Ömür, iki parçalı bir bütün

Ahiret ve dünya olarak ikiye ayrılmış bir bütün olan hayatın ilk parçası da kendi içinde aslında bir bütünlük gösteriyor. O ilk bütünü öyle bir yaşamalı; 7 yaşından itibaren sadece 70’ine kadar değil, ölene dek ilmek ilmek dokunmuş bir sanat eseri olarak mütemadiyen yücelere uzanan bir halı, bir kilim, bir peşkir gibi…

İNSANIN yedisinde neyse yetmişinde de aynısı olacağı görüşü, o 63 seneyi hiçe saydığı için çok da aklıma yatmamıştı. “Nasıl olsa değişmiyorsak, o zaman uğraşmaya, debelenmeye ne gerek var?” diye düşünmekten doğrusu kendimi alamamıştım. Hattâ öyle ki, insan yedisindeki gibi yetmişinde de olacaksa, ahiretin tarlası olan bu dünyada aynı kalıp da ahirette başka bir şey ummak tuhaf geliyordu bana. Üstüne üstlük 7 yaş öncesi ve hattâ birkaç yıl sonrasına kadar da günahsız yaşlar olduğundan, o dönemlerde kazandıklarımızdan veya kazanamadıklarımızdan da mesul değilizdir herhâlde…

Doğrusu bir insanın hayatı, bu dünya ve ahiret hayatından oluşan iki parçalı bir bütün. Eğer insan hayatının ilk parçası ikincisinin nasıl olacağını belirliyorsa, bizim de yedimizle 7yetmişimiz aynı ise, bu durumda biz, kendi hayatımızın sadece seyircisi miyiz?

Bugünlerde kendi hayatıma bakıyorum da yarım yüzyılı devireli 4 sene olmuş. Gözlemleyebildiğim kadarıyla birçok insanın hayatı dün neyse bugün de o. İyiye mi sayarsınız, kötüye mi, bilemiyorum, benim hayatım o kadar çok değişmiş ki anlatamam… İlkokul yaşıma kadar farklı biri, ilkokulda farklı biri, ilkokulu bitirdikten sonra farklı biri, ilkokuldan sonra beş sene ara verip tekrar başladığım ortaokulda farklı, lisede farklı ve üniversitede farklı…

Farklılık hâlâ devam ediyor: Üniversite sonrası işte çalışırken, siyâsî hayatımda, evlendikten sonraki hayatımda ve nihâyet 40’ından sonra yine farklı… İlk zamanlarda ezik, ürkek biri... Sonra başkalarının olumlu yargıları hakkında “Ya olumsuza dönüştürüverirlerse?” kaygıları... Yıllar geçtikçe ve eğitim hayatı ilerledikçe kendini ispatlama çabası ama hâlâ özgüven eksikliği… Sonraki yıllarda duygu ve düşüncelerini çekinmeden ifade edebilme arzusuyla yanıp tutuşma... Daha sonra da hem kendini doğru ifade etme, hem de hakkındaki olumlu kanaatleri sürdürmeyi aynı anda başarmak için yöntem arayışları... Hele o inanç çileleriyle geçen yıllar!

Okulda bilim, bilgi, deney, gözlem, tekrarlanabilme gibi kavramları öğreniyoruz. Tamam da, her şey okulda öğrendiklerinden ibaret değil ki… Bu ezanlar, namazlar, hocalar, cenazeler lâf olsun diye mi var? Yatılı okulda tam, “Namazlarımı kılayım, inandığımla tutarlı olayım” diyorsun, bir de bakıyorsun ki müdür yardımcınız sizi topluyor, okulda namaz kılmanın uygun olmadığını söylüyor. Üstelik öyle dinî terminolojilerle söylüyor ki samîmiyetine inansanız, söylediklerine de inanıvereceksiniz. Cedelleşmemek için bırakıyorsunuz artık.

Sonra sizde de yavaş yavaş “içindeki başka, dışındaki başka” davranışı gelişiyor. İçi başka, dışı başka hâli o kadar rahatsız ediyor ki sizi, “Hangisini tercih etsem?” sorusunu sorarken buluyorsunuz kendinizi. Zaman zaman bilmem kaç yaşına gelmiş ama hâlâ “içi başka, dışı başka” hâlini sürdüren insanları tanıyor ve onlar gibi olmamak, kendilerini savunmak için uydurdukları saçma sapan mantıkları gördükçe “Böyle yaşamaktansa hiç yaşama!” hâline bürünüyorsunuz. Arayınca bir şekilde çâresi bulunmuyor değil.

Artık içinizdekileri iyi ifade edebilmenize bağlı olarak çevrenizdekilerin kanaatlerinin olumsuza dönmediğini görünce, kendinizi bol bol ifade etmeye başlıyorsunuz; özgüveniniz gelişiyor, zihninizde bir berraklık meydana geliyor. Kendinizi keşif yolculuğunuzda daha emin adımlarla ilerlemeye başlıyorsunuz işte böylece. “Kendini bilen, Allah’ı bilir” ifadesi işte bu vakitlerde tecelli ediyor. Elmalar, armutlar, çiçekler, kuşlar, vücûdunuz, alışkanlıklarınız, alışamadıklarınız, hastalıklarınız veya güçlü yanlarınız, dostlarınız, aileniz, olaylar, nesneler âdeta kendinizi keşfetme sürecinde sizi size anlatıyor. Bir bütünün parçası olmak, o çevreyle ilişkili olmak, iletişim kuruyor olmak duygusunu yaşıyorsunuz.

Hâsılı, onlar sizi rahatsız etmediği gibi, onlarsız olmanın anlamsızlığını da hissediyorsunuz. Yemek düşkünlüğümün niye var olduğunu, körlüğümün hayatıma kattığı anlamı, yaşadığım olayların hikmetlerini düşündükçe, iyisiyle kötü görüneniyle, güçlü yanıyla zayıf yönüyle, doğrusuyla yanlış görüneniyle içinde bulunduğun hâlin mükemmel bir hâl olduğunu anlayabiliyorum. 7 yaşımdan bu yana yaşadıklarımı da -ne yalan söyleyeyim- her yönüyle sevdim. Ya 70’im?

Sorumuzu tekrar hatırlayalım: “İnsan 7’inde neyse 70’inde de o mudur?” Şu âna kadar anlattıklarım, “Hayır, değildir” intibaı vermiş olabilir. Müsaadenizle yine de tersini söyleyeceğim: İnsan 7’sinde ne ise 70’inde de o’dur. Peki, şahsen yaşadığım bunca değişime rağmen nasıl oluyor da 70’imde 7 yaşımdakiyle aynı olabileceğim?

Aslında işin püf noktası da burada! Yani benim gibi insanlar değişmeyi 7’sinden itibaren hayat tarzı hâline getirmişse, 70’inden sonra da değişmeye devam ediyor. 75’imde, tabiî yaşarsam, bir lîsan öğrenmeye başladığıma şâhit olabilirsiniz meselâ. Veya yine teknolojik aletleri kurcalıyorumdur. Yine bir formül bulup kendimi ifade etmeye çabalıyorumdur. Yine -eminim- kendimi keşfe hızlanarak devam ediyorumdur. Bunlar şu an da, inanıyorum ki o zaman da memnun edecek hâller. Bir de böyle olmayaydım, ne olurdu acaba?

Yaşları ilerlemiş büyüklerime bakıyorum. 70’i çoktan sollamışlar. Gözlemlediğim şu: Genç yaşlarından beri hayatla barışık değillerse, sürekli şikâyet eden insanlarsa, iletişimleri iyi değilse, dedikoducu insanlarsa bu yaşta da böyleler. O zamanlar belki ekonomik sebeplerle, belki iş, belki komşuluk hatırına, belki güçsüzlüklerinden dolayı çevrelerindeki insanlara katlanmışlarsa artık katlanmıyorlar. Siz 7’nizde neyseniz 70’inizde o olabilirsiniz ama çevreniz aynı değil. Ayağınızın altından kayıp giden zemin gibi kayıp gitmiş. Siz sabit kalırken sağınız solunuz hep değişmiş. İşte acı gelen de bu oluyor!

Ahiret ve dünya olarak ikiye ayrılmış bir bütün olan hayatın ilk parçası da kendi içinde aslında bir bütünlük gösteriyor. O ilk bütünü öyle bir yaşamalı; 7 yaşından itibaren sadece 70’ine kadar değil, ölene dek ilmek ilmek dokunmuş bir sanat eseri olarak mütemadiyen yücelere uzanan bir halı, bir kilim, bir peşkir gibi… Tanıyan insanlar demeli ki, “Bu amca/teyze yedi yaşında da her bakımdan hep kendini geliştirmeye çalışırdı, şimdi de öyle!”. Bu insanın hayatının ikinci dilimini de tahmin etmek aslında pek zor değil ama yine de Allah bilir. Bakarsınız, bir yazımızda da hayatımızın ikinci parçasını ele almak nasip olur.

Meleklere gıpta ettirecek bir hayatınızın olmasını diliyorum.