Ömür ve dört mevsim

Ömür bir mevsim, insan bir ömür, “zaman” dediğimiz mefhum da bir gündür. Günün, yılın ve insan ömrünün parçaları birdir; tıpkı ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış gibi. Mühim olan, parçalar içindeki bütünü, bütün içindeki birliği, birliğin getirdiği idraki hissedebilmektir.

“KÜN” (Ol) emri ile vücut bulan “âlem”, muhteşem itaat içinde İlâhî iradeye tâbi.

Kâinat, açılmış bir kitap. Okumak için sözcükler tek başına yetmiyor; yeterli olsaydı, Yaradan tüm güzellikleri görmeyi, duygulara dokunmayı, çiçekleri koklamayı, sesi sedayı duymayı ve kaydetmek için kalemi vermezdi.

Ruha üflenen, Elest Meclisinde tadılan o güzelliği arayarak yaşar insanoğlu. Bu sebeple aramak kıymetlidir. Saymakla bitmeyecek yerkürenin ve gökkürenin varlığına bakıp küllî kaideden hareketle diyebiliriz ki, o vakit okumakla açılır kalbin tüm sayfaları. “İkra bismi Rabbikellezi halak” (Oku yaradan Rabbinin adıyla) emri ile hikmetle yazılmış kâinat, tefekkürle nasibimiz olsun.

Mevsimler nasıl ki kuşanıyorsa renkleri, insan da küçük bir kâinat, tüm renkleri kuşanır, bu renkleri açığa çıkararak hisseder ve hissettirir. İlk cemrenin düşüşüyle kulağa akseden baharın ayak sesini duymak gibidir bir annenin karnındaki ilk tekmeler. Dünyaya geldiği anda evlat olmuştur. Ağacın dalına tutunan tomurcuk misalidir kundaktaki bebek. Ebedî bağı ve yaşama serüveni, anne ile babanın nazenin nazarıyla sıralanır. İlk gıda annenin mucizevî ak sütü olduğu gibi, son katresine kadar keyifle içilen bahar yağmuru, tohumları filizlendirip giz dolu hayatlarını namütenahi bir şekilde gökyüzüne aşikâr eder. Bu sergiye kayıtsız kalamayan gökyüzü, şimşekle ayırdığı kollarıyla renk cümbüşüne alkış tutar; çünkü emekleyen, ilkbahardır.

Parmak izlerinin her bir insanda farklılık arz ettiği bir kâinat düzeninde insanoğlu kimliğini tamamen “Her şey zıddıyla kaimdir” tanımında olduğu üzere yaşar. Sonsuz mutluluk olmayacağı gibi, sonsuz mutsuzluğun da söz konusu edilemeyeceği bir hikmet arayışında insanın ruhanî kimliği ve kişiliği şekil bulur. Beyazın beyazlığı, siyahın varlığıyla çok daha derin bir anlam ihtiva ettiği gibi, gece de ancak gündüzle birlikte hemhâl olduğunda kimliğini, güzelliğini ve rengini aşikâr eder.

Yaşamın hengâmesi içinde debelenirken insan, ömrünün en verimli çağlarına denk gelir mevsimin yaz sıcağı. Âdemoğlu arı gibi çalışır, didinir; kâh dünyanın mal mülkünün hevesine dalar da Levh-i Mahvuz’da verdiği sözü unutur, kâh zamanın yığılmışlığı içinde yıkılır da yaşadığı demin güzelliklerine ve Rabbinin sayısızca kâinata serpiştirdiği nice güzelliğe âmâ olup göremez, beyhude, oradan oraya savrulup durur zaman heyulası içinde…

İnsanın tam “Bitti” dediği yerden yeni bir imtihana tâbi oluşu da ruhunun asude olduğu ama azade olmadığı cennetin fedaisi olmaya talip olduğundandır. Saatli maarif takvimi sırasınca ilkbaharla çıkılan yol, sahneyi yaza bırakarak görünmez olur. Yaz mevsiminin habercisi ağustosböceğine sesiyle eşlik eden kırmızı maskeli saka kuşu, bereketli yaz günlerini tespih ederek minnet ve şükranlarını Rabbine sunuyordur.

Yaz mevsiminin meyve veren ağaçları gibi verdikçe çoğalan bir ruha bürünmeli insan, yoksa ömrünün son demine ne biriktirebilir? Ne diyordu şair “Güz” şiirinde? “Ben artık korkmuyorum, her şeyde bir hikmet var/ Gecenin sonu seher, kışın sonu da bahar/ Belki de bir bahçeyi müjdeliyor şu duvar/ Birer ağaç altında sevgilimiz, annemiz/ Gece değmemiş sema, dalga bilmeyen deniz/ En güzel, en bahtiyar, en aydınlık, en temiz/ Ümit içindeyim, çok şükür öleceğiz.”

***

Mevsimlerin yokuş aşağı adımlarında sonbahar görünür. Sararan yaprakların ağacını terk edişinde mi saklı “kış” adımları, yoksa o adım attıkça mı dökülüyor yapraklar? İşte o demdir ki, mevsimi değil, ömrünün sonuna doğru yürüyen tebessümlü gönül sayfalarını seyrediyorum. Ve o kadim son mevsim gibi insanın ömrünün de kışı gelirmiş, gözlüyorum.

Yolun seyri yokuştan aşağı döner, geride bıraktığımız mevsimleri hatırlar, içimizde yaşatırız. Etraf bembeyaz olur, derin bir dinginlik çöker çevremize, gözlerimize.

Hâsılıkelâm, ömür bir mevsim, insan bir ömür, “zaman” dediğimiz mefhum da bir gündür. Günün, yılın ve insan ömrünün parçaları birdir; tıpkı ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış gibi. Mühim olan, parçalar içindeki bütünü, bütün içindeki birliği, birliğin getirdiği idraki hissedebilmektir.