Ömer Seyfettin’in şairliği

1908 yılına kadar yazdığı şiirlerde çoğunlukla aşk ve tabiat konularını işleyen Ömer Seyfettin, aruz ölçüsüyle yazdığı bu şiirlerde Servet-i Fünûn şairlerinin, özellikle de Tevfik Fikret’in etkisi altındadır. Dili ağır, söyleyişi sanatlıdır. 1908-1914 arasında yazdıklarında tabiat ve çevreye ait gözlemleri ve psikolojik konular ağır basar. 1914’ten sonrakileri ise hece ölçüyle yazmış, millî ve toplumsal konulara yönelmiştir.

ÖMER Seyfettin, edebiyat tarihimizde asıl ününü hikâyeleriyle sağlamasına rağmen, edebiyatın diğer türlerinde de eserler vermiş oldukça üretken bir yazardır. Onun eser verdiği türlerden biri de şiirdir.

Ömer Seyfettin’in şiirleri üzerinde bugüne kadar en kapsamlı araştırmayı yapan, Fevziye Abdullah Tansel olmuştur. O, büyük bir titizlikle, ulaşabildiği bütün dergileri ve kaynakları tarayarak Ömer Seyfettin’e ait şiirleri bulup derlemiş ve kitap olarak yayınlamıştır. (Ömer Seyfeddin’in Şiirleri, Ankara, 1972.)

Fevziye Abdullah Tansel’in son tespitine göre, Ömer Seyfettin’e ait şiirlerin sayısı yetmiş yedidir. Bazı şiirlerinde takma isimler de kullanan (F. Nezihi, Perviz, Tarhan vb.) Ömer Seyfettin, şiir yazmaya Edirne Askerî Lisesi’nde öğrenci iken başlamıştır. Yayınlanan ilk şiiri, “Terâne-i Giryân”dır ve “F. Nezihi” takma adıyla Mecmua-i Edebiyye’nin 20 Aralık 1900 tarihli nüshasında neşredilmiştir. Aynı dergide bu takma adla üç şiiri daha yayınlanmıştır (Âsûdegî-i Tehassür, Sadây-ı Mahmur, Ömr-i Bîtâb). Bu şiirleri Edirne’de iken yazmışsa da şiirler yayınlandığında İstanbul’da Harp Okulu öğrencisidir.

İlk gençlik yıllarında yazdığı şiirlerde gerek askerî öğrenci olduğundan, gerekse şiirlerini fazla kaliteli bulmadığından, kendi adını kullanmaya cesaret edememiştir.

Harp Okulu’nda iken de şiirler yazmaya devam etmiş, hatta arkadaşları arasında “Şair” lakabı ile anılmaya başlamış, yazdığı on dört şiirse Mecmua-i Edebiyye’nin değişik sayılarında kendi ismiyle yayınlanmıştır. 14 Ağustos 1902’de yayınlanan “Yeşil Dalgalar” adlı şiirden sonra 1908’e kadar dergilerde şiir yayınlamaya ara vermiştir.

1908 yılına kadar yazdığı şiirlerde çoğunlukla aşk ve tabiat konularını işleyen Ömer Seyfettin, aruz ölçüsüyle yazdığı bu şiirlerde Servet-i Fünûn şairlerinin, özellikle de Tevfik Fikret’in etkisi altındadır. Dili ağır, söyleyişi sanatlıdır. 1908-1914 arasında yazdıklarında tabiat ve çevreye ait gözlemleri ve psikolojik konular ağır basar. 1914’ten sonrakileri ise hece ölçüyle yazmış, millî ve toplumsal konulara yönelmiştir.

Ömer Seyfettin, özellikle 1914’ten itibaren dilde İstanbul Türkçesinin kullanılması gerektiğini savunmuştur: “Edebiyatımız için sağlam ve hakikî zemin, konuşulan İstanbul Türkçesi ile millî aruzumuz olan hece vezinleridir. İstanbul Türkçesi ile doğacak millî bir Türk edebiyatı, millî bir hars, dağınık ve perişan kalan bir milletin millî birliğini temin edecek, seksen milyon kardeşimizi muasırlaştıracaktır; fakat bu kadar mukaddes ve büyük bir gayeye ancak canlı ve tabiî bir lisanla gidilebilir. O da, daima tekrar ediyoruz: Sevdiğimiz, konuşurken mahzûz olduğumuz, lâtif ve âhengli İstanbul Türkçesidir.” (“Türkçeye Kimler Osmanlıca Der?”, Türk Sözü Mecmuası, 4 Haziran 1914.)

Fevziye Abdullah Tansel, “Ömer Seyfeddin’in Hayatı, İlk Eseri, Şiirleri” başlıklı inceleme yazısının sonuç bölümünde, Ömer Seyfettin’in şiirleri hakkında şunları yazmıştır:

“Ömer Seyfeddin’in küçümsenmeyecek ölçüde çok bu şiirlerini, Edirne Askerî İdadîsi’nde okuduğu 1900 yılı sonlarından başlayarak ömrü boyunca, ölümünden bir ay öncesine kadar yayımladığı anlaşılır. Çok genç iken yazdığı şiirleri san’at hayatının ilk adımını, rûh ve fikir bakımından nasıl geliştiğini aydınlatma bakımından çok mühimdir.

Balkan Savaşı yıllarından başlayarak, daha çok hece vezniyle yazdıkları şiir san’atı, şiirde aranılan vasıflar bakımından değerli olduğu gibi, bunların bir kısmında yer yer kendi hayatını canlandıran izler de buluruz. Bir kısmında ise Balkan Savaşı yenilgisinin yarattığı kötümserlik yanında, geçmişten kuvvet almak, aydınlık bir gelecek ümidlerinin parıltıları da görülür. San’at değeri taşıyan böyle şiirleri, yalnız onun bu cephesini aydınlatmakla kalmaz; Türkiye’mizde daha çok 1908’den sonra milliyet fikirlerinin nasıl geliştiğini, bunun san’at sahasındaki te’sirlerini araştıranlar için de kıymetli birer kaynak teşkil etmektedir.” (Doğumunun Yüzüncü Yılında Ömer Seyfettin, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Türk Fikir ve Sanat Adamları Dizisi-No.1, 2. Baskı, Ankara 1992, s.72.)

***

Terane-i giryân

Çırpınırken bu rûh-i ma’sûmum

Ufk-ı ‘uryân-ı infisâlinde

Bana bir ses, figân-ı nâlende

Oh, söyler ki şimdi mecrûhum

Şimdi aşkım yetîm ve pejmürde

Sürünür bir semây-i mâzî’ye

Oh, artık şikeste-î hevesât

Bu emeller, ümîdlerim bî-tâb

Arıyor âsmân-ı zulmette

Bir hayâl, bir neşîde-î heyhât

O leyâl-i garâm-sûz ve nihân

Şimdi okşar fezây-i firkatte

Şi’r-i sevdâmı âh… Belki hayât

Ezdi ümmîdimî emel nisyân

(20 Aralık 1900)

***

Gurbet İlleri’nde

I.

Yalnızlık

Güneş batmakta… Ovada gecenin

Gölgeleri büyür, büyür, sararır

Ağaçlıklar, akan sular bir serin

Rüzgâr ile dalgalanır, kararır

Kuşlar ötmez, yuvalar boş, görünmez

Bir ışıltı uzaklarda; yazık ben

Öksüzüm şimdi bu yoldan giderken

Gök bile yıldızlarına bürünmez

Eski izler, çirkin, korkunç lekeler

Kılavuzluk eder… Zavallı atım

Şübhelenir bu gidişten ve kişner

Gece gelir, ıssızlık sanki solur

Ve rûhum uyur, uyanır, her adım

Atımın nal sadâsı ninni olur

(Ekim-Kasım 1905)

***

Edirne Hatıraları’ndan

Bütün mehâlik-i sevdâya karşı katlanarak

-hazîn ye’isleri altında münfa’il, giryân-

Geçen o ömr-i garîbimde şi’re mustağrak

Ederdin aşk-ı zarîfinle rûhûmü perrân

Sevinmelerle geçen ömrümün o devresini

Tahayyül eyleyerek ey enîse-î şi’rim

O demde aşk u hayâlinle ben yaşar ve seni

Garîk-ı bûs-i emel, bûse-î garâm ederim

Dilim bu ân-ı hayâlimde Tunca’nın mehtâb

Leyâl-i şi’rine mahsûs olan sadâlarını

Duyar, perestiş ile eylerim devâm u şitâb

Seninle orda geçen ömrümün safâlarını

Nucûm-ı zâhire... Âfâk-ı pür-emel tekrâr

Eder ve dinlerim öylê hazîn-i sevdâkâr

(2 Mayıs 1901)