Ölçüyü kaçırmak

İslâm ümmeti, vasat (ölçülü) bir ümmetti, daha doğrusu böyle olması gerekiyordu. Ama heyhat, olamadı! Onun için Müslümanlar sevdiklerini Allah için ölçülü sevmeli, buğz ettiklerine de Allah için ölçülü buğz etmelidir. Ola ki, durum her an değişebilir ve tersine dönebilir.

ÖLÇÜ miyardır, ayardır, takdirdir. Ölçü, olması gerekenin olması gerektiği yerde olmasıdır. Ölçü, durması gerekenin durması gerektiği yerde durmasıdır. Ölçü, söylenmesi gerekenin söylenmesi gerektiği yerde söylenmesidir. Ölçü, susulması gereken yerde susulmasıdır.

Ölçü, eşyanın (varlığın) tabiatına uygun hareket etmesidir. Ölçü, haklının hakkının haklıya verilmesidir. Ölçü, hakikatin hakkıyla ortaya çıkarılmasıdır.

Bir şeyi doğru ölçebilmek için güvenilir ölçüm araçlarına ihtiyaç vardır. Uzunluk birimini ölçen metreye, ağırlık birimini ölçen teraziye ihtiyaç olduğu gibi… Ölçüm araçları her sahada ve her konuda olmalıdır. Eğitim sahasında, sosyal, siyasal, dînî ve ahlâkî sahalarda ve bilimsel ve de teknolojik tüm konu ve alanlarda olmalıdır.

Eğer bir konu ve alanda ölçü, ölçüm, ölçüt, ölçme aracı ve kriterleri yok ise o zaman her şey birbirine karışır, neyin doğru, neyin yanlış olduğu anlaşılmaz, olması gereken olduğu yerde olmaz, bulunması gereken bulunduğu yerde bulunmaz.

Bu durum, eşya (varlık) için tam bir kaotik ortamdır. Kozmosta (evren) kaos olursa, anarşi ve çatışma kaçınılmaz olur. Bu, genelde evren, özelde de dünya için son derece tehlikelidir. Kaosun sonunda neyin ne olacağı, sonucun nasıl şekilleneceği (evren ve dünya için) ve sonuçta nelerin ortaya çıkacağı önceden kestirilemez. Her şey hüsranla sonuçlanabilir.

Örneğin kozmos âlemdeki tüm gezegenler güneşiyle, ayıyla, yıldızlarıyla tüm gök cisimleriyle bir ölçü, bir ayar ve bir takdir bağlamında yerli yerinde olmasaydı, yörüngelerinde sabit kılınmasaydı (ontolojik olarak kendi doğal hâllerindeki hareketlilik müstesna) ya da başka bir deyişle emre itaatsizlik yaparak ölçüyü kaçırsalardı, o zaman evrenin hâl-i pürmelâli kim bilir nasıl olurdu?

İşte evrendeki eşyanın (uzaydaki tüm varlıkların) bir varsayım olarak ölçüyü kaçırdıklarında (Sünnetullah gereği gök cisimlerinin ölçüyü kaçırmaları mümkün değildir) nasıl ki bir kaos ortaya çıkar ve sonuçlarının nelere evrileceği önceden kestirilemezse, dünyadaki toplumlararası ilişkilerde ve fertler arası beşerî münâsebetlerde de durum hemen hemen aynıdır ve “ölçüyü kaçırmak” nokta-i nazarından aralarında bir fark yoktur.

Buradaki tek fark (ölçüyü kaçırmak nokta-i nazarından) -insan dışındaki gök cisimleri ve diğer varlıklar açısından takdir edenin yeni bir takdiri olmadıkça tabiî ki bu muhâldir, imkânsızdır)- bir tarafın gayr-i irâdî hareket etmesi (insan dışı varlıkların), diğer tarafın ise (insanların) irâdeli davranmasıdır.

Hâl böyle olunca, (insanların irâdeli davranışları söz konusu olduğunda) ister istemez “sorumluluk” kavramı devreye girmekte ve bu bağlamda her insan, eylemlerinden dolayı mutlaka bir sorguyu ve sorgulamayı, bir yargıyı ve yargılamayı hak etmektedir.

Görüldüğü gibi ölçülü olmak ne kadar önemliyse, ölçüyü kaçırmak da bir o kadar tehlikeli ve risklidir. Bu bakımdan dinde, dilde, sevgide, muhabbette, buğzda, garezde, sosyal hayatta, siyâsette ve hayatın her alanında ölçüyü kaçırmamak, ölçülü olmak icap eder.

Kişisel ve toplumsal meselelerde ölçüyü kaçırmak demek, aşırı uçlarda gezinmek demektir. İfrat ve tefrit noktalarında dolaşmak hem kişiye zarar verir, hem de içinde yaşadığı topluma…

Meselâ dînî konularda ölçüyü kaçırarak aşırılığa giden Yahudiler, Üzeyir’i Allah’ın oğlu ilân ettiler. Hıristiyanlar ise İsâ Mesih’e aynı muameleyi yaptılar. Allah bu konuda şöyle diyor:

“Yahudiler, ‘Üzeyr, Allah’ın oğludur’ dediler. Hıristiyanlar ise, ‘İsa Mesih, Allah’ın oğludur’ dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah onları kahretsin, nasıl da haktan çevriliyorlar!” (Diyânet İşleri Meâli. Yeni. Tevbe, 30)

Allah, Muhammed’in (as) ağzından bu konudaki ölçüyü ise şöyle koyuyor: “De ki, ‘Ben de ancak sizin gibi bir insanım. (Ne var ki) Bana, ‘Sizin İlâhınız ancak bir tek ilâhtır’ diye vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.” (Diyânet İşleri Meâli. Yeni. Kehf, 110)

Görüldüğü gibi Yahudi ve Hıristiyanlar bu konuda ölçüyü kaçırırken, Müslümanlar da yaşayan ve yaşatılan geleneksel İslâm anlayışında (cemaatler ve tarikatlar eliyle) Rasûl Muhammed (as) üzerinden ölçüyü bir miktar kaçırdılar. O’nu, örnek alınan bir “insan” konumundan uzaklaştırarak âdeta nurlaştırdılar. Sanki O, artık bir insan değil, bir nurdu. Bu konuyla ilgili olarak klasik İslâm anlayışında öteden beri yıllara sari bir külliyat oluştu.

Diğer yandan Hâricîler, Selefîler ve günümüzdeki değişik türev ve uzantıları da (El-Kaide, DEAŞ, Boko Haram gibi) başka bir açıdan (şiddet üretme ve tekfir etme) aynı hataya düşerek ölçüyü kaçırdılar.

Ölçü kaçınca, “Cemel” ve “Sıffin” vakalarından tutun da günümüze gelinceye kadar nice aşırılık yaşandı ve bu aşırılıklarda nice mâsum insan can verdi. Müslümanlar bölük pörçük oldu, aralarına kan ve kin girdi.

Hâlbuki Allah böyle mi yapılmasını demişti? Rasûl’ün sünneti bu muydu? Bütün bunlara rağmen ne acıdır ki, Müslümanlar hâlâ bu konulardan ve yaşanan bunca olaydan ders çıkarmayı ve ibret almayı bilememiş, becerememiş ve başaramamış görünüyor ne yazık ki!

Oysa İslâm ümmeti, vasat (ölçülü) bir ümmetti, daha doğrusu böyle olması gerekiyordu. Ama heyhat, olamadı!

Onun için Müslümanlar sevdiklerini Allah için ölçülü sevmeli, buğz ettiklerine de Allah için ölçülü buğz etmelidir. Ola ki, durum her an değişebilir ve tersine dönebilir.

Ailelerde ebeveynler de çocuklarını ölçülü sevmeli, neredeyse onları putlaştırarak ve tabulaştırarak dokunulmazlar kılmamalıdırlar. Ne yazık ki, son yıllarda gidişat bu yöndedir. Her dediklerini yapar ve “Hayır!” demeyi beceremezlerse yarın onların önünü alamazlar. Bundan sonra da eğitim kurumlarında ve toplumda istenmedik bir sürü davranışın oluşmasına ve gelişmesine kendi elleriyle zemin hazırlamış olurlar.

Aynı şekilde, ideolojik meseleler ve siyâsî faaliyetlerde de ölçü kaçınca toplum ikiye, üçe, beşe bölünür, millet birbirine düşer; ülkede ne huzur kalır, ne de güven. Bu bakımdan ülkeyi yönetenlerin de, yönetime muhalefet edenlerin de birliğimiz ve beraberliğimiz açısından bu hususlara çok dikkat etmeleri ve sorumluluk duygularını kaybetmeden sorumluluklarının gereğini yerine getirmelidirler.

Bu konu, ihmâl edilemeyecek kadar önemli ve hassastır. Bir o kadar da olmazsa olmaz bir şarttır. Vesselâm…