Ölüm bilinci

Ölümü bilerek değil, “anlayarak, o noktaya olgunlaşarak ulaşılması gereken şey” olarak görebilmeliyiz. Sistem içinde tekrar eden ve çevremizde rastladığımız ölümleri yaşayarak ona hazırlanmanın ve bizim için de daima tetikte olduğu bilincinden uzaklaşmadan yaşamanın farkına varmalıyız.

İNSAN, dünya üzerinde öleceğini bilerek yaşayan tek canlı türü. Bu ölüm bilinci insan hayatının her noktasına da yön vermekte. Doğum ânından itibaren başlayan ve bedenen canının yanmasına gösterdiği refleksten öte, bilinç olarak tam bir ölüm korkusu 6-7 yaşlarıyla beraber oluşmaya başlar. Bu yaşa kadarki çevrede görülen ölümler yerine “Ben öleceğim” üst algısıdır bu…

Hayatın anlamı mevzu olduğunda da ilk madde ölümdür. Çünkü ölüm olmadan yaşamın anlamını kavrayabilmek namümkün. Ölümsüz insan tahayyülünde, yapabildiğimiz pek çok şeyi yapmaktaki amaç yok olur ve doğal olarak yapılamaz. Ölümsüzlüğün olduğu noktada okumak, araştırmak, hayatta kalmak için bir mücadele sergilemek, yemek, içmek ve tüm eylemler bir anda anlamsız kalmaktadır.

Ölüm, fark edildikten sonra hemen hâlledilmesi gereken meseledir. Diğer yandan ömür, insan için kafasına silah dayanmış, ancak tetiğin ne zaman çekileceği belirsiz bir durumla eş değer… Bunu biliyor olmak ve bundan dolayı bir korku yaşamak, zevklerin de sınırlandırılmasını sağlamakta.

İnsanoğlunun kafasına dayalı silahtan korku hâlini biraz olsun uzaklaştırmak içinse iki yol var: İlk yol, sağlam bir uyuşturucu (umursamazlık hâli) ki gerçek hayatta bu durumun karşılığı sosyal medya, eğlence, alkol vesaire… Bu uyuşturucular o silahı görmemizi engellediği için bir şekilde varlık, nihilizm çemberinde devam ettiriliyor. Bu durumun dışa yansıması, tüketerek var olma olarak gün yüzüne çıkıyor.

İkinci yol ise, öyle bir dâvâ ile ortaya koyulur, bir hedefe ulaşmak için gidilir ve bilinir ki senden sonra da başka biri o işi devam ettirecektir. Bu durumda da o yolun yüceliği ve kutsiyeti, o silahın sıkılmadığı her an kâr olarak bilinir. Yani bir noktadan sonra anlam ihtiyacı dahi ölümden gelmekte diyebiliriz…

Hayvanlar âleminde ölüm bilinci yoktur. Ölüm bilincinin olmaması yaşamaya engel bir durum değil, ancak amaçlı bir yaşam sadece ölüm bilinci ile ortaya çıkmakta. Hayvanî olarak yemek, içmek, uyumak ya da durmak, hep öyle gideceği zannı ile sonuçlanmakta. İnsanda ise, örneğin karın doyması ile bir sıkıntı durumu vuku bulur.

“Öleceğiz” bilincinin devreye girmesi

Yemek yerken, eğlenirken, sevdiğimiz insanla birlikteyken hazların bitecek olması ile zevk dahi acıya dönüşebilir. “Ya ölürse?”, “Ya giderse?”, “Ya kaybedersem?” korkusu ve diğer taraftan bir şeyin sonunun olması, o şeyi bizim için mânidar kılmakta.

Bireyselliğin yanında belli bir dönemin aksine genele baktığımızda, “ölüm aslında bir son değil, dönüşümdür”. Yani bir organizmanın bireysel olarak ölümü, o canlılığın devamlılığına sebeptir. Böylece o canlı ölecek ve yerine başkası gelecek ki çağlar boyu devamlılık söz konusu olabilsin…

Genel tabloda bireyselliğin ön plâna çıkması, ölümü bize unutturan en önemli etkenlerden. Tam tersinde bir topluluk olduğumuzu düşündüğümüzde ve o topluluğa katkıda bulunmak için var olduğumuzu anladığımızda, bir süreden sonra ölümümüz dahi yine topluluk için bir fayda sağlayacak duruma gelmektedir.

Ölüm, insan zihnini en dışta şekillendiren, sınırlandırıyor gibi görünse de aslında açan, ona bir şeyler yapma imkânı veren fikir… Diğer yandan bütün inançların, anlatıların insana söylediği şey, ölümün son olmadığı, bu hayatın tek olmadığı ve bir anlamının olduğu telâkkisidir.

Sonuç olarak, ölümü bilerek değil, “anlayarak, o noktaya olgunlaşarak ulaşılması gereken şey” olarak görebilmeliyiz. Sistem içinde tekrar eden ve çevremizde rastladığımız ölümleri yaşayarak ona hazırlanmanın ve bizim için de daima tetikte olduğu bilincinden uzaklaşmadan yaşamanın farkına varmalıyız.

Bu noktada bir tabip der ki, “Ömürlere yıllar ekledik lâkin yıllara hayat ekleyemedik”.

Netîcede “hepimiz öleceğiz” ve ne kadar da yaşasak, hayat kısa olacaktır. Bu yüzden mesele, ömrün uzunluğu değil, ömrün bereketi. Yani topluma olan faydamız, geride bırakacağımız eserler…

Selâm ve duâ ile…