Okumak

İlim elde etmenin bir yöntemi de okumak veya ilim tahsil etmektir. Ancak zahirî mânâda böyle olmakla birlikte, enfüsî mânâda asıl maksat, Hakk’ı tanımaktır. Buradaki Hakk’ı tanımaktan kasıt ise, Cenab-ı Hakk’ı bilmektir.

OKUMAK basit bir eylem değildir. Bir metni anlamak, kavramak, idrak etmek gibi anlaşılsa da bunlardan çok daha fazla anlam ihtiva etmektedir.

Okuma ile aramanın arasında bir çekim kuvveti vardır. “Bilmek, mukayese etmektir” derler. Her okuyup öğrendiğimiz şeyden sonra anlama, kavrama ve idrak düzeyimiz genişlemektedir. Yani kişinin yöneldiği ve yönelmediği alanları ortaya koyarak kendi keşif haritanızın yazılmasıdır. Evet, yazılmasıdır, çünkü her edindiğimiz bilgi beyne işleniyor ve isteklerimiz, güdülerimiz bu çerçevede belirginleşip yönelim sağlanıyor.

Okumak, görebilmenin pencerelerine nakış nakış, ilmek ilmek basiret ve ferasetle işleme yapmaktır. Sayfa sayfa hayatın kodlarına, nicelik ve niteliklerine dokunabilmek adına adım atmaktır. Akıl melekesi ve idrak ufkunu derece derece kademelendirebilmektir. Bazen bir satırdaki kelimeyi, bazen cümle cümle paragrafları yeşertmek, sulamak ve meyvesini tadarken âleme bakabilmektir. Okumak, türlü türlü yollarda, türlü şekillerde yol almaktır. Ama en nihayetinde yol alabilmektir. Yola çıkabilme savaşıdır. Savaştır; çünkü her yaşayanın hayat serüveni içerisindeki açılmayı bekleyen sırlara, hapsedilmiş, tutuklanmış fikirlere, idealara ve felsefelere “Bence…” diye bir ek yapabilme cihetidir.

Hızın mesafelere kesirlendiği devrelerde elde var bir gözü ile tekrar veçhe veçhe bakabilmektir okumak. Okumak, aklın algılama ve kavrayış biçimlerinin üzerine ve içine çöreklenen tozları ve minik kurtçukları ayıklayarak dehlizlerin gizli geçidine adım atabilmektir. Okumak, bazen ummanda yeşil bir kayıkla kürek çekmek gibidir. Yola düşmektir. Yolcu olma hedefidir. Türlü yollarla kanatlanabilmek, havalanmak ve özgürleşmektir. İnsan kendi varlığı adına bir arayış veya bilmeye, öğrenmeye karşı hem ihtiyaç, hem de iştiyakıyla bilinçli yahut gayr-i ihtiyarı bir vaziyette bu yönelişe revan olur. Burada kendi varlığını öğrenmek için insanın en önemli yetisi olan akıl melekesiyle yorumlayabildiği etkinliğin en güzel kitap okumakla gerçekleşeceğini söyleyebiliriz. Düşünme ve ardından idrak etme noktası, okumak fiili ile cereyan eder. Öğrenmek dinlemeyle, bazen kitap defterle, bazen de önden gidenlerin izini sürmekle olur.

“Hoşça bak zâtına…”

Her insanın bir âlem olduğu bu cihanda insanı anlamak noktasında okumak, muhtelif dallara ayrılır. Ayrılan bu dalların toplandığı nokta, yine insanda hayat bulup tecelli eder.

Şeyh Galib şöyle der: “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen/ Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.”[i] (Ey insan evladı, kendine saygıyla yaklaş; çünkü sen, kâinatta yaratılmışların özü/göz bebeği olansın.)

Bu beyit, insanı okumayı anlatan en veciz sözlerden biridir. İnsanın okuyup düşünerek araması ve bulması, insanı amaçladığı hedefe ulaştırır. Yazar Paulo Coelho’nun “Simyacı” adındaki kitabının konumuza iyi bir örnek teşkil edeceğini umuyorum. Çoban Santiago’nun rüya vesilesi ile yola çıkması ve kendini keşfetme serüveninde, Santiago’nun dikkatini çeken koyunların sadece yiyecek ve içeceklerini düşünmeleri ayrı bir vurgudur. Demek ki insan, yeme içmeden başka şeylere de ihtiyaç duyan bir varlıktır. Simyacı’nın özü aramakla başlar, sonucu ise bulma ile biter. Yazar fizikî yolculuktan içsel (enfüsî) bir yolculuğa başlayarak kendini tanıma, huzur ve mutluluğu elde etme yoluna revan olur.

İnsanın varlığını oluşturan unsurlar fizikî-bedenî, istek ve arzular (nefsi) ise kalbinin ve ruhunun arayışlarıdır. Okumak, insanın varlığından mülhem açlıkların belirlenmesi ve bilgilerin bu açlıklara doyum sağlama sürecidir. Doyum süreci için maddî ihtiyaç noktasını vurgulamak adına örnek vermek gerekirse, bir insanın bir yere gidip gelmesi için bir vasıtaya ihtiyacı vardır. İmkânları dâhilinde bunu tespit eder ve arayışa girer. İlk düşündüğü şey, dört tekerleği olan bir araçtır. Bu doyum sağlandığı takdirde aracın markası, daha sonra zevkine göre rengi seçilir. Doyumun ulaşacağı son nokta, artık markanın donanımlarıdır. Bu durumlar insanın fizikî ihtiyaçları içindir. Peki, insanın kalp ve ruh gibi letaiflerinin ihtiyaçları ve doyumu için nasıl bir okuma yöntemi olmalıdır?

Yûnus Emre (ks) bir şiirinde bu hususu çok veciz bir şekilde izah etmiştir: “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir/ Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır?/ Okumaktan mânâ ne? Kişi Hakk’ı bilmektir/ Çün okudun bilmezsen, ha bir kuru emektir/ ‘Okudum, bildim’ deme, ‘Çok taat kıldım’ deme/ Eri hak bilmez isen, abes yere yelmektir/ Dört kitabın mânâsı bellidir bir elifte/ Sen ‘Elif’ dersin hoca, mânâsı ne demektir/ Yûnus der ki, ‘Ey hoca, gerekse var bin hacca/ Hepisinden iyice bir gönüle girmektir’.”

Yûnus Emre (ks), okumanın mânâsı ile kendini bilmek arasında illiyet bağı kurmuştur. Kendini bilen kişinin Rabbini bileceğini yani tanıyacağını vurgular. Rabbini bilen ise, yine Rabbinin izni ile her şeyi bilme imkânına kavuşur. İlim elde etmenin bir yöntemi de okumak veya ilim tahsil etmektir. Ancak zahirî mânâda böyle olmakla birlikte, enfüsî mânâda asıl maksat, Hakk’ı tanımaktır. Buradaki Hakk’ı tanımaktan kasıt ise, Cenab-ı Hakk’ı bilmektir.

Öte yandan, okumanın bir mânâsı da âlemdeki ayetleri görebilmektir. Allah’tan gayri her şey, “âlem” tanımının içine girer. Âlem ise alâmet içindir. Alâmetlerin içinde ise Allah’a ait bir delil (ayet) vardır. Bu deliller ise bizi doğrudan tevhide ulaştırır. Tevhit ilkesi tekliği ifade eder. Bu ilkenin tezahürü için ise nefsin kat edeceği yollar karşımıza çıkar.               

“Okumak” kelimesi mübârek kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in Alâk ve İsra Sûrelerinde geçmektedir. “Oku” emrinin yer aldığı ayetin nüzulü, Hira mağarasında, Ramazan ayı içerisinde, Peygamberimizin (as)   kırk yaşına vardığı vakitte gerçekleşmiştir. Alâk Sûresi’nin ilk beş ayetinde Rabbimiz mealen, “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alâktan yarattı. Oku! Ki Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir” buyurulmaktadır. İlginç olansa, bu beş ayetin Kur’ân’ın ilk inen mübârek ayetleri olmasıdır. Bu, Allah’ın kullarına karşı rahmeti ve ihsan ettiği ilk nimetidir. Bu ayetlerde, insana bilmediği şeyleri öğretmiş olmasının Yüce Allah’ın kereminden olduğuna dikkat çekilmiştir. İlk “Oku” hitabı Hazreti Peygamber’e (sav) yöneltilmiştir. Bu hitapta okuma, yazma ve ilme çağrı vardır. “Ey Peygamber! Bütün mahlûkatı ve âlemleri, onları yaratan Yüce Rabbinin adıyla başlayarak ve O’ndan yardım dileyerek Kur’ân ile oku” ifadesi, mezkûr ayetlerin zahirî anlamıdır. Ama bunun ötesi vardır. Kur’ân-ı Kerim’i hakikî ve kâmil anlamda okuyan, insanı, nebatatı, hayvanatı, arzı, semayı, âlemleri, enfüs ve afakı, eşyanın hakikatini ve özünü okur. Velhasıl, Rabbinin izni ve yardımı ile tüm ayetleri, her şeyi okur. “Oku” emrinin verilmiş olması ama neyin okunacağının belirlenmemesi, her şeyin okunması anlamına gelebilmektedir. Âlimler yazılı olan ve olmayan kâinattaki mevcudatı da tasavvur ederek, yazılmış gibi okumayı ve anlamayı bu konu üzerinden yorumlamışlardır.

Alâk Sûresi’nin üçüncü ayetinde mealen, “Ey Peygamber! Oku, Rabbin yüce ve kerem sahibidir. Hiçbir kerem sahibi O’na denk olamaz ve denklikte O’na yaklaşamaz. Kullara bilmedikleri şeyleri öğretmesi, O’nun kereminin sonsuzluğunu gösterir” buyurulmaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere okumak, yazmak, ilim, okuduğunu anlamak veya idrak etmek gibi hususiyetler, Yüce Allah’ın lütuf ve keremi ile olmaktadır. Böyle itikat etmek ve inanmak gerekir. Zira bu donanım insana Rabbü’l-Âlemin tarafından verilmiştir. Bu özelliklerin hiçbiri insanoğlunun kendinden menkul değildir.

Yine aynı sûrenin dördüncü ve beşinci ayetlerinde ise mealen, “O kalemle yazıp çizmeyi öğretendir. İnsanlara bilmedikleri ilim ve bilgileri O öğretmiştir” buyurulmuştur. Kurtubî, bu ayete ilişkin olarak şöyle der: “Allah (cc) yazmayı öğrenmenin fayda ve faziletine dikkat çekti. Çünkü onda insanın kavrayamayacağı kadar büyük faydalar vardır. Yazmakla ancak ilimler tedvin edilmiş, hikmetler kayda geçirilmiş, öncekilerle ilgili haberler ve onların sözleri zapt edilmiş ve Allah (cc) tarafından indirilen kitaplar yazılmıştır. Yazı olmasaydı ne dünya, ne de din işleri düzelirdi.” (Kurtubî, 19/120)

Okumak öyle bir eylemdir ki, sadece kitap okumakla sınırlandırılamaz. Bunun en önemli delili, ümmî olan Peygamberimizin (sav) âlemin özeti olan insanı, arzı, semayı, ölümü ve ölüm ötesini en detaylı ve ayrıntılı şekilde okuyan olmasıydı. Peki, bu nasıl okumaktı? Doğrudan vahiy gelmek suretiyle ve lafzı Kendisine, mânâsı ise Allah-u Teâlâ’ya ait olan sözlerle okumuştu.

Okumak dünyaya has bir fiil olmayıp ahirette de devam etmektedir. İsra Sûresi’nin 14’üncü ayetinde Rabbimiz mealen, “Oku şimdi kitabını! Bugün kendini yargılamak üzere kendi nefsin yeter!” buyurmaktadır. Burada okumanın boyutu değişmiş olup, dünyadaki amellerimiz bizzat kendimize okutulacaktır.

Okumak, damladan ummana, dünyadan ukbaya olan bir yolculuktur.



[i]Şeyh Galib, 1757-1799