
ŞİMDİLERDE takvimler yaz
mevsimine işaret ederken, okulların kapanmasını bekleyen ailelerden kimisi
sıla-i rahim, kimisi ise tatil plânları yapıyor.
Şımarık
olduğu kadar nefisleri de şımartmaya meyyal yaz mevsiminde tatil anlayışı
modern dünya şartlarıyla değiştikçe, insan ruhu üzerindeki sair kişilere ayak
uydurma baskısı, tatil sonrası tatminsizlik hissi ve harcamalardan hâsıl olan
huzursuzluğun ederi üzerinde düşünmek gerekiyor.
Son
çeyrek asırdır, “ürünlerin, fikirlerin, kültürlerin ve dünya görüşlerinin
alışverişinden doğan bir uluslararası bütünleşme süreci” şeklinde tanımlanan
küreselleşme etkilerini ülkemizde daha yakînen hissediyoruz. Sosyal ağlarda
paylaşım baskısını ve geri kalmışlık hissinin oluşturacağı psikolojik kompleksi
de yabana atmamak lâzım.
Dahası
da var; yuvamızın dışına göz koymayı pratik ettiren, ev yemeğinden soğutup kafe
kültürünü pompalayan, sıhhat kaynağı yün yorganlarımızı terleten ve kemik
erimesini başlatan elyaf yorganlarla değiştiren, maaile bir masa başında sohbeti,
balkonda çay keyfini telefon ekranları ile takas eden, tasarruftan müsrifliğe
geçişi “varoluş” meselesi olarak kabullendiren modern dünyaya kapılanlar için
para harcamanın, gösteriş yapmanın öyle azımsanacak bir mesele olmadığı
zamanlardayız.
Geldiğimiz
noktada, artık birçok ev yuva değil; sadece uyumak için içine girilen dört
duvar… Hatıralar hep dışarıdan tahsil edilmek zorunda. Aidiyet algımız
modernitenin balyozu ile yıkılalı beridir ait olduğumuz semtin sokağını,
evimizi, oyun arkadaşlarımızı ve çocuk yanımızı çoktan rehin verdik
mutluluğumuza göz dikenlere. Böylece önce aidiyetimiz, sonra saadetimiz
çalındı!
Evimizin
dışında pişen yemeklere, odamızdaki yatakta değil de otel odalarında sayılı gün
uyumalara, çoklu ortamlarda su ile eğlenmeye “tatil” dediğimizden beridir zahmeti
ve eziyeti para ile satın alır olduk. Gerekçe ise çoğunlukla ya “Herkes gidiyor”
yahut “Çocuklar istiyor”… Öyle mi gerçekten?
Hatırlıyorum
da, 80’li yıllara denk gelen çocukluğumda, babacığımın belirlediği “iki dost,
bir gazoz” miktarı harçlığımı kimi zaman harcamayıp biriktirdiğim olurdu. Öyle
yüksek hedefler barındırmayan bu tercihim, her gün aynı şeyi yeme alışkanlığına
ara vermek, güler yüzlü Mestan amcanın bakkalına uğramak ve farklı bir şeyler
satın almak isteğinden ibaretti. “Farklı bir şeyler” dediğime bakmayın, o
dönemi yaşayanlar iyi bilir, teneke kutularda kilo işi satılan birkaç çeşit bisküvi,
birkaç çeşit de çikletten ibaret bir farklılıktı bu. Hâsılı, böyle makro, mikro
marketler yoktu ve evimizin bir odası hacmindeki bakkallarda da cebimizdeki üç beş
kuruşu neşeye çevirecek ürün sayısı pek azdı. Çünkü sevincimizin kaynağı
varlığımızdan neşet eder, paylaşımla taçlanırdı.
Yine
çok iyi hatırlıyorum, kabullü ve neşeli çocuklardık. Özel okullarda okumuyor,
özel dersler almıyorduk. Masraflı oyuncaklarımız da yoktu. Ne ben, ne de arkadaşlarım
“tatil” diye tuttururduk. Hatta yaz tatilinde yazlığa giden de, memlekete giden
de evini, odasını, ait olduğu sokağın oyunlarını ve oyun arkadaşlarını özlerdi.
Gittiğimiz yerde bir arkadaş bulmak çok zor olmasa da hatıraların çokluğu, aynı
dili, aynı kültürü, aynı heyecanı yaşadığımız arkadaşlarımıza pek benzemez, her
ne paylaşıyorsak emanet olduğunu bile bile yaşardık. Döndükten sonra birkaç
mektup yazar, kışa varmaz, unutur giderdik. Çünkü ruhumuza kodlanmış aşinalık
ve aidiyet duygusu saflığımız nispetince ahde vefayı beslerdi kalbimizde.
Kolay
mıydı öyle şen kahkahalarla oynadığın, mızıkçılara ders verdiğin, yarım kalan
oyun için heyecanla uyandığın zamanları “pıt” diye terk etmek? Değildi! Meselâ
ceplerimizde pek para olmazdı ama biriktirdiğimiz gazoz kapaklarının sayısı
neredeyse sokak kariyerimizin nişanesiydi. Bir avuç bilyeye birkaç tane daha
eklemek, kocaman çivilerimizi nemli toprağa saplayıp dar boğazlardan geçmeye
çalışmak, öyle küçümsenecek tecrübeler değildi. O kapaklar kazanılmış, o çivi
ile toprağa metrelerce çizgi çizilmişti. Ve bizimdi, bize aitti!
Şimdi
düşünüyorum da, gitmeden öncesi plânları ve döndükten sonra bilindik hayatı yakalama
çabası ile gidilen “tatiller” ruhumuzun saadetinden çalıyor. Fakat ayırdına
varılmayınca bu tespitim hükümsüzleşip yerini popüler depresyonlara bırakıyor.
Olsun, modern hayat bunu buyuruyor ve bu buyurganlığa talip olmak variyetten
sayılıyor.
Efendim,
biraz an, biraz geçmiş zaman derken, bana ayrılan bu sayfanın sonuna geldim.
Yukarıdaki hasbihâlimden de anlaşılacağı üzere, Kültür Ajanda’mızın Temmuz
sayısını “tatil kültürü” teması ve pek çokları için tatil olarak kabul gören “Kurban
Bayramı’nın hikmetlerine” temas ederek hazırladık. İbrahimî (as) bir tevekkül,
İsmailî (as) bir teslimiyetin şerhi olan ve Rabbimiz tarafından ikram edilen
mübârek Kurban Bayramı’nızı kutluyor, huzurlu okumalar diliyorum.
Hoşnut
kalınız!