Ölmeden önce

Senin olsalardı, seninle gelirlerdi. Senin olan her şey, seninle Rabbinin huzuruna gelecektir. Bırakmazlar dünyada bir baş secdeni... Seninle birlikte alır Azrail... Kalbin gözyaşında edilmiş bir tövbeyi mîras diye dağıtmazlar ardından. O, seninle berzahta da, mahşerde de kaimdir. Bir tebessüme bile sebep olduysa paran, bir kediyi bile doyurduysa, bir hastaya ilâç olduysa, bir muhtaca çâre verdiyse seninledir o...

FİKİR, söylemeden önce anlamlı.

Beklemek, kavuşmadan önce...

Sabır, dert bitmeden…

Merak, öğrenmeden…

Gece, gün doğmadan önce...

Her şey, sona ermeden... Zaman tükenmeden, nefes tıkanmadan, can çekilmeden önce...

***

Dünyanın hasta düştüğü bir çağdayız vesselâm!

Dünya; sesi kısık, beli bükük, gözü bozuk bir ihtiyar şimdi... Dönüyor dönmesine de, verimsiz, kıt ve topal bir ömür sürüyoruz âlemde...

İnsan dünyayı tüketiyor, dünya insanı... Bu geldiğimiz son düzlükte, zembereğin hızına yetişebilen; akan zamandan kovasını doldurabilen yok denecek kadar az...

Tam şimdi, yelkovanın ilk pervasız adımından önce karar vermeli! Akrep, yelkovana kanıp da peşine takılmadan önce değiştirmeli dünyayı. Bu hasta ve bitkin yerkürenin üstünde insan, kendi kıyametine kavuşmadan hemen önce kayboluşu bitirmeli!

***

Ölmeden önce...

Yavaş yavaş değil, hızlı hızlı ve tekinsiz bir şekilde ilerliyoruz kendi kıyametimize doğru. Hâlâ bir hırsla ve tutkuyla tutuyoruz dünyanın ipini... İpi tutan bir “ben” daha oluyor... O ipi sağa sola çekeninden, durdurmaya çalışanından, ters düz etmeye uğraşanından tut da, ipi satılığa çıkaran da, iple meydan okuyan da ziyâdesiyle...

Ölüm geldiğinde “İyi ki” diyebilmek... Bir “İyi ki” diyecek kadar vakit, bir “Oh be!” diyecek akıl, bir “Tamamım’” diyecek yürek kalacaksa o son nefeste, her şey için tam da şimdi adım atmalı!

Bir yarına kefilin yok bu can âleminde... Yeni bir güne, güneşin bir kez daha uykulu gözlerine vuracağına, yeniden bir akşamın dinginliğine varacağına teminatın yok! Bir “Anne” diyebilmek, bir ekmek daha almak, bir suya daha kanmak mümkün olmayabilir.

Belki tam da bugün, bu anda ve yalnızca Rabbinin huzurunda, “keşke”lere bırakırsın âlemdeki ömrünü... Belki tam da şimdidir… Belki biraz sonra...

Diyebilir mi insan bilinmez, ama deseydi, “Keşke” derdi, “Birkaç huzur bıraksaydım fâni âleme keşke! Bir ayak izim olsaydı… Karnı açlıktan sırtına değen yavruyu doyurmaya giderken, yollarda bir ayak izim kalsaydı! O gelseydi benimle bu mânâ âlemine... Keşke o kurumuş kursağına damla olsaydım kuşun! Bir hastanın, düşkünün kalbine yol olsaydım… O kalbe güzellikler benden geçseydi, beni ezseydi de maddem ezile ezile ruhum yücelseydi... Keşke bir toz toprak üstünde secdem olsaydı! Abdestimden ıslanmış taşlar gelseydi benimle şimdi... Seccâdem, tenim gibi sarsaydı beni… Keşke bir caminin halısına düşseydi gözyaşlarım!”…

Şimdi, tam da ölmüşken, alacak verecek bir nefes hesabı kalmamışken, evin barkın, toprağın aşın, malın mülkün, paran, kıyafetlerin, eşyaların, yürüdüğün yollar, gittiğin yerler, içtiğin kahve, tuttuğun düşler seni terk etmişken, hepsi bir hiç olmuşken, bir “keşke”ye bağladılar seni!

Oysa ne kadar da yoklar, ne kadar da hiçler şimdi!

Ölünce dağıtırlar ardından hepsini... Bir çuvala sığar kıyafetlerin, belki iki... Ayakkabıları da giyen çıkmaz çok zaman... Paranı, malını bölüşürler; toprağına yeni yeni evler dikerler... “Hani benimdi?!” dersin... Değiller!

Senin olsalardı, seninle gelirlerdi. Senin olan her şey, seninle Rabbinin huzuruna gelecektir. Bırakmazlar dünyada bir baş secdeni... Seninle birlikte alır Azrail... Kalbin gözyaşında edilmiş bir tövbeyi mîras diye dağıtmazlar ardından. O, seninle berzahta da, mahşerde de kaimdir.  Bir tebessüme bile sebep olduysa paran, bir kediyi bile doyurduysa, bir hastaya ilâç olduysa, bir muhtaca çâre verdiyse seninledir o... Hayır için cebinden çıkanlar, mahşerde şâhididir insanlığının, kulluğunun göstergesidir.

***

Her şey ölmeden önce...

Yok mu huzurun? Bitmiyor mu bu karanlık duygusu? Zaman hem hızla tükeniyor, hem de hiç geçmiyor mu? Anlamlı gelmiyor mu ne yaşamak, ne ölmek? Kimse el vermiyor mu saklı gizli hüzünlerine? Sığmıyor mu için şu koca evrenin boşluklarına? Dün de, bugün de birbirinin aynı mı? Tekrarı mı saatler bir öncekinin? Kimseye inanmıyor, güvenmiyor mu için? Bir düşün de mi yok, bir hayâlin? Her yer mi uzak? Her şey mi sahte? Ait değil misin bu evlere, yollara, sokaklara?

Gücün yok mu hayatın keşmekeşine? Şimdi, ölmeden önce, her şeyi değiştir işte! Huzur, “Allah” demektir. Şimdi ver malından, mülkünden, her şeyinden ver! Kaybolmazlar, bitmezler, seni asla terk etmezler verdiklerin... Onlar, ellerinin “Allah” deyişidir. Şimdi vur başını secdeye! Şimdi, daha bitmemişken ciğerlere çektiğin nefesler, daha çekilmeden ayaklarından can, teni bırakıp da gitmeden ruh, hiç şüpheye düşmeden, hiç geriye dönmeden, hiç zaman kaybetmeden bir “Allah” de!

Öyle bir Allah de ki, demediğin saatler bile eşlik etsin bu eşsiz zamana... Öyle bir de ki, sen değil, için tövbe etsin günahlarına... Öyle bir de ki, her şeyi O’ndan bilerek vermenin şerefine, her şeyi “O’nun” diyerek sevmenin huzuruna şimdi kavuş!

Yok mu bir zelzelede kat kat olan binalar? Yok mu bir gecede yitip giden neşeler? Yok mu bir hastalığa harcanan mallar mülkler? Yok mu hiç geri alınamayan zamanlar, ömürler? Bir ölümle dağ gibi bedenlerin devrildiği görülmedi mi? Bir can verişte o koca koca sesler, sözler kısılmadı mı? Azrail uğramadı mı ibadetle buluşmamış gönüllere hiç? Hiç canı gitmedi mi tövbesizlerin? Hiç mi ölmedi insan, hayır yapmadan önce?

Sanki yarın hiç yokmuş gibi değiştir dünyayı! Yarın varsa şayet, senin için bambaşka bir yarın olsun! Hiç yapmadıklarını, ertelediklerini, gerek görmediklerini, önem vermediklerini doldur yarına!

Ölmeden önce ver verebildiğin kadar; ölünce canı gitmiş elleri ağlar insanın da “Ağlama!” diyecek sözü de yitirir insan. Ne güzeldir âlemi ibadetle süslemek!

Toprağa vurunca insan başını, secdesizliğin ağırlığı çöker üstüne... Toprak ağlar, insan ağlar da dünyada bıraktıkları silemez gözyaşını... İnsanın Rabbine gitmeden evvel yapacakları var bu kâinatta.

Bir insan, boşuna gezip durmaz börtü böceğin üstünde. Boşa değildir yaşayıp gitmeleri. Hiç boşa verilmemiştir biçilmiş, ölçülmüş saatler. Şimdi doldur kovanı, akıp da kaybolan zamanları topla bir bir…

İnsanın karanlığı anca böyle son bulur!

Hayır, ölmeden önce... Sevmek, ölmeden önce... Vermek, ölmeden önce... Tövbe, ölmeden önce... İbadet, ölmeden önce... Kulluk, ölmeden önce...

Her şey ölmeden önce...