
UYUM sağlamak, göz önünde
bulundurulması gereken usuller ve ahlâken uyulması gereken hususlar gibi
anlamlara gelen “adap” kelimesine, aslında bir kılavuz hüviyetinde, “insana
yardımcı olabilecek davranış içerikleri” olarak bakabiliriz.
“Uyum
sağlamak” kavramını seviyorum. İnsanın kendisine uyum sağlaması, topluma uyum
sağlaması, işine uyum sağlaması, okuluna ve arkadaşlarına uyum sağlaması iyi
bir şeydir. Bu durum denge olayına işaret eder.
ayatı
dengede tutmak önemlidir, lâkin bu sürekli olarak yapılabilecek bir şey
değildir. İnsan olmanın gereği olarak sık sık rotadan çıkarız ama dengeye
gelebilecek donanıma da sahibiz. İçsel ve dışsal dengeyi sağlayamadığımızda
oluşan tıkanıkları hepimiz deneyimleriz. İşte tam da bu noktada dengede
kalmamıza yardımcı olacak en önemli araçlardan biri adaptır. Konuşma adabı,
sofra adabı, misafir adabı, iş adabı gibi kılavuzlar karışık sularda düzenli
yol almamızı sağlar.
Diğer
türlü, düşünsenize, iki kişi konuşuyor ve bu kişilerin konuşma adabından yoksun
olduğu bir iletişim sürecinde o iletişimin olamayacağı açık. Bir kere, sağlıklı
bir dinleme olamayacağı için önemli önemsiz tüm konuşmalar, boşlukta kaybolacak
bir yığın titreşimden öteye geçemeyecektir. Adap der ki, “Konuşmada ölçülü ol,
sesini çok fazla yükseltme, kırıcı olma, lafını çok dolandırma ve karşıdakinin
konuşma süresine saygı göstermeyerek kul hakkına girme!”.
Konuşmada
esas olan, sözlerin savaşması değil, buluşmasıdır. Adap baştan başlar.
Konuşmada da adap konuşmaya değer vermekle başlar. Diyaloğa, iletişim kurmaya
saygı duymak, insana saygı duymaktır. İnsana saygı duymak, kendine saygı
duymaktır. Kendine saygı duymak ise Yaratıcı’yı bilmek, O’na saygı duymaktır.
“Adap”
kelimesinin diğer kelimeler gibi sözlükte ve insan zihninde uyandırdığı
anlamlarının yanında, cinsiyet fark etmeksizin insana çok yakışan bir kıyafet
gibi bir özelliği var. Sofradaki elbisesi, konuşmadaki elbisesidir adap. Bu
kıyafete ne kadar özen gösterirse o kadar güzel görünen ve etki eden bir insan
olur.
Evet,
insan süslenmeli. Hem de en güzel süslerle! Bu süsler boya veya pahalı markalı
ürünler ile değil, içsel donanımlar ile olmalı. Bilgi kılıcını kuşanıp
karanlığı aydınlatmalı, adabını kuşanıp insanlara örnek olmalı, inancını
koruyup kötülükten kaçınmalıdır.
Çağımız
diğer çağlara göre oldukça bir evrede. Bir yandan teknolojinin getirdiği yeni
düzen, diğer yandan toplumsal yapının değişimi ve değişen insan… Diğer her
çağdan bir insan temsilen bu çağa getirilse, şaşıracakları unsurlardan birinin
insanlığın büyük kısmının gün içinde avuç içi kadar bir cihaza boyunlarını
büküp bakıyor olmaları olacaktır. Cep telefonu bana göre insanlığın başına gelmiş
en büyük teknoloji, konfor ve iletişim aracı olarak kolaylık ve en büyük felâket.
Adap, gelenek, görenek, ilim ve din ile beslenmesi gereken zihinler her an
elimizin altında olan bir cihazın kuşatmasında. İnsan bu kuşatmaya gönüllü
teslim oldu. “Fayda, çağdaşlık ve konfor” etiketleri arasında kaybettiği
değerlerini önemsiz gördü. Evlerde dizilere, filmlere, ceplerde sosyal medya ve
oyunlara kapılıp giden koca bir insanlık var. Hâl böyleyken, adabı nasıl
işleyelim, nasıl anlatalım?
Büyüğüne
saygı, küçüğüne sevgi, sofrada oturma, konuşma ve yemek yeme usullerini,
iletişimde saygıyı, ses tonunu, dinlemeyi, temizlikte dengeyi, örf ve âdette
usulü biz kime anlatacağız? Elbette nasibi olan nasibini alacak. Rabbim çalışana
ve emek verene değer verir, insandan bunu bekler. Bize düşen, ümitsizliğe
düşmeden hangi alanda yetkinliklerimiz varsa sonuna kadar kullanmak ve
geliştirmektir. İnsan başıboş yaratılmamıştır; en iyisini ekmeye devam etmeli
ve ektiğini biçerken kaderine razı olmalıdır.
Hem
düşünsenize, öyle güzel bir kâinat sofrasına konmuşuz ki “Sofrada ne var, ne
yok?” demeden önce oturduğun kâinat sofrasına kavuşmanın hiçbir hazine ile
kıyaslanamayacağını hissetmeli ve idrak edebilmeliyiz. Etrafında kimler var,
neler konuşuluyor, nasıl hareket ediliyor, sofrada başına neler geliyor veya ne
hissediyorsan bunlara sonra bakarsın. Bu sofrada -malûmunuz- çok fazla kalamayacağız.
Belki yirmi, bilemediniz, iki yüz sene… Varlık âleminde bin yıl yaşasan, bir
şey ifade etmez. O kadar kısa bir ömür anlayacağınız; konup, görüp, göçeceğiz. Hepsi
bu kadar!
Öyleyse
gelin, güzel güzel geçelim bu handan, bu sofradan. Nefret edecek, kibirlenecek,
kıracak ve üzecek, hırs ve isyan yapacak kadar vakit yok! Ne kadar seversek, ne
kadar paylaşır ve ne kadar şükredersek kârdır. Gelin, bu güzel kâinat sofrasının
adabına yakışır hareket edelim! Büyüklere hürmetle, küçüklere sevgiyle el
uzatalım. Sözü olana kulak, derdi olana çare verelim. Borcu olana borç, yolcu
olana azık verelim. Boynu bükük kalmasın kimse, bir zahmet ilgi alâka gösterelim.
“Hiç imkânım yok” diyenin çevresine sunabileceği bin derde deva tebessümü de mi
olamaz?
Düşünün,
bir insan kendini biliyorsa, kul olduğunu idrak edebiliyorsa, hâlâ yaşıyorsa, o
insan paylaşmadan yapamaz. Rabbim yarattığı her zerreye her an nimetini verir, esirgemez.
Vermek O’ndan bir şey eksiltmez; tam tersi, kullarına mesajdır yaptıkları.
Nedir o mesaj? Verdikçe çoğalır sevgiler, verdikçe bereketlenir rızk;
dinledikçe anlaşılır insan. İlgilendikçe iyileşir yaralar, sarıldıkça
güzelleşir dünya.
Verirken
ölçülü ve usulünce vermek, severken haddi bilmek, yaşarken dengeyi bulmak
adaptır. Yoksa gösterişe kaçan ibadet, karşılığı beklenen iyilik, şikâyete
varan çalışma, küçük gören diyaloğun insanın ömrüne de, kalbine de faydası
yoktur.
Yaşarken
deneyimlediğimiz en acı tecrübelerden biri de ölçüyü kaçıran insanın, dünyanın
dengesini bozmasıdır. İklimlerin değişmesi, doğal hayata müdahale, deniz ve
hava kirliliği bunlardan bazılarıdır. Sanayileşme, araçlar ve kimyasalların
çoğalmasının getirdiği kirlilik ayrı bir boyutta; bir yeşil alanda kamelyada
oturan bir grup insanın hemen yakınında çöp tenekesi de olduğu hâlde yeri
izmaritle doldurması kadar mantıksız bir algıya sahip olması, ayrı bir boyutta
değerlendirilmelidir.
İnsanların
bir kısmı algı olarak hastadır ve tedavisi iyi örneklerin çoğalması ve
idareciler ile toplumun işbirliği içinde bilinçlenmeye emek harcaması önemlidir.
Birbirimize
ve geleceğimize emek harcayalım. Yavaş yavaş kaybettiğimiz şeyler ağır bir
gelecek hazırlamaya devam ediyor. Mektubu SMS, ziyaretleri Whatsapp görüntülü
görüşme, kitapları sosyal medya ile değiştirmekte sakınca görmeyenler, resmin
bütününe bakarlarsa detayların ayrıntıda gizli olduğunu göreceklerdir.
Evet,
eskiden at sırtında günlerce süren yolculuğu şimdi uçak ile iki saate sığdırmış
olabilir insan, ama o eskiden at sırtında taşıdığı şeyle şu an uçakta taşıdığı
şeye iyi bakmalı. Ayda bir gelen mektuptaki samimiyete, adaba ve şimdi istediği,
her an attığı mesajın içeriğine bir bakmalı. Zamanında derme çatma sobalı,
somyalı gecekondu evin içini dolduran aile yapısına, geleneklere, eşyaya,
paylaşmaya, harekete, komşuluğa bir bakmalı, sonra kat kat üstüne bir mahalleyi
içine sığdırmış bir apartmana, o apartman içindeki lüks dairenin lüks eşyalı
odalarında paylaşılan hayata ve harekete bakmalı. Ama adaletle tartarak bakmalı
ve bize şunu söylemeli: Kazandık mı, kayıp mı ettik?