Ölümünün sekizinci yıldönümünde Rauf Denktaş’ı yaşamak

“Mücadele bir kamçı gibidir. Karşınızda, elinizden asla vermeyeceğiniz bir şeyleri almak isteyenler varsa ve siz de ayakta durabiliyorsanız, onların haklarınızı gasp etme teşebbüsü bir kamçı vazifesi görür ve sizi ayakta tutar, canlı tutar, sağlıklı tutar...”

RAUF Denktaş… Tarih yazan bir Türk büyüğü…

8 yıl önce, 13 Ocak 2012’de bu dünyadan ayrıldı. Evet, en büyük eksiği yahut hatâsı, dinini, tarihini, dilini, kültürünü, dâvâsını özümsemiş bir gençlik yetiştirememiş olmasıdır. Bugün Kıbrıs Türk’ü bunun sıkıntılarını yaşıyor.

Buna rağmen o, Kıbrıs dâvâsının anıt şahsiyetidir, öyle anılacaktır. Şayet o olmasaydı, belki bugün Kıbrıs diye bir dâvâmız olmayacaktı. Ölümünün 8’inci yıldönümünde onu şükranla anıyoruz; “Mekânı Cennet olsun” diyoruz.

Oğlum Mustafa, Kıbrıs dâvâsına bağlılığı ve merhum Denktaş’a olan hayranlığı sebebiyle mektupla ilişki kurmuş; bu alçakgönüllü büyük insan, lise öğrencisi olan evlâdımı ciddî olarak muhatap almış, dost olmuşlar…

2005 yılında Türkiye’ye geldiğinde görüşmüş, 5 Mayıs 2005 tarihinde bu mülâkatı gerçekleştirmişler.

Adana Anadolu Lisesinin yayın organı olan “Alaturka” dergisinde yayınlanan uzun söyleşide, merhumun çok değerli ifadelerinden bazılarını sizlerin de bilgisine sunmak istedim.


“Mücadele bir kamçı gibidir. Karşınızda, elinizden asla vermeyeceğiniz bir şeyleri almak isteyenler varsa ve siz de ayakta durabiliyorsanız, onların haklarınızı gasp etme teşebbüsü bir kamçı vazifesi görür ve sizi ayakta tutar, canlı tutar, sağlıklı tutar...”

***

“Sabır, hayatın her safhasında şarttır. Dinimiz de bize sabrı öneriyor. Millî Mücadele’de sabır esastır, en yok olduğunuzu zannettiğiniz bir anda Allah öyle bir olay yaratır ki kurtuluş kapısı açılır...”

***

“1960 Antlaşmaları, Lozan dengesi üzerine kuruldu. Dengeyi bozarsanız kaybedersiniz. Bu dengeyi bozmak için 1963’te bize saldırdılar, iç dengeyi bozdular, bizi küçük küçük yerlere hapsettiler, 11 yıl yollardan alıp öldürdüler, kaybettiler. Sabrettik, teslim olmadık, Türkiye geldi, bizi kurtardı.

Şimdi yirmi yıl bekledikten sonra, Rumların Kıbrıs’ı alıp kaçma dâvâsından başka birşey düşünmediklerini tespit ettik, Bozdukları dengeyi, devlet kurmakla yeniden kurduk...

Türk hükûmetleri bu dengenin bozulmayacağını, bu haktan asla vazgeçmeyeceklerini söylüyorlardı. Ama Annan Plânı’nı Türk Hükûmeti kabul edince bu denge ortadan kalkmış gibi oldu.

Rumlar (Annan Plânı’nı) reddedince, şimdi ümit ederiz ki Türkiye ve Türk Hükûmeti, oynanmakta olan oyunu görüyor. Sayın Başbakan’ın ‘Avrupa Birliği, Türkiye’yi parçalamak için uğraşıyor’ diye öfkesi bizce çok olumlu bir gelişmedir…”

***

“Türkiye’nin en haklı, en güçlü dâvâsı Kıbrıs’tır. Orada eğer (Avrupa) düğümü çözerse, çorap söküğü gibi hepsi gider. (Türkiye) başka bir şeyi müdafaa edemez hâle gelir. Onun için ucu açık bir zaman dilimi verilmiştir. 10-15 yıl sonra Türkiye’yi alacaklar mı, almayacaklar mı, belli değil. ‘Ona o zaman karar veririz, ama sen peşinen Kıbrıs’ı, Ege’yi, suları ver, Ermeni iddiasını kabul et, vilâyetlere özerklik ver’ diyorlar.

Bizim uğraşlarımız bunları açıklamak sûretiyle hem kendi halkımızı, hem Türk halkını bu tehlikeler karşısında uyarmaktır, ama maalesef büyük basın hiçbir şekilde bu haberleri vermiyor, bu söylediklerimizi duyurmuyor...”


“Bizimkisinin (Cumhurbaşkanlığının) uzamasının sebebi, Cumhurbaşkanlığımın ötesinde görüşmeci olmamdır... ‘Son devrede artık çekileyim’ dedim; çünkü görüşme yoluyla artık bir yere gidilemeyeceğini gördük. Türkiye’den bana sorulan soru şuydu: ‘Biz şimdi birdenbire Kolorduyu çeksek, ne dersin?’

‘Dâvâya ihanet ettiniz derim’ dedim.

‘Şimdi sen çekilirsen biz de sana ‘Dâvâya ihanet ettin’ diyeceğiz, görüşmelerin evveliyatını sen biliyorsun, devam edeceksin’ dediler.

Konuya böyle bakıldığı için devam ettim, ama Annan Plânı ortaya çıktıktan sonra bunu pek beğendiler, ‘Mükemmeldir’ dediler...”

‘Fakat içini boşaltmışlar, eksikleri var, referanduma gidecek kıvamda değil, bırakınız müzakere edelim’ dedim.

‘Hayır! Rumlar Avrupa Birliği’ne müracaat etmiştir, 1 Mayıs’ta girecektir, acele etmezseniz tren kaçacaktır, senin halkına yazık olmayacak mı? AB’nin nimetlerinden yararlanamayacaktır’ gibi bir yaklaşımla, ABD, İngiltere, AB kuruluşları ve sonunda Türkiye bizim halkımıza, ‘Evet deyiniz, kurtuluş evettedir’ telkini yaptılar.

O andan itibaren benim istifa etmem gerekirdi, Rumlar plânı reddedince, kalan 5-6 aylık süremi belki değerlendirebilirim düşüncesiyle bekledim...”

***

“Temel bağımsızlıktır. Bir kere bağımsızlık ilân eden insanlar, bağımsızlığı hiçbir şeyle değiştirmezler; değiştirme hakkı yoktur. Bağımsızlık esas alınarak bir antlaşma yapmak hepimizin ilkesi olmalıdır. Türkiye’nin, 21 yıl tanıdığı bir bağımsız devletin ortadan kalkmasını öngören bir antlaşmayı desteklememesi gerekir.”

***

Allah rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun!