Ömürlük ve ölümlük bir “Caşiye” idraki

“Geçen geçti, geleceği bilemiyoruz ve an, bu andır, an bu andır, an bu an!” diyerek aslî kodlarımızı modern sömürgecilerden yeniden tahsil edelim. Hakikatler manzumesi Caşiye (diz çökmek, boyun eğmek) Sûresi’ni en yakın demde okuyup bir dem kutlu mâkâmda diz çökelim. Öyle bir diz çöküş olsun ki, ömürlük ve ölümlük bir “caşiye” idrakine bürünelim…

BÜYÜKLERİN sözüdür: “Meza ma meza, muzari meçhul, dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem!” 

Ne güzeldir, ne özettir, zamana dair ne iyi bir tespittir!

Bu söz ve dahi bu sözden evvel hakikate davet eden, ebedî saadeti müjdeleyen ayetler, dünyevî telâşlar, ihmâller ve ihlâllerimiz arasında sessizce hatırlanmayı bekler.

Fakat Vahy-i İlâhî ile bildirilen yol haritası ayetler ve kâinatta her ne var ise lügati kendilerine münhasır bir terennüm ile kevni ayet olup ilme, irfana, hikmete davetiye çıkarır da ezber musallat olmayagörsün, duyamaz, göremez, hissedemez, fikredemez, fehmedemez insanoğlu.

Çünkü insan duyma-görme yetisi, hissediş pratiği, fark ediş melekesi ahir zaman keşifleri “izm”lerle deforme edilmeye çalışıldığından beridir Batı/lın buyruklarına teveccüh ettiği nispette ezber yaşama formüllerini hızla benimsiyor.

İnsanlık adına tasarlanmış dünyevî yasalar, İlâhî yasaların önüne geçirilmeye çalışılıyor. Ki insanoğlu ilkin fıtratında var olan meziyetlerin, melekelerin sömürüldüğünün ayırdına varamadan ulvî bir vazife olan idrakli yaşamak lisanını terk edip Batı/ın buyurgan hayat dili ile dillenerek hedeflenen ezber hayat formülüne gönüllü bir şekilde razı oluyor.

Son yüz yılda bu razı oluş o kadar hızlı cereyan ediyor ki insanlık ne kaybettiğinin, nelerden vazgeçtiğinin farkına varamadan sinsi ve sessiz bir işleyişle değiştiriliyor. Böyle olunca, “dem” farkındalığı sükût ediyor. Demlerden mülhem zaman, dünyaperest telâşlarla heba olup gidiyor.  

Ahkâm belirleme yetkisini kendinde bulan “büyük güç” unvanlı emperyalistler ve Siyonist asimilatörler, tüm insanlığı yönetecek yöntemler keşfettikçe sistem kurbanları sonsuzluğu bir kolye ucu, bir dövme figürü olarak taşımaya razı olup bile isteye ölümsüz olacağı sonsuz dünyasından feragat ediyor.

Çünkü mânâ uzağı, madde yakını oluyor. Zamanın ömür sermayesi olduğu hakikati de unutturulduğundan, o kıymettar değeri kendisi değil, kendisi adına başkaları tasarruf ediyor. Ve maddeci düşünce sistemleri “izm”ler hâlinde ilkin insanı sömürmüş olmanın muzafferiyetiyle, insanın hizmetine sunulmuş tüm kaynakları sömürme yetkisini de hakkı olarak görüyor.


Farkındasız müsaade edişler, umursamaz müsamahalar her geçen gün insanlığı maddî-manevî felâkete sürüklerken, yaşamak kontrolünü elinden alırken her yeni gelen nesil aslî kaynaklarından mahrum, kendine yabancı bir varlık mücadelesinin içinde buluyor kendini.

Sonra o Batı/l bir unvanla adlandırıyor onları A-politik gençlik, X-Y-Z kuşakları…

Tek başına varoluş mesuliyeti zahmetli gelince, parmak izi ve sair kodları kendine münhasır iken, tek başına çok özel ve biricik iken, ezbere ram oluşların ceremesi bir grubun içine dâhil edilmek oluyor. Tek ve özelken, kalabalıklar içinde genel tanımlarla adlandırılmaktan da rahatsız olmuyor.

Çünkü epeydir, insanı saadete eriştirecek muhteşem ayetlerin çağrısı, her an Rabden bahseden, Rabbi zikreden, ibretler levhası kâinatın sesi modern dünyanın ölümlü tanrıları tarafından çıkarılan gürültülerle bastırıldığından, duyulmuyor.

Sağırlaştıkça insan, geçmişin pişmanlıkları, geleceğin endişesi içinde çırpınıp duruyor. Anlam dünyası boşalmış insan “depresyon” adlı kuyulara düşüyor. Batı/lın çözümü seri ve ivedi; üretilen antidepresanların satış grafiğini seyredip bayram ediyor.

Böyle olunca, “dem”in kıymetinden söz etmenin de bir anlamı kalmıyor. Düşmeden bilmek, ezber etmeden düşünmek gerekiyor çünkü.

Bir silkeleniş, bir kendine geliş nasip olursa ne âlâ! O vakit ihlaslı bir diz çöküş, nadim olmuş bir boyun büküşle Rabbin merhametine mazhar olunabilir. Ömürler geçtiğinde, ölüm eriştiğinde, o muazzam Âlem-i Ervah’a ulaşıldığında dünyevî gürültüler arasında duymayı unuttuğumuz bir ayet, tüyler ürperten bir hakikatin tecellisi olarak okunuverir:

“Bütün toplulukları -diz çöküp boyun eğmiş- (caşiye) olarak göreceksin. Her topluluk kendine ait defterin başına çağrılacak, o gün yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz.”

Ve o vakit, artık insanlık beyhude bir titreyiştedir.

“Geçen geçti, geleceği bilemiyoruz ve an, bu andır, an bu andır, an bu an!” diyerek aslî kodlarımızı modern sömürgecilerden yeniden tahsil edelim. Hakikatler manzumesi Caşiye (diz çökmek, boyun eğmek) Sûresi’ni en yakın demde okuyup bir dem kutlu mâkâmda diz çökelim. Öyle bir diz çöküş olsun ki, ömürlük ve ölümlük bir “caşiye” idrakine bürünelim…

Nisan sayımızı böylesi bir hissiyatla hazırladık. Kıymetli yazarlarımızın imzasıyla, Ramazan-ı Şerîf ayının hikmetlerine, kâinatı okuma ilmine dikkat çektik. Nefislerimize vakitlice diz çöktürecek hakikatlerle donattık sayfalarımızı.

Mevsim bahar, vakitler mübârek şu demlerde… Duâlarınıza katılmak temennisiyle…

Ramazan-ı Şerifinizi kutluyor, huzurlu okumalar diliyoruz.

Hoşnut kalınız efendim…