Olmazsa olmaz

Türkiye’yi sevmeyenlerin, Türkiye’nin düşmanlarını dost görmekten vazgeçmeyenlerin, İngiliz-Fransız-Amerikalıya ajanlık yapma görevi üstlenenlerin, küresel baronların oyuncağı olanların, FETÖ-PKK, DHKP-C, DAEŞ ya da PYD’ye kin tutmayanların, kirli emelleri olanlarla mücadele etmeye cesareti olmayanların, iktidar nimetlerinden yararlanıp “Yarın ne olur, ne olmaz” diye her tarafa oynayanların, monşer zihniyetlilerin, millete tepeden bakanların, millete rağmen siyaset yapanların, milletle bağını koparanların, sahada kibirle dolaşanların, Cumhurbaşkanımıza zarar verenlerin devri artık bitmeli!

ÖNCELİKLE Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada jeopolitik konumu ile ilgili bir kısa değerlendirme yapmak isterim, çünkü yazımın sonrası için önemli.

Türkiye, Ukrayna’daki savaştan Güney Kafkasya’daki kırılgan barışa, İran’daki yaygın kitlesel protestolara, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’den gelen terör tehditlerine ve de Yunanistan ile yaşadığı gerilime kadar uzanan bir dizi jeopolitik, güvenlik ve istikrarsızlaştırıcı zorluğun merkezinde yer alıyor. 

Ege ve Doğu Akdeniz üzerindeki büyük güç politikaları, küresel salgından ve deprem felâketinden kalan ekonomik etkileri ve mevcut zorlukları şiddetlendiren kitlesel düzensiz göç gibi daha küresel ve ulus ötesi sorunların olumsuz etkileri, Türkiye’nin jeopolitik ve güvenlik ortamını doğrudan veya dolaylı olarak etkiliyor. 

Türkiye, böyle zorlu bir ortama paralel olarak, söz konusu risk ve güçlüklerin yıkıcı etkilerini azaltmak için belirli başa çıkma mekanizmaları ve politikaları ortaya koyarken, krizlerden doğabilecek fırsatları mümkün olduğunca değerlendirmeye çalışıyor.

O nedenle Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın gerek Suriye, gerekse de Mısır konusunda daha önce söylediği sözlerin ardından yeni bir sürece imza atmasının önemi büyüktür. Uluslararası ilişkilerde ebedî düşmanlıklar değil, ebedî çıkarlar vardır.

Türkiye ile bölgesel rakipleri arasındaki normalleşme ve yakınlaşma, Türkiye’nin özellikle Ortadoğu ülkeleri ile olan dış ilişkilerine özgü münferit bir gelişme değil. Daha çok, Türkiye’nin dış politikasında manevra yapmak için daha geniş bir alan çıkarma hamlesinin bir parçası olarak ortaya çıktı. Bunun altını önemle çizelim.

Dolu bardak Türkiye

Kuşkusuz Türkiye için “Tüm sorunlarından sıyrılmış hâlde ve adeta Cennet’ten bir köşe” demiyorum. Dünyada böyle bir ülke yok zaten. Ancak objektif gözle baktığımızda, Türkiye bardağının dolu tarafının fazla olduğunu, Türkiye’nin de nerelerden nerelere geldiğini çok iyi bilenler olarak, bunu sağlayanların hakkın teslim etmenin gereğine inanıyorum.

Meselâ, Ayasofya’nın 86 yıllık esaretini kırıp ibadete açan, Taksim Meydanı’na 150 yıldır yapılamayan Taksim Camiî’ni yaptıran Sayın Cumhurbaşkanımızı dış güçlerin nefsine kurban etmeyeceğimizi herkes iyi biliyor. Yahut bir başka örnek olarak 15 Temmuz hain darbe gecesi milletin gösterdiği aziz irade, bugün de bir anıt gibi duruyor. 

Küresel kirli aklın Allah’a meydan okuma seviyesinde yaşattığı ve “Büyük Resetleme” diyerek ifade ettiği, tüm devletlerin ve insanlığın yok olduğu, dijital esaret altında yaşatıldığımız ve insanın köleleştirilmeye çalışıldığı düzene karşı önce milletimiz ve akabinde tüm insanlığı korumak görevi, cihana nizam veren ve adaleti kılavuz edinmiş Türk milletinin ve de elbette Türk Devleti’nin aslî görevidir. O görevin Başkomutanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. O biliyor ki, insanlığın geleceği bu topraklara emanet kılınmıştır.

Bakanlar sorumluluğu almalılar!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bünyesinde barınan bütün gayrimillî unsurları, Bakanlıklar ve onların da bünyesinde hizmet veren kamu kurum ve kuruluşlarından temizlemeye devam etmek zorundadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti eğer “Türkiye Yüzyılı” projesini hayata geçirmek istiyorsa, bu temizlik harekâtı her alanda olmak zorundadır.

Şu bir gerçek ki, yurdumuzda ekonomik ve sosyal sıkıntıların çözüm merkezi olan kurum ve kuruluşlarımızda yeteri kadar yapılmayan temizlik neticesinde, hâlen kripto olarak faaliyette bulunan FETÖ, PKK ve diğer terör örgütlerine mensup kamu görevlileri, toplumu refah taşıyacak sorunların çözümüne engel olacak çalışmalar yapmaktadırlar. Hiçbir bakanlığın buna göz yumma şansı yoktur. Varsa, bilinmelidir ki, o da söz konusu yapının bir kripto parçasıdır.

Hepimizin her gün sosyal medyada gördüğü pek çok sorun ile alâkalı çözüm önerilerini hayata geçirecek bakanlık bürokratları, kimi zaman kanunların müsaade etmemesi, kimi zamansa şahsî beceriksizlikleri nedeniyle sorunları daha karmaşık hâle getirmektedir. Bu yüzden pek ciddî problemler çözülememektedir. Birçok bakanlığın bünyesindeki genel müdürlükler, resmen Türk Devleti’nin “Türkiye Yüzyılı” projesine ihanet eder noktada iktidarın rakibi mesabesindedir.

Kimler bunlar? Bilinmiyor mu? Biliniyor. Peki, neşteri kim vuracak? İşte sorun bu! O neşteri vuracak olan yetkililer, “bakanlar”. 

İçişleri’nden başlayarak, Tarım Orman ve Hayvancılık Bakanlığı’na, Ticaret Bakanlığı’ndan Millî Eğitim Bakanlığı’na, Aile Bakanlığı’ndan Gençlik ve Spor Bakanlığı’na kadar hayatın içinde olan, milletin refahı, eğitimi, güvenliği, ticareti ve aile sorunlarına kadar uzanan, Devlet iradesinin icraatçı bakanlıkları, artık her şeyi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bırakarak sorunlardan uzak durmak yerine, bizzat neşteri ellerine alıp gerekeni yapmalılar.

Peygamber Efendimiz (sav), “Temizlik, imanın yarısıdır” buyururlar. Bu vatana ihanet edenleri temizlemek de imandan gelmelidir. Bir insanın önce Allah’ın emirlerine muhatap olabilmesi, sonra da O’nun yanında değer kazanabilmesi için göğsünde iman taşıması nasıl ilk şart ise, iman sahibi bir kimsenin ilk yapacağı iş de temizliğe riayet etmesidir. Vatanına, milletine, bayrağına ve devletine ihanet eden insanın kalbinin kirli olduğu gerçeği ile hareket etmek gerekmez mi? 

Yani Devlet iradesi, artık kendi bünyesinde hâlâ barınan o hain yapıyı temizlemeye devam etmek için bu oyuna son vermeli. Önce bu bakanlıklarda FETÖ ve benzeri tüm yapıların acilen temizlenmesi sağlanmalı ve Türkiye Yüzyılı hedefleri için çalışılmalı. Dünya karmaşa hâlindeyken iç huzurunu sağlamış bir Türkiye, ekonomik ve sosyal olarak dünyada üst sıralara sıçrayacak ve dünyaya nizam verecek güce erişecektir. Yeter ki enerjimizi içeriye harcamayalım!

Çünkü Türkiye her alanda güçlü olmak zorundadır. İşte bunun yolu güvenlikten, millî eğitimden, tarım, orman ve hayvancılıktan, ticaretten, aileden, gençlik ve spordan geçmektedir. Bu bakanlıkların hata yapma şansları yoktur. Bu bakanlıkların gayrimillî unsurlara göz yumma şansları da yoktur, kripto yapıları yok etmeme şansları da yoktur. Bunları başaranlara, eyvallah. Ama başaramayanlarla vedalaşmak gerekir.

Dikkat ediniz, su kaynaklarımızın ve topraklarımızın küresel tekeller tarafından ele geçirilme operasyonlarına tanıklık ediyoruz. Türkiye’ye silahla yapamayacaklarını paranın gücü üzerinden gerçekleştirmek istiyorlar. Kritik bölgelerde toprakların el değiştirmesi sürecini istihbarat soruşturmalarına mecbur etmeli ve toprak satışına girebilecek hiçbir yabancının vekâlet yoluyla ya da Türkiye’de devşirdikleri bir Türk vatandaşını paraya boğarak satın almalarına izin vermemeliyiz. 

Ayrıca gıda güvenliğinin de sağlanması gerekmektedir. Yarınlar adına öncelik enerji ihtiyacının sağlanması ve yerli-millî savunma araçları üretmek gibi görünse de zor günlerde yetişen tüm gıda ve hayvansal ürünlerin bu topraklara yetmesi, en öncelikli işimiz olmalı. Çeşitliliğin ve devamlılığın sağlanması adına kararlar hızla alınmalı. Yani eğer küresel güç olma yolunda dev adımlar atmaya devam etmek istiyorsak kendi kendine yeten ülke olma özelliğimizi daha da üst seviyeye çıkarmalıyız. Ukrayna-Rusya Savaşı’nda nasıl dünyanın gıda tehdidi yaşadığını gördük. Türkiye her zorluğa hazır olmak zorunda bu yüzden.


Bir insanın önce Allah’ın emirlerine muhatap olabilmesi, sonra da O’nun yanında değer kazanabilmesi için göğsünde iman taşıması nasıl ilk şart ise, iman sahibi bir kimsenin ilk yapacağı iş de temizliğe riayet etmesidir. 


Millî güvenlik ve toplum meselemiz

Son 5 yıldır devam eden mülteci sorunu, yerel seçimleri dahi etkilemiş ve sandığa etkiyen sonuçları olmuştur. Bu bir gerçektir. Ancak İmparatorluk bakiyesinin akrabalık bağı ile bağlı olduğu topluluklar pek çoktur. Tarih birliği içinde yıllarca beraber yaşadığımız milletler ile son Osmanlı bakiyesi Anadolu topraklarında beraber yaşama kültürünü geliştirmeliyiz. Bunu yaparken millete her şeyi açık ve net anlatmalıyız. 

Türk Devleti’nin, tarihin hiçbir evresinde gizlisi saklısı olmamıştır. Çünkü ihtiyaç duymamıştır. Yetkin ve ülkemizin büyümesinde rol alacak kişilerin entegrasyon sorunu çözülmeli ve geçici olarak yaşayan değil, geleceğimizde beraber olacak kişiler olmalarını sağlamalıyız. Sokaktan insanları yaka paça toplayarak sınır dışı etmekse tarihî geçmişimize yakışmamaktadır. 

Bunun yanında, sürekli suç örgütlerine yönelik operasyonlara dair yapılan haberler, güvensiz bir ülke imajı vermektedir. Ki bu iletişim dili mutlaka ama mutlaka terk edilmelidir. Her sabah kalkıp milletin gözünün içine operasyon haberleri sokulmamalı. İnanın, bu haberler Türkiye’nin turizmine dahi balta vuruyor. Her yaptığınız küçüklü büyüklü operasyonu milletin gözüne sokmak zorunda mısınız?

Görev yapmak ile yaptığınız görevi milletin gözünün içine sokmak, birbirinden ayrı şeyler. FETÖ ve PKK gibi terör örgütleriyle mücadele aralıksız sürmeli ve Devlet’in etkin yerlerinde renklenerek yaşam sürmeye çalışan tüm unsurları yok edilmelidir. Bu görev İçişleri Bakanlığı’mızdadır. Bugün öyle bir hava estiriliyor ki, iç huzur, sınır güvenliğinin adeta önüne geçmiştir. Sayın Bakanımız bu durumu gözden geçirmelidir. Ki dışarıda yapılan eleştiriler, İçişleri Bakanlığı’nı “Sosyal medya bakanlığı” benzetmesiyle anmaktadır. 

Kuşkusuz operasyonlar yapılacak. Kuşkusuz yakalamalar olacak. Ama her gün ve her saat bunların açıklanması, sosyal medya hesapları ile milletin gözüne sokulması, algıda farklı karşılanıyor. 

Tabiî bir millî eğitim konumuz var. Yıllardır süren “fizikî şartları iyileştirme” çalışmalarında sona gelinmiş olsa da bir nesil FETÖ yüzünden kaybedilmiştir. Mutlaka ama mutlaka, millî ve manevî değerlerine saygılı, geleceğini Anadolu topraklarında arayan, fikri ve vicdanı hür nesiller yetiştirme hedefi için hızla müfredat çalışmaları sonuçlanmalıdır. Cumhuriyet sonrası gizlenen kodlarla yetişen öğrencilerin toplum içerisindeki ayrılık hareketlerine kapılmaları çok kolay olmaktadır. Bu topraklara ait tüm değerlerin bizim olduğu ve sahip çıkmamız gerektiği bir gerçektir. Ancak bu değerler içerisinden toplumu ayrıştıracak noktalar sürekli kaşınmakta ve toplumsal barışın tesisi bir türlü mümkün olmamaktadır. Tarihimiz bunun sağlanması için ne yapılmasının gerektiği konusunda sayısız örneğe sahiptir.

Diyeceğim şu ki, Türk gençliğine “Osmanlı da bizim, Cumhuriyet de. Sultan Alparslan da bizim, Ertuğrul Gazi de. Fatih de bizim, Yavuz da. Kanunî de bizim, Abdulhamid de, Mustafa Kemal de” duygusu kazandırmalı ve vatanın bölünmez bütünlüğü anlatılmalıdır. 1071’de Malazgirt ile başlayan yolculuğumuz devam etmektedir.

Aile ve sosyal güvenlik, Devlet’in can damarıdır. Çünkü devletin temeli ailedir. Toplumun huzuru ancak aile kurumunun korunmasıyla mümkündür. Ailenin en küçük parçası olan genç kardeşimizin eğitim, sosyal yaşam ve gelecek kaygısı yaşamadan hayata hazırlanmasını sağlayacak ekonomik ve sosyal şartların dengeye getirilmesi için ailenin bütünlüğü ve ortak kadere inanmak gerektir.

Bizim geleneklerimiz ölene kadar genç kardeşimizi evin çocuğu görerek korumaya çalışır. Başka kültürlere benzemeyiz. En büyük özelliğimiz olan aile birliğini tekrar sağlayacak düzenlemeler yapılmalı. Bu topraklara ait aklın hâkimiyetiyle yarınlarımızı güven altına alabiliriz. Millî ve manevî değerlerimizi gençliğe aşılamak, bu anlamda bir olmazsa olmazdır.

Gençleri sadece okula giden ve spor yapan canlılar olarak görmekten vazgeçerek bu ülkenin geleceği olduklarını idrak etmeliyiz. Her canlı bakıma ve korumaya muhtaçtır. Doğada varlığını tek başına sürdürebilen hiç kimse yoktur. Birlik ve beraberlik içerisinde, millî değerlerinin farkında, dünyaya karşı sorumluluklarının bilincinde bir gençlik, aile kurumunu yaşatacaktır. Devletimiz böylece baki kalacaktır.

Gençlerimizin dünyayı anlama, insanın varoluş gayesini idrak etme, millet olarak bizi bir arada tutan değerlerimizi benimseme noktasında rehberliğimize ihtiyacı vardır. Allah’a imanı, aileye sadakati, milletimize hizmeti, insanlığa faydalı olmayı kendine düstur edinen bir gençlik yetiştirmek bu yüzden ortak vazifemizdir. Unutulmasın ki, gençlerimiz millî ve manevî değerlerimizin emanetçisidir…

Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyorlar ki, “Hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Yüce Allah’ın arşın gölgesinde gölgelendireceği yedi sınıf insandan biri de neşeyi ve huzuru Rabbine itaat ve ibadette bulan gençtir”. Başka söze hacet var mı? 

Gençlik ve Spor Bakanlığı bu yüzden daha daha aktif olmalıdır. Sadece Olimpiyatlarda ve millî maçlarda kendilerini göstermek yerine Türk gençliğinin özüne lâyık projelerle ses getirmek zorunda olduğumuz bir süreçteyiz.

Gelelim ticarete ve market terörüne… Ekonomik olarak ayakta kalamayan toplumlarda ahlâkî yozlaşma hızla kendini gösterir. Aile kavramı yok olur ve bireysel gelecek telaşı başlar. Bu nokta, devletin temellerinin sallandığı noktadır. Bugün hepimiz market terörünü yaşıyor ve tarladan sofraya gelene kadar fiyatı kat kat artan gıda edinme terörü ile karşılaşıyoruz. Fakat ne yazık ki yıllardır bu konuyla alâkalı kanunlar değişmiyor. Sınırlarımızı koruyor, kilometrelerce ötede teröristi yok ediyoruz, ancak gıda terörünü bitiremiyoruz. Burada sizce bir sorun yok mu?

Bu konuda radikal kararlar alacak ve uygulayacak yetenekte bu toprağın çocuklarına ihtiyaç var. Bu kadar net!

Bugün bu ülkede market teröründen rahatsız olmayan kim var? Peki, önlemler ne? Ceza ile geçiştiriliyor. Peki, yasa nerede? Nerede market yasası? Nerede hal yasası? Bir an önce çıkmalı!




Reis “o”!

Diyeceğim şu ki, Devletimizin geleceği, kendi işini doğru yapan, geleceğini bu topraklarda arayan, geçmişin emanetini geleceğin mirası olarak gören kişilere makamları emanet etmekte saklıdır. Topraklarımızın bölünmez bütünlüğüne kasteden FETÖ ve PKK gibi terör örgütlerinin yanından geçmemiş, yabancı istihbaratlarla kucak kucağa olmayan, bu topraklar için risk almaya gönüllü kişilerin bu kritik bakanlıklarda etkili görevlerde olmalarının vakti gelmiştir. Hatta geçmektedir.

Türkiye’yi sevmeyenlerin, Türkiye’nin düşmanlarını dost görmekten vazgeçmeyenlerin, İngiliz-Fransız-Amerikalıya ajanlık yapma görevi üstlenenlerin, küresel baronların oyuncağı olanların, FETÖ-PKK, DHKP-C, DAEŞ ya da PYD’ye kin tutmayanların, kirli emelleri olanlarla mücadele etmeye cesareti olmayanların, iktidar nimetlerinden yararlanıp “Yarın ne olur, ne olmaz” diye her tarafa oynayanların, monşer zihniyetlilerin, millete tepeden bakanların, millete rağmen siyaset yapanların, milletle bağını koparanların, sahada kibirle dolaşanların, Cumhurbaşkanımıza zarar verenlerin devri artık  bitmeli!

Kim kimdir, artık açık ve net olarak ortada. Herkes herkesi çok iyi tanıyor. Türkiye kritik bir süreç yaşıyor. Türkiye, kritik bir coğrafyada güç savaşı veriyor. Türkiye’nin etrafı yangın yeri. Bu yüzden güçlü olmak zorundayız Ordumuzla, savunma sanayiimizle, ticaretimizle, enerji kaynaklarımızla, millî eğitimimizle, ticaretimizle…

O potansiyel bizde (Evvel-Allah) var. Yeter ki yüzde yüz millî ve yerli kadrolarla yolumuza devam edelim.

Sınırsız özgürlük, sınırsız demokrasi, sınırsız insan hakları, sınırsız düşünce özgürlüğü hiçbir ülkede yokken neden Türkiye’de olacak? Ya bu vatana, bu millete, bu devlete saygı duyup bu kavramlara sığınarak ihanet etmeyeceksiniz ya da bu ülkeyi terk edeceksiniz!

İşte bu noktada, bakanlıkların yönetilirken hakkı verilmeli. Bürokratlar milletin emrinde olmalılar. Her alanda güçlü olmak için Türk Devleti içerisindeki çakalları, küresel oyuncakları, FETÖ ve de PKK gibi terör örgütlerinin sızmış kripto elemanları temizlenmeli. Bu vatana, bu devlete, bu millete sadakati olmayan her kim varsa yol verilmeli. Görev bekleyen nice vatan evlâdı var. Yarın geç olmasın!

Bilinmeli ki, bizim AK Partililiğimiz Reis’ten dolayıdır. Güç için Reis’e yanaşanlar, yarın başka yere gidebilirler. Ama biz Reis var olduğu sürece hep onu sevmeye ve onun yanında olmaya devam edeceğiz. Çünkü Recep Tayyip Erdoğan, mazlumların umudu ve kimsesizlerin kimsesidir. Çünkü Recep Tayyip Erdoğan, siyâsî hareketimizin lideridir ve daima liderimiz olarak kalacaktır. 

Cumhurbaşkanlığı makamı kayd-ı hayat şartıyla değildir ama onun liderliği bizim için kayd-ı hayat şartıyladır. Ve en önemlisi, Sayın Cumhurbaşkanımızın gönlümüzdeki yeri, Cumhurbaşkanlığı makamından çok ama çok ötedir. Allah varlığını eksik etmesin! (Âmin.)