Ömrün seyir defteri

Hangi vaktin kim için son olduğu bilinmezken, atasını, anasını, babasını ıssızlığın diyarında umutsuz bırakmayan, ömrünün son demlerinde lütuf ve ikramda bulunan, vefa gösteren, kıymet bilen, yüreğinde ağırlayan kimselere selâm olsun!

HER vakit ayrı bir nota, farklı şarkılar fısıldar kulağımıza; yaşadığımızı hatırlatırcasına dokunur ruhumuza…  

Dünyaya gözlerini açan bir bebeğin anne karnından çıkıp hayat bulması misali, güneşin doğuşu, insanın uyanışı, hayatın türbülansına kapılıp gitmeden önceki ilk çıkış. Işık ışık yayılan ölümsüzlük… Herkes ona gömülmek ister fakat ışığın ışkın verdiği taptaze yaşamın ilk notası, başlangıç rotasıdır bebeklik ve çocukluk çağları. Ömrümüzün sabahına tekabül eden yıllarımız… 

Güneşin kâinata tepeden baktığı, günün en parlak, en hararetli dilimi. Asi, coşkulu, kabına sığmayan insanın her yönüyle gelişmeye başladığı ömrün en verimli, en parlak, en dinamik dönemi. Yaşamın vakt-i zuhrunda olan gençliğin ikindi vaktinde söyleyeceği şarkının bestesini yaptığı ışıltılı stüdyonun adresidir ömrümüzün öğle vakti.

Güneşin mesaisini bitirdiği, sarı ve kırmızının binbir tonundan oluşan kızıl kaftanının eteklerini göğün göğsündeki tahtından denize daldırırken, kimine umut olur yeniden doğmak için batar, bilinmez; kim bilir, kiminin ömründe belki de son nokta, hazin bir veda… Gölgemizin büyüdüğü fakat çok az yer tuttuğumuz şu dünyada, repertuvarımıza aldığımız son şarkının izdüşümünde yeşeren bir gelincik hüznü, insan ömrünün hazan mevsimidir ikindi vakti. Öğle güneşi gibi asi değildir, tepeden bakmaz, gözleri kamaştırmaz, asla can yakmaz ve mütevazıdır. 

Mütevazıdır mütevazı olmasına fakat gün içinde ne kadar korku, öfke, sevinç, keder dokunduysa yüreğine, hepsini yükler insanın sırtına, adımlarımızı yavaşlatır. Ama bir sükûnet dolar ruhuna. Yorgun bir savaşçının kılıcını kınına yerleştirip soluklandığı, yitirdiği ganimetin muhasebesini yaptığı, keşkelerin anlam bulduğu zamanın zamanıdır ikindi. 

Ömrümüzün seyir defterinin yapraklarını çevirirken bir bir, vakit akşam olmuştur artık. Dünün ağırlığına, bugünün yorgunluğuna yârenlik ederse yalnızlık; kırgın, küskün ve suskun bir melankoli kuşatır ruhumuzu. 

Kimi zamanı bir çiçek gibi kurutup kitap arasında saklamak ister, kimi yüreğinin sayfaları arasında taptaze muhafaza eder. Kimi ellerinde biriken cansız zamanların gidişine ağıt yakarken, diz üstü bir battaniyenin sıcaklığıyla sarar sarmalar yalnızlığını.

Hayat bu, sayfa sayfa her sayfayı çevirdiğimizde yaşamın başka bir safhasında buluruz kendimizi. Son sayfalara doğru yol aldıkça, yılların verdiği yorgunlukla vücudumuzun eski kadar zinde olmadığını, sevdiklerimizin ilgi ve şefkatine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuzu hissederiz.

Ömrünün son demlerinde gerek evlatları, gerek yakınları tarafından sevgi ve saygıyı eksik etmeyen, evlerinde onların varlığını nimet bilen, her şeyden önce Allah rızasını gözeten, insanlığından gram ödün vermeyen, ana ve babasını baş tacı yapan, değer veren kişiler bir yana; büyüklerini ve geçmişlerini ekonomik, duygusal yahut fizikî şiddete maruz bırakan, ruhlarına beton döktürmüş, merhamet damarları kurumuş kimselerin varlığı da yadsınamaz acı bir hakikattir. 

Çekirdek aileye dönüşen toplumlarda bilgi ve birikimleri ile bugünümüze ışık tutan, bulunduğumuz mekânları bereketlendiren yaşlılara hürmet ve merhamet azalırken, onları sırtında kambur gibi gören zihniyet günbegün artıyor. İşte bu sebepten huzur evlerinde yahut tek başına yapayalnız, soğuk duvarlarla baş başa bırakılmış ya da yakınları ile aynı evde yaşayan fakat dünyalara sığmayan ana-baba yüreği bir odaya hapsedilmiş hâlde. Kenara itilmiş, ıssız bırakılmış yaşlılarımızın hâlet-i ruhiyeleri ölmeden önce gömülmekle eş değer olsa gerek. 

Oysa bir zamanlar çocuklarımızı onların himayesine teslim eder, gözümüz geride kalmadan gönül rahatlığı ile işimizle meşgul olurduk. Nasıl bizi gözlerinden sakınarak yetiştirdilerse aynı özenle bizim çocuklarımızı da büyüten, gözümüzü geride bırakmayan büyüklerimizin gözleri şimdi pencerelerde, “Evlatlarım, torunlarım gelse” diye yollara bakıyor. Ahir ömürleri bu hasretle geçiyor.

“Yaşam” denilen bu yolculukta genç-yaşlı demeden, hepimiz günün sonuna doğru süratle yol alıyoruz. Hangi vaktin kim için son olduğu bilinmezken, atasını, anasını, babasını ıssızlığın diyarında umutsuz bırakmayan, ömrünün son demlerinde lütuf ve ikramda bulunan, vefa gösteren, kıymet bilen, yüreğinde ağırlayan kimselere selâm olsun!