Ömrünü garibanlara adamış bir güzel adam: Rahmi Sak

Başka şehirlerden ve başka ülkelerden de çevresi, eşi dostu, ahbâbı geniştir bizim Rahmi’nin. O nedenle Çark Mesire’nin misafiri pek eksik olmaz. Zira Rahmi, fakir-zengin ayırmadan, ünlü-ünsüz bakmadan, bir gün bir yerde selâmlaştığı her ahbâbını aynı muameleyle yani VIP muamelesiyle ağırlar.

NÜFUSU beş yüz bini aşmış şehrin birinde, yirmi beş senedir bir iftar veriliyor Kadir Gecesi’nin ertesi akşamında. Bu iftarın tüm ülkedeki iftarlardan bir farkı var. Bu iftarın adı, “Garipler İftarı”... Bu iftarın ev sahipleri, iftarı verenler değil, iftarı yiyenler. Yani şehrin meczupları, fakirleri, garipleri...

Bu iftarda şereflenenler iftarı verenler, yiyenler değil. İftarın başında ve sonunda duâyı yapan da bir diğer meczup. Yüz elli kadar garip, iftarın bitiminde dağılırken diş kirası olarak okkalı bir bayram harçlığı ve üstüne uyan bir gömlek de alıp ayrılıyor.

Valinin, belediye başkanlarının, Türk-İş genel başkanlarının, yazarların, gazetecilerin, profesörlerin ve tüccarların destek verdiği bir güzel geleneksel iftar bu. Bu güzelliği yirmi beş senedir organize eden kahramanımızın adı, “Rahmi Sak”. Kim ne vermiştir, bir tek o bilir. O alır, o dağıtır.

Ömrünü başkalarının dertlerine, acılarına ve sevinçlerine adamış bir güzel kalpli adam. Otuz yıldır yakînen tanıyanlardanım ben Rahmiciğimi. İkimiz de özdeyiş yazarı Selahaddin Şimşek’in paltosundan çıktık zira. İkimiz mi sadece? Cihat Zafer de, Osman Öztopaloğlu da, Sinan Meriç de, Sezgin Çevik de, daha başka iyi insanlar da…

Parayla pulla işi yoktur bizim Rahmi’nin. Bakmayın paradan puldan anlamadığına, dört nesil tüccar bir ailenin tüccar çocuğudur, iş adamıdır. Hattâ Sakarya Sanayi ve Ticaret Odası Başkanlığına aday olmuşluğu bile vardır. Paradan çok iyi anlayan, ama onu “on paraya saymayan” adamdır Rahmi.

Bileği de yüreği kadar güçlüdür bizim Rahmi’nin. Haksızlıklar karşısında susmayan dil, aman dilemeyen yürek, tırsmayan bilek sahibidir; şâhidiz, yüz kere şâhidiz!

Kimseler bilmez, büyük dedesi Ali Koka, Kosova Prizren’den Dersaadet’e (İstanbul’a), saraya gelen, İkinci Abdülhamid’in vardarbaşısıdır. Güçlü sesi, yiğitliği, gözü pekliği ile bu görevi başarıyla yürütmektedir. Hay aksi şeytan! Bir iftira ile saraydan uzaklaştırılır bizim Ali Koka. O da iyi bildiği başka bir işe koyulur: Bozacılık ve limonatıcılık…

Yiğitlerin harman olduğu yer olan Kasımpaşa’yı üç beş yıl mesken tutan eski Vardarbaşı Ali Bey, eşi ve çocuklarının İstanbul’a alışamaması üzerine alır çoluk çocuğunu, Osmanlı’nın son başkentinden ilk başkentine, Bilecik’e göçer. Bir oğlu, iki kızı vardır. Oğlu Hızır, Yemen’e gider Osmanlı Medeniyeti nöbetine. Yüz kırk beş bin kaderdaşı gibi o da şehit düşer Yemen’de.

Ali Koka’nın iki kızından (Hatice ve Seyyie) Hatice’yi kendileri gibi Prizren’den Bilecik Pazaryeri’ne göçen Hasan Sak ile evlendirir. Bozacı-limonatacı Ali Koka’nın ailesi, 1935’te Adapazarı Yenicami semtine yerleşir. Hepimizin çok sevdiği bozacı Sadettin Sak, Hasan Sak’ın, hepimizin çok sevdiği Rahmi Sak da bu Sadettin Sak’ın oğludur işte!

Eskiyi bilenler bilir, Hacıoğlu ile Karaağaçdibi, Ozanlar ile Yenicami, Adapazarı kültüründe yüreği ve bileği güçlü olmaları ile ünlüdür. Bu havadan mıdır, Prizren’in havasından mıdır, Vardarbaşı Ali Koka’nın genetiğinden midir bilinmez, bizim Rahmi Sak da daha lise yıllarında yiğitliği ile ünlenmeye başlar. Başlar başlamasına da, bir yandan kader ağlarını örecektir, karşısına çok seveceği, ömür boyu dostluğundan gurur duyacağı, her gün rahmetle anacağı Selahaddin Şimşek ağabeyi çıkar. 

Burada bir minik not: Prizren, Türk edebiyatına yirmi iki Dîvan şairi kazandırması ile ünlü bir şehrimizdir (bozası kadar). Ve Prizren’de asırlarca, doğan çocuğa isminden önce mahlası verilmiştir. Bizim genç Rahmi’nin bir edebiyat ve düşünce adamına yârenlik etmesi, dostluk ve kardeşlik etmesi tesadüf olabilir mi hiç? Olamaz elbette! Yüreği lebaleb insan sevgisi ile dolu Rami Sak, bir yandan “Ş.” imzalı özdeyişleriyle hepimizin önünde ufuklar açan Selahaddin Şimşek Asmaaltı Akademisi’nde fikir ve sanat tedrisatı görürken, diğer yandan Sadık Canlı gibi bir doktorla hemhâl olarak gönül ve merhamet eğitiminden geçmektedir. O gün bugündür yaptığı düzenli eylemlerden biri de sürekli okumaktır. Düşünmekle okumayı varlığına katık eder bizim Rahmi bir ömür boyu.

Dostlar Meclisi ile Ada Fikir Kulübü’nün aranan adamlarından olur bu arada. Gözü pekliği kadar sözü pekliği ile de dikkat çeker, tanınır, sevilir.

Derken Çark Mesire’nin işletmecisi olur Rahmi. 1990’ların ortalarıdır tarih. Onun Çark Mesire işletmeciliği yirminci yılını doldururken, o mekânda oluşmaya başlayan muhiti ile şehrin nabzı orada atmaya başlayacaktır. Siyasetçisinden bürokratına, tüccarından gazetecisine, din adamından yazar çizerine, bir akşam ilin valisi selâm verecektir Çark Mesire’ye, bir başka akşam şehirdeki belediye başkanlarından biri… Bir akşam kırmızı koltuğa Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay oturacaktır, diğer akşam ülkenin tanınmış bir şairi… Bir akşam “Yaşayan Nasreddin Hoca” lakaplı Hâfız Hasan Çolak Taraklı yalazaları ve okuduğu birbirinden güzel Türk sanat müziği şarkıları ile gönülleri şenlendirecek, bir diğer akşam ise Doktor Sadık Canlı, elinde sigarası, duruşu, bakışı ve bazen de öfkesi ile mekânı lezzetlendirecektir. Uzun sözün kısası, Çark Mesire, yirmi küsur senedir modern zamanların bir tekkesidir aslında; Rahmi Baba Tekkesi…

O tekke bir sığınak, bir barınak, bir tutamaktır. O tekke bir huzur limanıdır. Orada protokol, prosedür yoktur; ne gelene “Gelme!” denir, ne gidene “Gitme!”. Ne gelenden bir şey istenir ve beklenir, ne “Getirdin mi, getirmedin mi?” diye sorulur. Gelenler nasibince nasiplenir, gidenler nasibiyle uğurlanır.

“Taşı gediğine koyma ustası” ve “gerçek halk filozofu” Şadi Tanış baş konuktur o tekkede her akşam. Orkestra şefidir âdeta. Zikri, pardon fikrî tartışma ve ikramları o yönetir. Sakarya basınında yarım asrı devirmiş duayenlerinden, Sakaryaspor’un 1965’teki ilk kadrosunun orta saha patronu futbolcu Zeki Aydıntepe de Şadi’den geri kalmaz her akşam.

Rahmi Baba Tekkesi’nin hemen her akşamki müdavimlerini yazalım: İsmail Akcan, Arnavut Ramo, Avustralyalı Halil, Hamburglu İbo, Özcan Çamdağ, Gaga Erol, Ömer Yaşar, Komünist Şaban, Zeytinci Vedat, Oflu Hayrettin, Orhan Öztürk, Delikanlı Adnan Kahraman, İlhami Varlı, Ergenekoncu Komutan Engin...

Haftada bir veya on beş günde bir o tekkeye takılanlar da vardır elbette: Nedim Paker ile Tarık Pekerken, Fahri Tuna, Özgür Arık, Halil İbrahim Balcı, Abaza Adnan (gazeteci)...

Adapazarı’nın son çeyrek asrında nabız bu tekkede atar, bu tekkede tutulur, bu tekkeden öğrenilir. Kim ölmüş, kim kalmış, kim tutuklanmış, kim çıkmış, kim evlenmiş, kim nişanlanmış, kim yeni işyeri açmış, kim sektör değiştirmiş, kim Adapazarı’ndan göçmüş, kim Adapazarı tarihinde yerini almış, hepsi bu mekândan öğrenilir! Gazeteciler için de eşi bulunmaz “haber alma” mekânıdır orası. Rahmi Baba Tekkesi, Adapazarı’nın hem dünüdür, hem bugünüdür, hem de yarını.

Seyahat adamıdır da Rahmi. Şadi ve Zeki Aydıntepe ile sık sık seyahatlere uzanırlar yurtiçinde, yurtdışında. Başka şehirlerden ve başka ülkelerden de çevresi, eşi dostu, ahbâbı geniştir bizim Rahmi’nin. O nedenle Çark Mesire’nin misafiri pek eksik olmaz. Zira Rahmi, fakir-zengin ayırmadan, ünlü-ünsüz bakmadan, bir gün bir yerde selâmlaştığı her ahbâbını aynı muameleyle yani VIP muamelesiyle ağırlar.

Bilinmeyen bir yönü daha: İş adamı Rahmi’nin kaç kişiye baktığını, kaç kişiyi doyurduğunu, kaç açığı giyindirdiğini kendisi de bilmez. Merak da etmez. Rahmi’nin rakamla, miktarla, ölçüyle işi yoktur.

Rahmi Sak, dostluğu ömre bedel güzel insanlardan biridir. Rahmi Sak, Adapazarı’nın yüz akı birkaç evlâdından biridir. Rahmi Sak, dertli bir adamdır. Tıpkı Sadık Canlı ve Selahaddin Şimşek ağabeyleri gibi dertli adamdır o da. Diğerkâm adamdır. Başkalarının, milletinin dertleriyle dertlidir. Ümmetinin dertleriyle dertlenir her yeni gün. Kimsesizin, açın, fakirin, yoksulun dertleriyle dertlenir. İmkânınca el tutar, el verir, yürek verir.

Gariplerin babasıdır Rahmi Sak. Ömrünü garibanlara adamış bir güzel adam…