Okuma kültüründe roman ve öykü

İyi metinler ve iyi edebiyat, insanı değiştirir, nitelikli yapar. İnsanı insana en iyi biçimde anlatır ve geliştirir. Ümidimiz, nitelikli okur sayısının artması ve temel okuryazarlıktan işlevsel okuryazarlığa geçilmesidir. Çünkü Türkiye’nin aydınlık yüzü, okumayı gerekli kılar!

EDEBÎ metinlerin içinde biri olarak söyleyebilirim ki, son yıllarda hikâye yazarlığı, hayatımda çokça yer almaya başladı. Bundan kırk elli yıl önce halk hikâyeleri, toplumun bir ölçüde doğrudan gündeminde sayılırdı. O yıllarda kitle iletişim araçları çok kısıtlı ve yaygın değildi. Radyo ile devam eden iç içeliğimiz, televizyonun yayın hayatına başlamasıyla az da olsa etkilenmeye başladı. Radyo, sinema ve televizyon, insan hayatında önemli bir yer tutuyordu.

Kitle iletişim organlarının artmasıyla radyo etkisini biraz kaybetse de hâlen müdavimleri bulunmaktadır. Sinemada ise aradan geçen yirmi yıl, potansiyel izleyicisini kaybetmesine neden oldu. Sonra tekrar insanların hayatına girmeyi başarsa da eski gücüne ulaşamadı. Televizyon aygıtı bir bakıma sinemanın izlenmesini ve radyonun dinlenmesini etkilemeye devam ediyor.

Bu anlamda sosyal medya, daha çok ve anlık izlenmesi nedeniyle önce insanların hayatına dâhil oldu, sonra da bağımlılık oluşturdu. Ülkemizde 35 milyon internet izleyicisinin bulunması ve 36 milyonun üzerinde ferdin sosyal medya takipçisi olması azımsanacak bir rakam değildir. Günde 2 ilâ 3 saat arasında bilgisayar veya cep telefonu marifetiyle internet kullanımı ve yine 5 ilâ 6 saat televizyon izlenmesi düşünülünce, okumaya herhâlde pek fazla zaman da kalmamış oluyor!

Sosyal medya bir zorunluluk hâlini aldı. Dolayısıyla davranış ilişkilerinde de etkisi arttı. Sanal benlik, günümüzde çoğunlukla sosyal medya üzerinden yürüyor. Sosyal medyanın insan üzerindeki hâkimiyeti, okumanın önünde en önemli engellerden biridir. Okuma kültürünün bireylere kişilik kazandırması gerekirken sosyal medyanın toplum üzerinde hâkim oluşu, insanlar için çok önemli açmazlardan biri olarak görülmelidir.

Peki, her şeye rağmen okuma ve dolayısıyla okuma kültürü içinde öykünün yeri nedir ve nasıl olmalıdır?

Bir kişi, okuyarak güçlü olmalıdır. Okumakla donanımlı olan fert, kendini daha iyi ifade edebilir, toplumda da önemli bir konuma gelir. Resmî olmayan rakamlara göre yaklaşık bin 146 halk kütüphanesi, 500 üniversite kütüphanesi, örgün ve yaygın eğitim kurumlarında 26 bin 415 kütüphane olduğuna bakılırsa, toplamda 30 bin civarında kütüphanenin varlığından söz edebiliriz. Bu kütüphanelerin tamamında ise 65 milyon civarında kitap bulunuyor. (Kütüphane ve kitap konusunda pek çok ülkenin gerisindeyiz.) 2019 yılında 71 bin civarında kitap basımı gerçekleşirken kişi başına düşen kitap sayısı da 7 olarak belirlenmiş. Fakat bu rakam gerçeği yansıtmayabilir. Zira kişi başına düşen kitap sayısıyla gerçekte kitap okuyan sayısı farklı seyreder.

Roman mı, öykü mü?

Türkiye’de okuma oranı az. Bu nedenle de okumada gerilerdeyiz. Avrupa ve Amerika’da öykü de, roman da daha çok değer görüyor. Bizde ise roman okuru, öykünün önünde görülüyor. Ancak son yıllarda öykü okumada da ilerlemeler kaydedildiğini düşünüyorum.

İnsanımızın okuma merakının azlığına rağmen roman, bir olay örgüsüne bağlı olarak ve detaylara dayandığından olsa gerek, öyküye göre daha çok ilgi görüyor. Belki de okur olay örgüsüne kendini kaptırdığından, kitabın derinliğini kaçırıyor. Derinlemesine okumak da elbette ayrı bir meziyet ister. Okuyanın azlığı, ister istemez bilinçli veya nitelikli okuru da gündeme getirmiş olur.

Roman yazar için daha çok emek ve zaman gerektiren bir tür olmasına karşılık okuru fazla zorlamıyor. Hikâye ise okuru daha çok düşünmeye zorlar; hem yazmak, hem de okumak bakımından daha çok çaba gerektirir. Öyküyü daha kısa yazmak gerektiğinden, satırlar arasında sıkıştırmak, duygu yoğunluğu vermek, zaman açısından roman kadar olmasa da yazarı yorar, emek vermesini sağlar.

Romanın da, öykünün de yeri okurda farklıdır. İkisinin de ayrı bir hazzı vardır. Roman okumayı sevmenin en önemli nedenlerinden biri, romanın kurduğu geniş dünyanın içine girmek, orada kaybolarak sayfaları tüketmektir. Öykü kısa ve yoğun olduğu için, arka arkaya farklı metinler okumak zorunda kalmak nedeniyle tercihte ikinci sırada kalıyor. Her türün kendisine göre ayrı bir güzel tarafı var.

Bir öyküyü içe sindiremeden diğer öykülere geçmek, belki de okuyucuda kısa haz bırakıyor olmalı. Bu da okuyucu için avantajsız bir durum olarak düşünülebilir. Oysa roman, doyuma ulaşmada daha fazla zaman gerekir. Romanda uzun bir okuma sürecinin ardından düşünmeye, yorum yapmaya daha fazla zaman ayırabilirsiniz.

Öyküde alan dar olduğu için, nasıl anlatırsanız anlatın, kabiliyet alanı dar. Ancak yine de okura göre romanın da, öykünün de tiryakisi var. Öykü ve romanın tutkusu, konusu, dili ve üslûbuna göre değer görmesine karşılık, çok güzel ve akıcı bir Türkçeyle yazıldığında her kitap, kendisini rahatlıkla okutur.

Kendi adıma iki türü de seviyorum. Yayınlanmış tek romanım olmasına karşılık daha çok hikâye yazıyorum. Daha fazla hikâye yazıyor olmamı da zaman açısından avantaja bağlıyorum.

Her okurun kendine göre bir okuma alışkanlığı olduğunu düşünürüm. Kimi öykü, kimi roman okumayı sever.  Edebî türler gibi okur türleri de vardır. Geniş bir kitap dünyasında farklı okurlar türediğini düşünüyorum. Son yıllarda daha çok öykü okusam da, iki tür de okurca tercih edilmelidir. Önemli olan, okumaktan keyif almak ve kendince bir çıkarım sağlamaktır.

İyi metinler ve iyi edebiyat, insanı değiştirir, nitelikli yapar. İnsanı insana en iyi biçimde anlatır ve geliştirir. Ümidimiz, nitelikli okur sayısının artması ve temel okuryazarlıktan işlevsel okuryazarlığa geçilmesidir. Çünkü Türkiye’nin aydınlık yüzü, okumayı gerekli kılar!