İYİYİ ve doğruyu
öğütlemek hepimizin görevi. Boş bir öğütten daha ziyade içi dolu bir anlatım
gerek bize. Zihinler öyle yüklü ve yorgun ki, bilgiler ve bilinmesi gerekenler
birbirine karışmış vaziyette…
Meselâ
ben, bilmeye gayret ettiğim doğruları anlatmayı ve yazmayı severim. Bir yandan
da bilinen kümesiyle bilinmeyen kümesi arasındaki devasa farkı her defasında
net bir şekilde gözlemlerim.
Herkes,
bildiğini sonsuzla çarptığında, bilmediklerinin hacmine ulaşabilir. Bir
doğrunun anlatım tarzı bile insanın bilgisinde etkin. Bilmekle idrak etmek
arasındaki fark da burada ortaya çıkıyor sanırım. Duymak ve şahit olmakla
birlikte bilgiyi ediniyoruz. Fakat idrak ve eyleme geçirme safhası daha güçlü
bir etkiye ihtiyaç duyuyor. O yüzdendir, ben de bazen farklı zaviyelere yer
veririm anlatımlarımda.
Anlamaya
çalışırken de aynı yönteme başvurmuşluğum vardır. Bir doğru bende harekete
sebebiyet vermiyorsa, o doğruyu harekete geçirecek başka bir anlatım bulurum
kendime. Şayet insan bir doğruyu sindiremiyorsa, bu şahsî problemidir. Hâlletmek
de yine insanın kendine düşer. Ben de bu şiarla öğrenme ve bilgiyi idrak etme
yollarında gezinirim zaman zaman.
Bu
birbirimize öğüt verme ve doğruya çağırmak üzere eleştirme sürecinde bazı
problemlerimiz var. Öğüt vermemiz gerekiyor, doğru; eleştirme yoluyla doğruyu
kıyas etmek de kullanışlı bir yöntem. Ancak yine de çok sorunlu olduğumuz bir
alan…
Aşağılayıcı,
iğneleyici bir dille öğüt vermek ya da eleştirmek söz konusu olamaz. Aşağılamak,
aşağılamaktır. İğnelemek, iğnelemektir. Hakaret etmek de hakaret etmektir. Tüm
bu istenmeyen muamelelerin toplamına “eleştiri” ya da “öğüt” diyerek işin
içinden sıyrılma arzusu biraz sorunlu görünüyor.
Hakaret
ihtiva eden, eleştiri kumaşıyla tezyinlenen davranış bozuklukları bir yana, şu
öğütçülük olayında da kompozisyonu yanlış okuduğumuz kanısındayım.
Doğru
sözü çıkarsız ve olduğu gibi söylediğimizde kalplere ve zihinlere ulaştırmada
Allah’ın yardımı var olacaktır. Burada amaç, bilinmeyen ya da idrak edilememiş,
bazen de bilinçli bir şekilde insanların bilinmesi istenmemiş doğruların
üzerindeki tozu almak, şöyle bir göz önüne çıkarmak…
Aslında
her müminin görevi bu. Hem de hayatın her safhasında… Günlük hayatta, iş
ortamında ve aile içinde gözden kaçan doğrulara dikkat çekmek…
Peki,
ne zaman itici bir öğütçülük profiline benziyoruz? İşte bu akıbetin yegâne
formülü şöyle:
Kendi
doğrularını gün yüzüne çıkarıp kendi yanlışlarını titizle kamufle eden bir
insan, sahip olduğu doğrular üzerinden bir bilgeliğe soyunuyor. O doğruyu
anlatmak ve yaymak gayretinden ziyade, vitrinlik bir sunum, daha ilk bakışta
insanların kalbini karartıyor. Doğruyu öğütleyen insanın ilk falsosu,
yanlışlarını kamufle etmesiyle başlıyor ve öğütlediği doğruya sahip olduğunu
bağırmasıyla devam ediyor. Fakat burada bitmiyor. Sahip olduğunu haykırdığı
doğrusunu karşıya büyük bir nefretle empoze etmeye çalışıyor.
Bu,
bir gülistanı bile bataklık gösterecek kadar ruh daraltan bir tutum.
Özellikle
konu din olduğunda, sadece kadının kıyafeti ve davranışı üzerinden öğütçülük
yapan bir erkek figürü var ki, dine en bağlısından en uzağına kadar bütün
kadınların öfkesinin merkezinde duruyor. Bu tip insanlarda bütün ahlâk ve din
kavramı, kadının kıyafeti üzerinden yürüyor. Belli kategorilere ayırıyorlar
kafalarında. Açıklar, kapalılar; iki ana başlık…
Alt
başlıkları daha çok kapalılık üzerinden şekilleniyor. Şöyle kapalılar, böyle
kapalılar, öyle kapalılar diye uzayıp gidiyor. Bir bakıyorsun bütün eleştirisi
ve dinî algısı bu yönde… Evet, kapanmak Allah’ın emri… Âmenna! Hakkıyla
yapabilelim inşallah. Hiç yapamayanlar da yapabilsinler inşallah. Fakat
Allah’ın tek emri değil. Peki, neden bazı erkekler bu yönde yüksek bir frekans
kullanıyorlar? Çok basit: Kapanmak ve kılık kıyafet gibi çizgiler erkeklerde
daha serbestken kadınlarda daha belirgin sınırlara sahiptir. Elbette erkekler
için de kurallı, kaideli bir mevzu. Ama herkes kabul eder ki, “kapanmak”
dediğimizde, ağırlık kadınlardadır. Daha gereklidir ve daha sınırlıdır. Buraya
kadar zaten hiçbirimizin itirazı yok. Fakat bir erkek, dini anlatırken,
Müslümanların yanlışlarını eleştirirken ve öğüt verirken sadece kadın kıyafeti
üzerinden ilerliyorsa, bunun dışarıdan çirkin görünmesi bir yana, bu, kendi
yapması gerekenlerle pek ilgilenmediğinin de beyanı anlamına geliyor.
Bir
başkası üzerinden dindarlık yapmak bazılarına kolay geliyor sanırım. Ama bu, sadece
erkeklerin yanlışı değil elbette. Fakat çok bariz ve çok viral bir alışkanlık
olduğundan, dile getirmeden edemedim. Kadınlarda da var. Meselâ beş vakit namaz
kılan, arada bir namaz kılanı dinden ayrıştırıyor. Bu bayram kurban kesen,
kesemeyenler üzerinden bir eleştiri fırtınası koparıyor. Başını örten, örtmeyen
bile demeyeceğim, başını X şeklinde örten, Y şeklinde örtene bile saldırıyor…
Yani
mevzu kadın ya da erkek olsun, aynı aslında. Herkes kendi yaptığı doğruyu (ya
da doğru bildiğini) ayyuka çıkarıyor, camekânlarda sergiliyor ve bu doğruyu
hayatına henüz yerleştirememiş bir insana saldırıyor. Evet, saldırıyor! Hiç
öyle doğruyu anlatmak, öğüt vermek, hakkı göstermek falan değil bu.
Elbette
böyle yapanlar da var. Hepsinden Allah razı olsun. Fakat maalesef, saldırı,
yermek ve doğruya çağırmak yerine doğrudan kaçırmak operasyonları, son zamanlarda
daha da yaygın.
Bencesi
sencesi olmayan bir öğüt ve doğruyu haykırma tarzı vardır. Bu da ancak doğrunun
doğruluğunu gün ışığına çıkarmakla olur. Doğruya sahip olduğunu bağırmak ya da
bir başkasının yanlışı üzerinden taarruza geçmekle ne öğüt verilir, ne de
yapıcı eleştiri yapılır. Bu teamüllerin hesabı da Allah katında muhakkak
sorulacaktır.