Ömür kitabının hülâsa sayfası: Yaşlılığa modern bir bakış

Kişilik yapısı, dünya görüşü ve yaşam beklentisi bireyin yaşlılığa bakışında ve yaşlılığı kabullenmesinde farklılıklar yaratır. Yaşlılığa ilişkin kalıp yargıların giderek değiştiği günümüzde, bireylerin bu dönemi umutsuzluk içinde değil, döneme özgü krizlere karşı direnç geliştirerek ve yaşam kalitesi yüksek bir şekilde sürdürmelerinde yarar bulunmaktadır.

“GÖKYÜZÜNÜN başka rengi de varmış/ Geç fark ettim taşın sert olduğunu/ Su insanı boğar, ateş yakarmış/ Her doğan günün bir dert olduğunu/ İnsan bu yaşa gelince anlarmış…”

Şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın bu eşsiz mısraları nasıl da dokunaklı, değil mi? Geldiği yere dair bir durup düşünmek, ardına bakmak, elde neyin kalıp neyin gittiğini yoklamak ve ne acıdır ki her defasında yeniden iç geçirerek öylece kalakalmak…

“Şükürler olsun ki, kaleme sadece ‘yazma aracı’ gözüyle bakanlardan değiliz” der İbrahim Tenekeci. “Dert söyletir” der ve ekler bunun sonuna: “Kalem yazdırır…” 

O hâlde “ömür” diye bizlere biçilmiş zaman dilimine bir de son kısmından bakalım. Bakınca kalem neler yazdırır bize, kim bilir?

İnsanın doğum ile başlayan ve ölüme kadar geçecek olan süreç içinde her canlı gibi kaçınılmaz olarak yaşlanacağı ileri sürülebilir. Bir diğer ifadeyle yaşlanmak, bireyin anne karnından başlayıp ölümüne kadar olan hikâyesi içerisinde biyolojik, fizyolojik, psikolojik ve sosyal açıdan değişime uğrayarak yaşamını etkileyen geri dönülmez ve kaçınılmaz süreçtir. Bu süreç, içinde bulunulan kültüre ve bireyin yaşantısına bağlı olarak olumlu ya da olumsuz şekilde gelişebilir. 

Bir başka tanıma göre yaşlılık, bireyin fiziksel ve bilişsel fonksiyonlarında bir gerileme, sağlığın, gençlik ve güzelliğin, üretkenliğin, gelir düzeyinin, saygınlığın, bağımsızlığın, arkadaşların, eş ve yakın ilişkilerin, sosyal yaşantının ve statünün, desteklerin azalması ve kaybı gibi döneme özgü pek çok sorunun yaşandığı bir “kayıplar dönemi”dir.

“Kayıplar” demek bile ne hazin, değil mi? Nice “Benim!” diyenin bile kaybedeceklerinin olduğu, belki de ölüm gibi adaletli, kaçınılmaz ve eşit bir durum… İnsanların gitgide kendi başına kaldığı zamanımızda yaşlanmanın da ayrıca getirdiği yetersizlik duygusu, kaygı, başkalarına yük olma korkusu, istenmediğini düşünme, işe yaramamak kuruntusu gibi değişimler de diğer psikolojik zorlukları oluşturur. Bunu bilir, bunu yazar, bunu anlatırız da, insan yine aynı insan değil mi?

 

Yaşlılığa tarihsel bir bakış

Muhtemelen toplumun her noktasında etkisi olduğu gibi yaşlı insanlara biçilen muhabbeti de modernlik öncesi ve modernlik sonrası dönemler olarak ayırmak mümkündür. Çünkü yaşlılık kronolojik ve biyolojik bir süreç olmanın ötesinde, belki de en zor kısmını sosyolojik olarak toplumda kendisini hissettiren bir süreç olarak yansıtır. 

Yaşlı insana bakış açımız, modernlik öncesi geleneksel toplum yapısında elbette şimdiki dönemlerle karşılaştırılması yapılamayacak kadar naif, zarif ve karşılıklı muhabbetin sevgi ve saygı içerisinde devam ettiği bir zamana tekabül ederek şekilleniyordu. Bunu, arkası dolu dolu söyleyemeyecek bir kişi bile çıkmayacaktır içimizden. Fakat “zaman” dediğimiz olgu öyle yerlere nüfuz ediyor ki sosyal hayata dönüp baktığımızda geldiğimiz yer, tüm hayâl ve kurguların ötesinde bambaşka bir hâl alabiliyor.

İnsanoğlu her çağda yaşlılıkla ilgili görüşler ortaya koymuştur. Yaşlılık hakkında söylenen ve bugün bile ileri sürülebilen düşünceler mevcuttur. Aristhophanes (Milât öncesi 445-385) bir Antik Çağ Yunan şairidir ve “Yaşlılık, ikinci bir çocukluk dönemi” der. Bugün bile hemfikir olduğumuz bu sözün yanı sıra Kur’ân’da “erzeli’l-umur” (ömrün en zor, en güç çağı) olarak açıklanan ifadeyle karşılaşırız.

Nihayetinde günümüze doğru yaklaştıkça, sanayileşme ve buna bağlı olarak kentleşme sonucunda yaşlılık bir sorun olarak görülmeye başlanmıştır. Sanayileşme ile birlikte kentlerde iş gücüne olan ihtiyacın yanı sıra kırsaldan kente doğru yaşanan göçlerle birlikte çalışan kesim için kadının çalışma hayatına katılması ve beraberinde geride bırakılan yaşlıların bakıma ve ilgiye olan gereksinimleri ile yeni sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu kırılma noktası ile geçmişte aile içinde rol ve statü sahibi olan yaşlılar, bu durumlarını kaybetmiş ve otoriteleri kısmen ya da tamamen sarsılmıştır. 

Geçmişte aile içinde bir karar mekanizması, akıl-tecrübe aktarım yeri ve en önemlisi de psikolojik dayanak olan yaşlılarımızın bu rolleri sekteye uğramış ve ailenin reisi olma rolünü yitirmişlerdir. Kente göç etme hususu, beraberinde yaşlılarda yalnızlaşma ve sosyal iletişimsizlik gibi sorunları da getirmiştir.

Hâlbuki modernlik öncesi geleneksel Türk aile yapısında yaşlı veya yaşlılık bir sorun olarak görülmemiş, aksine deneyim ve güç sahibi olmanın bir göstergesi sayılmıştır. Bu sadece bizim ülkemiz ile sınırlı olmamıştır. Zira dünyanın hemen hemen her yerinde, gerek Doğu, gerekse Batı ülkelerinde, Orta Çağ’ın sonlarına kadar yaşlanan kişi ya da kişiler hem ailede, hem topluluğun yönetiminde otorite ve söz sahibi olmuşlardır. Bu anlamda diyebiliriz ki, toplumların varlığının her yerinde olduğu gibi yaşlılığın da gerçek anlam ve izlerini geçmişte bulabiliriz.  

İzler… Hayatın her geçen günü bir iz bırakmaz mı insan da? Aslında o izler değil midir insana ömür boyu eşlik eden? Yaşlanmak demek, geçmişinden bugününe değin izler biriktirerek gelmek demektir biraz da. Toplumumuzun geleneksel Türk aile yapısındaki yaşlı insan da böyledir. Geçmişten taşıdığı izleri bugün de bize rehber olarak yol gösteren, dinleyen, nasihat eden, dert bilen ve hiçbir şey yapamasa dahi o vakur duruşu ile elinden tutan… Geçmiş bu yönüyle de geçip gitti bizden. 

Köklerimizde yaşlılık

Ağaç, kökleri ile yaşar. İnsan da öyle… Toplumumuzda bu fikri kabul etmeyen kesimde hızlı bir artış olmasına rağmen, bunun inkâr edilemez bir tarafı da bize yol göstermektedir. İnsan köklerinden aldığı güç sayesinde bir yerlere savrulmadan ayakta kalmaya çalışır. Sizin sıkıntınızı kendi sıkıntısı gibi gören ve ona geçirmiş olduğu deneyimleri ile çözüm olmaya çalışan birileri varsa, onlar aile ve belki birkaç yakın arkadaş olabilir. Ama aile, hem de sevgi ve saygıyı laf ile etrafa savuran değil, birebir kendi içinde gerçekleştirip onu bir ışık demeti gibi etrafa yayabilen bir aile…

Geleneksel Türk aile yapısı tam da böyleydi! Yaş itibariyle ben son dönemlerine yetişebilmiş olsam da yaşananlar bize bu şekilde aktarıldı. Yaşlı insana, akraba olsun veya olmasın saygı göstermenin, onlara hürmette bulunmanın, yaşlının bulunduğu evin bereketli olduğunu düşünmenin, ihtiyacı varsa gidermenin, yoksa bile yardımcı olmanın bir toplumsal sorumluluk olmasının dışında insanî bir vasıf olduğunu, şimdilerde evlerimize sığdıramadığımız, yük gözüyle baktığımız ve en nihayetinde tam konforlu bir huzur evine gönderdiğimiz yaşlılarımızdan öğrendik. Öğrenmiştik… 

Ne var ki, modern yaşamla birlikte öğrendiklerimizi uygulamak bize yük olurken, başka kültürlerde olanı yapmak veya yapmak için can atmak bizim de yaşam şeklimiz oldu. 

Bu satırları okurken, herkes içinden kendi köklerinde gördüğü saygı ve hürmetten bazı örnekler verecektir. “Biz gençken sigara elimizde olursa köşeden geçen yaşlı bir amca görünce yere atıverirdik. Sofraya dedem ve nenem oturmadan yemeğe başlamazdık. Yeni gelinler kayınpeder ve kaynanasının yanında yüksek sesle konuşmaz ve hatta fısıldardı. Baba olmuş kişiler, evde yaşlı babası ve annesi varsa yanlarında çocuklarını sevmezdi. Eşler birbirlerine anne babasının yanında şimdiki sevgi sözcüklerini değil, kendi isimleri ile dahi hitap etmezlerdi” gibi daha nice örnekler vardır.

Zaman içinde bu saydığımız örneklerin hoşa giden tarafı bir şekilde bizler için külfete dönüştü. Yaptığımız ve yapmak zorunda olduklarımızdan bile bir şekilde sıyrılıp kurtulabilmek, değil vicdanî bir rahatsızlık vermek, üstüne bir de rahatlık sağladı. Yine devletimiz sağ olsun, yaşlılara verdiği ekonomik destek olmasa belki de daha farklı tabloları da görecektik. 

Yine de olumsuz örneklerimiz olsa bile tipik Batı misallerine göre yaşlıya karşı tavrımız belirgin olarak daha iyi durumda. Türk aile yapısının İslâm ile sentezi neticesinde ortaya çıkan Türk-İslâm geleneğinde yaşlılar sevgi dolu, saygı gösterilen, otorite sahibi ve hürmet edilmesi gereken bireylerdir. Özellikle bunu salgın hastalık sürecinde devletin her kademesi ve toplumun her kesiminde yardımlaşma, öncelik tanıma, ihtiyacını giderme ve manevî destek olma gibi değerlerle göstererek yeniden tecrübe edinmiş olduk.

Yaşlılarımız, yaşayan menkıbelerimizdir. Ve geleceğe dair kendi okumalarımızı seyrettiğimiz hikâyelerimiz… Unutmamak gerekir ki, her yaşlı, yaşayanların hayat hikâyelerinin fotoğrafıdır. 

Dinimizde yaşlılık ve yaşlanma 

İslâm’ın yaşlılara karşı ortaya koyduğu dinî tutuma baktığımızda, İslâm’ın iki temel kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim ve Hazreti Peygamber’in hadislerini öncelememiz gerekiyor. Bu iki kaynak açısından yaşlıların durumu değerlendirildiğinde, İslâm, çok açık ve hiçbir muğlaklığa yer bırakmayacak şekilde yaşlılara saygıyı, yaşlılara bakmayı ve onları hiçbir şekilde incitmemeyi en temel görevlerden biri olarak insanlara yüklemiştir. 

İslâm’da yaşlılarla ilgili olarak en açık ve kat’i şekilde Kur’ân’da emirler yer alırken, diğer taraftan da yine Kur’ân’da yaşlıların biyolojik ve fizyolojik durumlarını açıklayan ayetler dikkat çeker.

“Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra hilkati belli-belirsiz bir lokma et parçasından yarattık. Sonra (kudretimizi) açıkça gösterelim diye dilediğimizi bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder, yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına (yani yaşlılığa) kadar götürülür; ta ki her şeyi bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hâle gelsin. Sen yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir hâlde görürsün, fakat Biz üzerine yağmur indirdiğimizde o kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten iç açıcı bitkiler verir.” (Hac, 5)

Bu ayetten anlaşılacağı gibi Yüce Allah, özlü bir şekilde insanın yaratılış, dünyaya geliş ve dünyadaki hayatını ve nihayet yaşlılığa varışını ona hatırlatır ve bu durumun öldükten sonra tekrar dirilmesine de bir alâmet ve işaret olduğunu belirtir. Ancak burada konumuz itibariyle Yüce Allah, insanın yaşlılık durumuna da işaret eder ve yaşlılık hâlinin insan ömrünün en verimsiz ve en sıkıntılı dönemi olduğuna dikkat çeker. 

Ayrıca Yaratan, insanın geçici olarak yaşadığı bu dünyadaki mevki, mâkâm, zenginlik veya güç gibi değerlerin devamlılığının hiçbir garantiye sahip olmadığını “yaşlılığına” da vurgu yaparak şöyle anlatır: “Sizden biriniz arzu eder mi ki, hurma ve üzüm ağaçlarıyla dolu, arasından sular akan ve içinde her çeşit meyveden bir miktar bulunan güzel bir bahçesi olsun, tam bu durum elde edilmişken bir taraftan ihtiyarlık bastırsın, diğer taraftan da bakıma muhtaç çocuklar bakım isterken içinde ateş bulunan bir kasırga gelip o bahçeyi yakıp kül etsin? (Elbette bunu kimse istemez.) İşte bu şekilde Allah size ayetleri açıklar; umulur ki, düşünüp gerçekleri anlarsınız.” (Bakara, 266)

Kur’ân’da özellikle kişinin anne-babasının şahsında yaşlılara hürmet ve onlara gerekli bakım ve itinanın önce aileden başlayarak bütün toplum tarafından gösterilmesi gerektiği ve nasıl bir saygı tavrı içinde bulunulması ihtiyacı şöyle belirtilerek emredilir: “Rabbin sadece Kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ‘Of’ bile deme, onları azarlama! İkisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek üzerlerine kanat ger ve ‘Rabbim, küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, Sen de onları esirge’ diye dua et.” (İsra, 23-24)

Bu ayet-i kerimeden anlaşılacağı gibi insanın genelde büyüklerine ve yaşlılarına, özelde yaşlanan ana-babasına nasıl davranması gerektiği çok açık bir şekilde belirtilmektedir.

Aslında ilgili tüm ayetler bize huzurun kaynağının insanın davranışları ile gerçekleşeceğini gösterir. İnsan olmanın ve insan kalmanın zorlaştırıldığı günümüz dünyasında ayetler ve sünnetler bizlere adeta rahat bir nefes almayı, nerede ne yapacağını bilmeyi ve en önemlisi de kalplerimize içsel huzuru sağlamaktadır.

İslâm’ın ikinci temel kaynağı olan hadislerde yani Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in (sav) söz ve uygulamalarında ise yaşlılarla ilgili hususlar önemli yer tutar. “Yaşından dolayı ihtiyara hürmet eden her gence Allah, yaşlılığında kendisine hürmet/hizmet edecek kimseler nasip eder” (Tirmizi) hadis-i şerifinde, aslında kendimize ve geleceğimize iyilik ettiğimizin müjdesi verilmiştir.

“Eğer süt emen çocuklar, beli bükük yaşlılar, otlayan hayvanlar olmasaydı, üzerinize azap sel gibi inerdi” (Heysemi) hadis-i şerifinde Rabbimizin onlar aracılığıyla bizlere merhamet gösterdiği ifade edilmiştir. 

“Söze başlarken de yaş açısından büyük olan söze başlasın” (Buhari), “Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir” (Tirmizi) hadisleri de bizim için karmaşıklık içinde tam bir sosyal düzeni öngörmektedir.

Aslında Hazreti Peygamber’in (sav) yaşlılarla ilgili pek çok hadisi vardır. Buraya aldığımız hadislerdeki ortak vurgu şudur ki, öncelikle Hazreti Peygamber (sav) toplumda yaşlılara mutlaka saygı gösterilmesini söylemekte ve bu saygının karşılığının bu dünyada mutlaka verileceğini buyurmaktadır. Ayrıca küçük çocukların masumiyetine merhamet edildiği gibi yaşlıların da dualarının kabul edildiği belirtilmiştir. 

Gerek Kur’ân’da, gerekse Hazreti Peygamber’in hadislerinde, başta yaşlı anne-babalar olmak üzere toplumdaki yaşlılar hiçbir durumda ihmâl edilmediği gibi, onlar özen gösterilmesi gereken kimseler olarak vurgulanmaktadırlar. Gerek eski Türklerde, gerekse İslâm’ın iki temel kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim ve hadislerde yaşlılara verilen önem ve özen, bugünkü modern, bunalımlı toplumlardaki yaşlı insanların sıkıntılarına destek olabilecek çarelere işaret etmektedir. 

     

Yaşlılıktan kaçış

Kaçınılmaz bir gerçek olan yaşlanmanın normalleşmesi gereken bir süreç olduğunu kabul etmek lâzım. İleriye dönük olarak hayâl edip yaşadığımız hayat serüveninde yaşlanmaya da yer vermemiz gerekiyor. Hatta nasıl ki gençliğe dair birtakım geleceğe dönük hayâller kurabiliyorsak, yaşlılık dönemi için de sağlık ve ömür el verdikçe birtakım uğraşlar edinmek gereklidir.

Yaşlılığın hayatın bir merhalesi olduğunu kabullenme durumu gerçekleştiğinde, birey psikolojik anlamda süreçten daha az etkilenir. Dingin bir kabullenme, mevcut durumdan hoşnut olma, hayatta gerçekleştirdiklerine gurur ile bakma, gerçekleşemeyenlere hayıflanma yerine elde olanlarla mutlu olmaya çalışma ve nihayetinde kendini bilmiş ve gerçekleştirmiş birey olarak yaşayabilme sadece yaşlılık dönemine ilişkin bir karakter olarak değil, hayatın her aşaması için geçerli bir fıtrî rahatlıktır. 

Toplumumuzdaki genel yaşlılık algısı açısından bakıldığında, olumlu yaşlılık ve olumsuz yaşlılık algısı ayrımı yapılabilir. Bu yaşlılık algısının yaşlılarımızın hayata ve yaşlanmaya bakışını etkilemesi mümkündür. Araştırmalara göre olumlu yaşlılık algısını toplumumuzdaki aktif ve sağlıklı, olgun, kimseye muhtaç olmayan ve kendi kendine yeten bağımsız yaşlıların oluşturduğu söylenebilir. Olumsuz yaşlılık algısının ise ileri yani 85 ve üzeri yaşta, kendi kendine yetemeyen ve bakıma muhtaç yaşlıları gösterdiği anlaşılmaktadır. Zaten yaşlılarımızın 65 yaşı pek de yaşlılığın başlangıcı saymadığını, kişinin elden ayaktan düşmedikçe “yaşlı’’ sayılmadığını söyleyebiliriz. Bu durum toplumdaki olumsuz yaşlılık algısından uzaklaşmayı da sağlayabilir.

Ayrıca toplumumuzdaki genel algıya göre, gençlik erken bitmekte ve yaşlılık erken başlamaktadır. Yaşlılıkla ilgili önyargılar yaşlının sosyal hayattan dışlanmasına ve kendini gereksiz hissetmesine yol açabilir. Bu konuda hasta yaşlı imajı, gençlerin üreten ve yaşlıların tüketen sayılması, yaşlanmanın ölümle bir tutulması gibi örnekler sıralanabilir. Oysa önyargılardan uzaklaşılabilir ve olumlu yaşlı örnekleri vurgulanabilir. Toplumda iyi, sağlıklı ve başarılı yaşlanma desteklenebilir. Böylece toplumumuzda dengeli bir yaşlılık anlayışı geliştirilebilir.

Her düşüncenin ötesinde olgun kişilikli insan olarak yetişmek ve kendini yetiştirebilmek, yaşlılıktan kaçınma yerine ona hazırlıklı olmayı gerektirir. Çünkü toplumsal bir kabul var ki, bir şekilde kendimiz de buna inanarak hayatımıza şekil veriyoruz. Gençlik çağlarında iken hastalık ve ölümün uzak olduğu kabulü bize gençlikte aşırı rahatlık verirken, yaşlandıkça iş işten geçtiği düşüncesi bizi bir o kadar huzursuz etmektedir. Aslında her şeyi zamanında gücümüz yettiğince yaşayabilmek ve bir şeylerin hem yakınında, hem uzağında olabildiğimizi bilmek ve bunu dengelemek asıl huzur kaynağı olacaktır.

Yaşlılıktan kaçış mümkün mü? Tabiî ki değil. Böyle de bir müjde verelim o cerrahi müdahaleler ile güzellik merkezine yatırım yapanlara. Hakkını yemeyelim, insan müdahalesi ile gerçek yaşlanma belirtileri en fazla on, bilemediniz on beş sene ileri atılabilir. Fakat insan dediğimiz mahlûkat sadece dış görüntüsü ile mi insandır? İçi de ihtiyarlamaz mı? O hâlde insan cüz’i iradesi ile ancak bir yere kadar el atabilir duruma. Sonrası içe dönüş ile başlayan bir ömrü nerede nasıl ve ne ile geçirdiğinin muhasebesinin yanı sıra sonuçta depresif yaşlılık hâlleri diye genelleştirilen sıradan insan kalma problemidir.

Türk aile yapısının İslâm ile sentezi neticesinde ortaya çıkan Türk-İslâm geleneğinde yaşlılar sevgi dolu, saygı gösterilen, otorite sahibi ve hürmet edilmesi gereken bireylerdir.  

Kaliteli yaşlılık ve yaşam doyumu

Her birey yaşamını, dolayısıyla yaşlılığını farklı yaşar. Kişilik yapısı, dünya görüşü ve yaşam beklentisi bireyin yaşlılığa bakışında ve yaşlılığı kabullenmesinde farklılıklar yaratır. Yaşlılığa ilişkin kalıp yargıların giderek değiştiği günümüzde, bireylerin bu dönemi umutsuzluk içinde değil, döneme özgü krizlere karşı direnç geliştirerek ve yaşam kalitesi yüksek bir şekilde sürdürmelerinde yarar bulunmaktadır.

Yaşam kalitesi “bireylerin içinde yaşadıkları kültür ve değerler sistemindeki kendi yaşam algılarıdır” (Bowling, 1997). Yaşlı insanların yaşamdan sağladıkları doyum düzeyi ise yalnızca yaşlanmalarına bağlı değildir. Daha çok dış koşullara bağlıdır. Önemli olan, bireyin yaşamını günlük yaşam koşullarına göre düzenlemesi, aynı zamanda geleceğe yönelik toplumsal ilişkiler kurması ve yaşamını zevk veren faaliyetlerle renklendirmesidir.

Her yaşın kendine özgü özellikleri olduğu unutulmadan, yaşlı bireylerin bağımlı, salt tüketici konuma girmeleri engellenerek, güçleri, eğilimleri ve potansiyelleri doğrultusunda yaşamlarını sağlıklı ve aktif olarak sürdürmelerinin desteklenmesi gerekir. Bu bağlamda yaşlılarımızı zorlu hayat koşulları ile yalnız bir şekilde baş başa bırakmadan, onları toplumumuzla yeniden aynı şevk ve duyarlılıkla iç içe getirmek üzere yaşlı bireylere hizmet götüren kurumların çalışmalarının eşgüdümlü hâle getirilmesi ve yaşlıların topluma aktif olarak katılımını sağlayacak olanakların oluşturulması gerekmektedir. 

Yaşlılarımızın yakın çevreleri dışında boş zamanlarını geçirebilecekleri kütüphane, dinlenme ve oyun salonları gibi kültürel faaliyet alanlarının plânlanması farklı yaş grupları ve yaşıtları ile etkileşimlerini artırabileceğinden, bu tür olanaklar artırılmalıdır. Yaşlı kimsenin hayata aktif olarak katılımını sağlayacak, yararlı olabileceğini hissettirecek serbest zaman etkinliklerine de yer verecek “Yaşlı Danışma Merkezleri” ve benzeri kuruluşlar yaygınlaştırılmalıdır. Yaşlıların günlük yaşam aktivitelerine katılmalarının sağlanması konusunda sosyal hizmetlerin geliştirilmesi ve yaşlıların kendilerini meşgul edebilecekleri faaliyetler düzenlenmesi, yaşlıların yaşam kalitesini olumlu yönde etkileyecektir.

Yapılan tüm iyilikler geleceğe yönelik bir kazanım ve Yaratan’ın rızasını kazanma yolunda gösterilen güzel ahlâk örnekleridir. Nasıl ki bir çocuğa ve gence yatırım yaparken geleceğini ve geleceğimizi hesap ediyorsak, yaşlıya gösterilen hizmet ve hürmetin ardında da hepimizin ömrü yettiğince potansiyel bir yaşlı olduğumuz düşüncesinden hareket etmeliyiz. Çünkü hayatta böyle organik bir döngü vardır. Ve insan, ömür tarlasında ne ekerse onu biçecek olan varlıktır. 

Yaşlılık ve ölüm

Gelişim dönemleri içerisinde ergenlik ve yetişkinlikte yaşlılık ve ölüm gibi olguların genellikle sürekli uzak bir gelecekte meydana geleceği düşünülür. Özellikle yetişkinlik döneminden itibaren bireyin gerileme, yitirme ve ölüm gibi olgulara makul çözümler üretme çabası, temel zihinsel problemlerinden birini oluşturur. Hatta birey şayet bu sözü edilen olgulara ilişkin rasyonel bir çözüm üretmezse, bu durumlardan kaynaklanan psikolojik durumları aşamaz ve gerçek benlik duygusunu oluşturmakta zorlanabilir. 

Ölüm olgusu, yaşlı bireyin sevinme, üzülme ve kaygılanma gibi günlük hayatın akışına yönelik oluşan duygulanım durumu ile ölüm ötesine olan inanç durumunu direkt olarak etkileyebilen evrensel bir olgudur. Yapılan araştırmalar, “Yaşlılık döneminde cinsiyet, yaş, medenî durum, eğitim, sosyo-ekonomik düzey ve dinî inanç düzeyi değişkenleri ile ölüm duygusu ve düşüncesi arasında anlamlı bir ilişki vardır” görüşünün de doğruluğunu ortaya koymuştur.

Diğer yandan insanların ölümü yaşlı bireylere has bir olgu olarak düşmesinin temel nedeni, ölümü ve diğer yitimleri kendisinden uzak hissetmeyi istemesinden kaynaklanır.

Tüm bu garip hâller insana özgüdür. Bilmenin verdiği korku ve kaygı, onu sadece ölümü ve yaşlılığı kendinden öteleyerek kısa bir rahatlama ve huzur sağlayabilmektedir. Ölümün ne kadar adil bir şey olduğunu genelde kabul etsek de özelde herkes kendine göre sebepler oluşturarak uzaklaştırır kendinden.

Yaşlanmak, insana özgü bir hâl ve kaçışı olmayan bir gerçek. Bundan kaçmanın yollarını aramak yerine bunu güzelleştirecek toplumsal bir ahlâk oluşturabilmenin yollarını aramalıyız. Yaşlılarımız, yaşayan menkıbelerimizdir. Ve geleceğe dair kendi okumalarımızı seyrettiğimiz hikâyelerimiz… Unutmamak gerekir ki, her yaşlı, yaşayanların hayat hikâyelerinin fotoğrafıdır.

                     

----------------

Notlar

Mahmut Kaplan, “Klasik Türk Şiirinde Yaşlılık Algısı”, Katre İnsan Araştırmaları Dergisi, Haziran 2021

Habibe Gülsüm Müftüler, “Yaşlılar Açısından Yaşlılık Gerçeği”, Türkiye Sosyal Hizmet Dergisi

Duygu TERECİ, Gözde TURAN, Nergis KASA, Tülay ÖNCEL, Nurcay ARSLANSOYU, “Yaşlılık Kavramına Bir Bakış”, Ufkun Ötesi Bilim Dergisi

Saffet Sancaklı, “Hadislerde Yaşlılık Olgusunun Değerlendirilmesi”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran 2016

Mustafa Koç, “Yaşlılık Döneminde Ölüm Psikolojisi Üzerine Bir Alan Araştırması”, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi 2003

Geranto Sosyoloji, İsmail Tufan