BESİN yetersizliğinden son nefesini vermek üzere olan değerlerimiz var. Öyle gıdasız, susuz ve oksijensiz kalmış ki bu değerler, zayıflıktan, çelimsizlikten cansız bir bedene dönüşmüş vaziyetteler. Yalandır; derler ki, toplumsal mutluluk formülü, ülkelerin ekonomik refah düzeyi, geçim bolluğu, sanat, zevk ve eğlence imkânlarının fazlalığı gibi kişisel tatmini karşılayan parametrelerdir. İşte bu tespit ve zaviye, topyekûn iflastır. Çünkü kişilerin geçici saadetleri ailevî ve toplumsal refahı dizayn etmeyeceği gibi, anlık kazanç ve kâr verileriyle varlığını besleyen insanların bir araya geldiği bir cemaatte geçerli bir iyilik hâli de var edilemez.
Kişilerin zevk ve tatminlerine odaklı bir bilinç meydana getirdiğimizde, değerlerin, hudutların ve sorumlulukların anlamını kaybetmiş bulunuyoruz. Bu anlam kaybı ile sadece kişileri değil, bir zincirin halkaları misâli nesilleri, nesiller boyu toplumların niteliğini de kaybediyoruz. Şimdilerde üzerinde nefes aldığımız bu güzide coğrafyayı ve onun üzerinde bir millete, bir bayrağa ait olan toplulukları bir organizma olarak tasavvur edersek, açlık ve susuzlukla sınandığımız ve daha büyük kayıpların da eşiğinde bulunduğumuz acı hakikatine dikkat çekmek gerekiyor.
Din ve aile, insana konturları belirgin hudutlar çizer. Hudutları olan insanın yüksek sorumluluk duygusu ve aidiyet şuuru vardır. Bu şuurla eyleme geçen herkes, nefsini ve tutkularını beslemekten evvel, onları en aza indirerek yapılması gerekeni yapmaya hedeflenir. İşte bu birey tipi, bir yandan da amaçlara haizdir. Bu amaçların muhtevasında dinî ve millî değerler en büyük yeri teşkil edecek, böylece her bir akıl, var olduğu coğrafî ve kültürel iklime pozitif katkı sağlayacaktır.
Ne var ki bugün, saadete açılan kapıların tanımında ve adres tarifinde tehlikeli ve değersiz ibareler bulunuyor. Bütün anlatılar, ailevî bağların gereksiz, dinî vecibelerin çağ dışı, sınırların ve yanlışa gidişe engel olacak fren mekanizmasının absürt olduğu yalanlarını akıllara işliyor. Yeni model akılların aile, inanç ve millî şuura küçümseyici bir zaviyeden bakışı, bugünün insanını amaçsız, dâvâsız, şuursuz ve faydasız bir zevk âleminde yaşamaya meftun ediyor.
Hudutlarda sürülen ömrün değerine dair bilinenlerin üzeri balçıklarla sıvanırken, talepkâr bir yaşam biçiminin her koşulda övülmesi, insanı başkaca vasatlarda yaşamanın derdine düşürüyor. Bu vasatlarda insanı zorlayan duygular tamamen eritilmiş, insana hudut çizen dinî ve ailevî öğretiler yok sayılmış ve safi mutluluk ve zevk temalı bir hareketler silsilesi mevcut.
İşte bu yüzden dünyanın her yerinde birileri açlıktan ölürken, lokması boğazından kolayca geçen insan tipleri türedi. İşte bu yüzden ailesini önemler listesinin sonuna silik bir şekilde bile yazmayacak kadar kopuk bir gençlik peydah oldu ve bu yüzden bugün “Filistin benim dâvâm değil” diyebilen, zalimin malını boykot etmek gibi basit bir faydaya bile tenezzül etmeyecek kadar kendi varlığıyla dolu mekanik ruhlarla bir arada yaşıyoruz. Çünkü bütün hudutları kaldıran bir özgürlük ve bencillik depolandı zihinlerde.
Oysa sınırsız bir özgürlük hayvanlar âleminde bile kolay rastlanır değilken şerefli yaratılmış insanın kahredici bir hudutsuzluğa davet edilişi, bütün kötülüklerin ve ahlâksızlıkların, kişinin yaşama hakkı sıfatıyla güzellenmesinden başkası değil. Bu olsa olsa toplumsal vücudun beyin ölümünün gerçekleşmesi olarak reçetelendirilebilir. Tedavi de olsa olsa hafızayı güçlendirecek bir imanî ve ailevî şoklama yapılması olacaktır. Ama ne yazık ki bırakın Filistin’i, Yemen’i, Doğu Türkistan’ı kalbe yük edecek şuura erişmeyi, kendi ailesini, toplumunu ve bayrağını bile kutsiyetle anacak ve uğrunda gayretle çalışacak bir sorumluluk bilincini bile yaygın hâle getirebilmiş değiliz.