gösterimi “seçerken” yapıyorum. Seçtiğim yola girdikten sonra karşılaştığım her şey, o yolun doğal özelliği zaten. Çölde kar aramanın anlamı yok öyleyse…

“Hep bana Rabbena! Kimseye bir şey verme ben dururken Allah’ım! Her güzellik benim olsun, dert tasa şöyle dursun, dene bütün kullarını, koy beni Cennetine!” Bu da bir tercih duâsı; çıkar üzerine kurulmuş bir bağ… Kiminin duâsı dağı taşı, kurdu kuşu kapsarken, kimininki kendi zevki safasına yöneliktir. Kendini önemli görmek elbette güzel, ama fazlası insanlığa ihanet değil mi? “Biz yaşayalım, geri kalanı ölsün” diyen bir mantığın kurbanları olarak maske takıyoruz şu an.

Kalbin ne çok tercümanı, müfessiri ve kanıtı var. İlle de kalbin ihaneti ve tuzağı ele ayağa düşecektir. Eşine, “Sen benim için değerlisin, kalbimde başka sevgiye yer yok” derken gözü başkasına bakan birinin bakışı, kalbindeki önceliği sızdırır. Zaman geçirmeyi seçtiğim her varlık, birçoğunu geride bırakarak ön sıraya oturmuştur, vesselâm…

Hangisi?

O gün çok önemli bir iş için yola çıkmışım, “Hiçbir şey beni yolumdan alıkoyamaz” diyerek kafamı dikmişim hedefime. Ama yolumda bir kazâ var ve yaralı tek başına uzanmış, kan kaybediyor. Onunla ilgilensem bütün hayâllerim suya düşecek. Ve ben durup orada, insanlık görevimi tercih ediyorum. Bir anda bir başka can için çok şeyin fedâ edilebileceğini öğretiyor vicdanım bana. Aklım yola devam etmem için çakallıklar yapıyor, kırk takla atıyor. Ama rûhumu patlatacak kadar büyük olan bir iç hesaplaşma, az sonra kazanacağım paraları pula çeviriyor. Akşama elim boş, gönlüm hoş olarak dönüyorum evime.

Aslında bu önem sıralaması her an kapımızı çalıp duruyor. Sanki özel kalemimiz camekânın arkasında randevularımızı, telefonlarımızı bağlamak için bekliyor ve “Efendim, şöyle mi olsun, böyle mi olsun?” diye sürekli onay ve karar bekliyor. Akıl ve kalp, her an bizden son kararımızı bekliyor. Bu bizi değerli yapıyor. Katil, silahını ateşlemeden önce kararını vermiştir, yoksa el, kendiliğinden tetiğe uzanmaz.

İstemeden bir şeyi yapmak bile bir kararın sonucudur; biraz yakın çekimle bakınca anlamak zor değil. Bazen seçme şansımız kalmamış gibi gelir bize, ama önceden yaptığımız bir seçimin çıkmaz sokağına çıkmıştır yolumuz; bir duâmız, bir iç geçirişimiz, birinin duâsına “Âmin!” deyişimiz, birinin âhını hak edişimiz, her şey olabilir. Hem de her an… Çünkü burası dünya!

“İnsanın sorumlu tutulması için seçim yapabilmesi aklî bir zorunluluktur” diye düşünüyorum. Allah, Kendi Şânına yakışanı yapmıştır zaten…

Bir solukta içimden geçenleri sıralayıverdim. Hiç ardıma önüme bakmıyor, “Kervan yolda düzülür” hesabı ha bire yazıyorum.

Sıra sıra

Aşkın közünde pişmiş, köpüğü kaçmamış bir fincan kahve bu dünya. Ama insan, çocukluğundaki pürüzsüz kalbini kırık dökük bulur şöyle bir bakınca. O dupduru cildi buruşur ve saçları beyaza teslim olur. Sevdikleri birer birer göç ederken kahve soğur, köpük kaçar, tat gider. Ama aşkın alevi bütün harâretiyle yanmaya devam eder. Bütün bu istekler ve seçimler, bir divanda durup açıklanacağı günü beklerler.

O zaman neyi seçeceğine çok önem vermeli insan. Önem verdiği, “Bu benim hayatım!” dediği hayat var ya, yıllar, aylar ve günler gibi görünse de sadece “bir karar ânı”ndan ibâret. Melekleşmek ya da şeytanlaşmak, cennet ya da cehennem kararı… Zalim ya da mazlum olmak, yalancı ya da dürüst olmak kararı… Arlı ya da arsız olmak, muti ya da âsi olmak kararı… Sevmek ya da nefret etmek, af ya da intikam kararı… Tevazu ya da kibir, şükür ya da nankörlük, sabır ya da acele… Hepsi, hepsi bir anlık karar! İman ölçüsünde alınmış bir anlık karar…

Önemli olan ne öyleyse? Paha biçilemeyen göz mü, pahalı gözlük mü, üç günlük dünya mı, sonsuz âhiret mi? Bir anlık heves ve kaçamak mı, sadâkat ve bir ömür mutluluk mu? Kısa yoldan emeksizce servet sahibi olup zevk u safâya dalmak mı, alın teriyle helâlinden kazanılmış yarım ekmek mi? Meyhanelerde, batakhanelerde serserice tüketilmiş bir ömür mü, yoksa aşk ve çabayla yoğrulmuş, her ânın hakkı verilmiş bir hayat mı? Hangisi daha kıymetli?


Neyin daha önemli olduğunu bilmek, yiyip içmek ve şükretmek, derdi çekip sabretmek, en başından sonu görmek daha önemli olsa gerek…

Nasreddin Hoca’yı vaktiyle ziyafete davet etmişler. Hoca, üstünde başında olanıyla davete icabet etmiş. Baksa görse ki, herkes leziz yemeklere kaşık sallamaktan Hoca’yı buyur etmiyor. Hoca şaşkınlığını gizleyip yanlarına sokuluyor ama ne çâre, kimse yer açmıyor! Hoca bir hışımla eve geri dönüp en kıymetli kaftanını giyinerek salına salına geri geliyor davete. Kaftanının eteği kürk olunca, herkes Hoca’ya dikkat kesilip, “Buyur Hocam buraya!”, “Yok, oraya değil, buraya!”” diye yarışa giriyor. Hoca kaftanın eteğini yemeğe batırınca, herkes hayrete düşüyor. E söz sırası şimdi Hoca’ya geçiyor: “Be kıymet bilmezler! Az evvel gözünüze baktım yer açasınız diye, şimdi ise kaftanıma hürmet gösterip başköşeye oturttunuz. Öyleyse yemek benim değil, kürkümün hakkıdır.” Sonra da hani o meşhur söz var ya, onu söylüyor Hoca: “Ye kürküm ye!”

Acıdır bu fıkra, insanın rûhunu yakar…

Fakirin esprisine bile gülen olmaz, ama zengin daha söze başlamadan, herkesin kulağı yelpaze gibi açılır. Demek ki mal, mülk, şöhret kimdeyse kıymet ona veriliyor. Birçoğu, güçlü olanın fedâisi olmaya râzı oluyor; hem de iyilik ve merhamet aramaksızın…

Ederi ne?

Önem verdiğimiz ne kadar önemli, mutlak bir değer biçilecek olsa ederi nedir? Bu şimdilik kısa dünya hayatında bir muamma gibi görünse de, iman edenler çok yakında bileceklerdir; ben bu vaadin Sahibine inanıyorum ki, O yaratan ve kıymet ölçülerini belirleyendir. “Bilseydiniz, âhiret yurdu sizin için daha hayırlıdır” buyururken değer karşılaştırmasını yapıyor. Bu İlâhî mîzânın üzerine ağırlık koyup dengeleri değiştirmekle ben sadece kendimi kandırmış oluyorum.

Köprü altında uyuyan birini görünce ilk aklıma gelen, “acımak” duygusu oluyor nedense. Değer duygusunu zorlayınca hissediyorum. “O da bir insan! Kim bilir aç mı, susuz mu, üşüdü mü?” derken… O insanın fikirleri, hayata bakışı ise hiç ilgimi çekmiyor. İmanı, teslimiyeti, takvâsı aklımın ucundan bile geçmiyor. Onun sefaleti beni öyle etkiliyor ki gözlerim başka şey görmüyor.

Bazen mezarlıklarda dolaşırken şaşaalı, mermerden yapılı mezarlara rastlarım. “Vay canına! Sevilen ve değer gören, varlıklı biriymiş” diye düşünürüm. Bazen de bakımsız bir mezarın yanından geçerken içim burkulur. Bütün bunlar benim baktığım yerden bana görünen manzara. Kim bilir, hakikat nedir?

Kim değer görmeyi arzu etmez ki? İçimizdeki en büyük açlıklardan biridir bu. İnsan olmak gibi bir şerefe nail olduktan sonra, hâlâ bunu birilerinden duymaya can atarız. Ama hiç kimseden duymasak bile, zaten tâ en başından beri değerliyiz. Ahsen-i takvîm üzere ilk şekil alışımızdan beri, ilk rûh üflenişinden beri, Elest Bezm’inde ilk söz verişimizden beri, ilk Cennet’e girişimizden, ilk gühahı işleyip ilk tevbeyi edişimizden ve ilk dünyaya gelişimizden beri değerliyiz.

Saç mı kıymetli, tarak mı? Ayna mı, yüz mü? İnsan söz konusuysa hayvanın mâkâmı bellidir. Hayvan söz konusuysa bitkinin mâkâmı bellidir. Bir kedinin canını kurtarmak için ağacın dalı kesilir. Bir ağacı kurtarmak için bahçenin duvarı yıkılır. Bir çocuk ve bir köpek trafiğe âniden çıksa ve frene basılamayacak kadar kritik bir ansa, köpek çocuğa fedâ edilir. Buradaki tercihler mutlak değer sıralamasına göredir, vicdana uyumludur. İnsan yerine köpek bakmak daha câzip geliyor ya bazılarına, “insan insandır, hayvan hayvandır”. Ve bu mantığı altüst etmek, akla hakarettir bence.

Kapı komşusu açken iki sokak öteye çorba gitmez. O güzelim koku yanı başındakine ulaşırken, göz göre göre uzağa tencere gitmez. Kalp kırılır, kul hakkına girilir. Göz hakkı varken, yakın komşu daha değerlidir. Önemli olan nedir, biliyor musunuz? Gerçekten önemi hak edendir! Yol ayrımına gelip seçim yapmak zorunda kalmadıkça, elbette canlı cansız her varlık muhteşemdir, kıymetlidir, Var Edenin eseridir. Kıtlıkta bir yudum su, bir lokma ekmek kıymetlidir. Öksüze anne, dertliye derman kıymetlidir.

İnsanın gözünde bir şeylerin değeri olsun. Kaybetmekten korktuğu önemli şeyler olsun. Can olur, cânan olur, iman olur, bilemem; ama kadir kıymet bilen bir kalbi olsun!

Aşk olsun! Allah aşkına aşk olsun! İnanan o kalbin içinde sadece aşk olsun!