Öğütçülük, eleştiri ve idrak

Yani mevzu kadın ya da erkek olsun, aynı aslında. Herkes kendi yaptığı doğruyu (ya da doğru bildiğini) ayyuka çıkarıyor, camekânlarda sergiliyor ve bu doğruyu hayatına henüz yerleştirememiş bir insana saldırıyor. Evet, saldırıyor! Hiç öyle doğruyu anlatmak, öğüt vermek, hakkı göstermek falan değil bu.

İYİYİ ve doğruyu öğütlemek hepimizin görevi. Boş bir öğütten daha ziyade içi dolu bir anlatım gerek bize. Zihinler öyle yüklü ve yorgun ki, bilgiler ve bilinmesi gerekenler birbirine karışmış vaziyette…

Meselâ ben, bilmeye gayret ettiğim doğruları anlatmayı ve yazmayı severim. Bir yandan da bilinen kümesiyle bilinmeyen kümesi arasındaki devasa farkı her defasında net bir şekilde gözlemlerim.

Herkes, bildiğini sonsuzla çarptığında, bilmediklerinin hacmine ulaşabilir. Bir doğrunun anlatım tarzı bile insanın bilgisinde etkin. Bilmekle idrak etmek arasındaki fark da burada ortaya çıkıyor sanırım. Duymak ve şahit olmakla birlikte bilgiyi ediniyoruz. Fakat idrak ve eyleme geçirme safhası daha güçlü bir etkiye ihtiyaç duyuyor. O yüzdendir, ben de bazen farklı zaviyelere yer veririm anlatımlarımda.

Anlamaya çalışırken de aynı yönteme başvurmuşluğum vardır. Bir doğru bende harekete sebebiyet vermiyorsa, o doğruyu harekete geçirecek başka bir anlatım bulurum kendime. Şayet insan bir doğruyu sindiremiyorsa, bu şahsî problemidir. Hâlletmek de yine insanın kendine düşer. Ben de bu şiarla öğrenme ve bilgiyi idrak etme yollarında gezinirim zaman zaman.

Bu birbirimize öğüt verme ve doğruya çağırmak üzere eleştirme sürecinde bazı problemlerimiz var. Öğüt vermemiz gerekiyor, doğru; eleştirme yoluyla doğruyu kıyas etmek de kullanışlı bir yöntem. Ancak yine de çok sorunlu olduğumuz bir alan…

Aşağılayıcı, iğneleyici bir dille öğüt vermek ya da eleştirmek söz konusu olamaz. Aşağılamak, aşağılamaktır. İğnelemek, iğnelemektir. Hakaret etmek de hakaret etmektir. Tüm bu istenmeyen muamelelerin toplamına “eleştiri” ya da “öğüt” diyerek işin içinden sıyrılma arzusu biraz sorunlu görünüyor.

Hakaret ihtiva eden, eleştiri kumaşıyla tezyinlenen davranış bozuklukları bir yana, şu öğütçülük olayında da kompozisyonu yanlış okuduğumuz kanısındayım.

Doğru sözü çıkarsız ve olduğu gibi söylediğimizde kalplere ve zihinlere ulaştırmada Allah’ın yardımı var olacaktır. Burada amaç, bilinmeyen ya da idrak edilememiş, bazen de bilinçli bir şekilde insanların bilinmesi istenmemiş doğruların üzerindeki tozu almak, şöyle bir göz önüne çıkarmak…

Aslında her müminin görevi bu. Hem de hayatın her safhasında… Günlük hayatta, iş ortamında ve aile içinde gözden kaçan doğrulara dikkat çekmek…

Peki, ne zaman itici bir öğütçülük profiline benziyoruz? İşte bu akıbetin yegâne formülü şöyle:

Kendi doğrularını gün yüzüne çıkarıp kendi yanlışlarını titizle kamufle eden bir insan, sahip olduğu doğrular üzerinden bir bilgeliğe soyunuyor. O doğruyu anlatmak ve yaymak gayretinden ziyade, vitrinlik bir sunum, daha ilk bakışta insanların kalbini karartıyor. Doğruyu öğütleyen insanın ilk falsosu, yanlışlarını kamufle etmesiyle başlıyor ve öğütlediği doğruya sahip olduğunu bağırmasıyla devam ediyor. Fakat burada bitmiyor. Sahip olduğunu haykırdığı doğrusunu karşıya büyük bir nefretle empoze etmeye çalışıyor.

Bu, bir gülistanı bile bataklık gösterecek kadar ruh daraltan bir tutum.

Özellikle konu din olduğunda, sadece kadının kıyafeti ve davranışı üzerinden öğütçülük yapan bir erkek figürü var ki, dine en bağlısından en uzağına kadar bütün kadınların öfkesinin merkezinde duruyor. Bu tip insanlarda bütün ahlâk ve din kavramı, kadının kıyafeti üzerinden yürüyor. Belli kategorilere ayırıyorlar kafalarında. Açıklar, kapalılar; iki ana başlık…

Alt başlıkları daha çok kapalılık üzerinden şekilleniyor. Şöyle kapalılar, böyle kapalılar, öyle kapalılar diye uzayıp gidiyor. Bir bakıyorsun bütün eleştirisi ve dinî algısı bu yönde… Evet, kapanmak Allah’ın emri… Âmenna! Hakkıyla yapabilelim inşallah. Hiç yapamayanlar da yapabilsinler inşallah. Fakat Allah’ın tek emri değil. Peki, neden bazı erkekler bu yönde yüksek bir frekans kullanıyorlar? Çok basit: Kapanmak ve kılık kıyafet gibi çizgiler erkeklerde daha serbestken kadınlarda daha belirgin sınırlara sahiptir. Elbette erkekler için de kurallı, kaideli bir mevzu. Ama herkes kabul eder ki, “kapanmak” dediğimizde, ağırlık kadınlardadır. Daha gereklidir ve daha sınırlıdır. Buraya kadar zaten hiçbirimizin itirazı yok. Fakat bir erkek, dini anlatırken, Müslümanların yanlışlarını eleştirirken ve öğüt verirken sadece kadın kıyafeti üzerinden ilerliyorsa, bunun dışarıdan çirkin görünmesi bir yana, bu, kendi yapması gerekenlerle pek ilgilenmediğinin de beyanı anlamına geliyor.

Bir başkası üzerinden dindarlık yapmak bazılarına kolay geliyor sanırım. Ama bu, sadece erkeklerin yanlışı değil elbette. Fakat çok bariz ve çok viral bir alışkanlık olduğundan, dile getirmeden edemedim. Kadınlarda da var. Meselâ beş vakit namaz kılan, arada bir namaz kılanı dinden ayrıştırıyor. Bu bayram kurban kesen, kesemeyenler üzerinden bir eleştiri fırtınası koparıyor. Başını örten, örtmeyen bile demeyeceğim, başını X şeklinde örten, Y şeklinde örtene bile saldırıyor…

Yani mevzu kadın ya da erkek olsun, aynı aslında. Herkes kendi yaptığı doğruyu (ya da doğru bildiğini) ayyuka çıkarıyor, camekânlarda sergiliyor ve bu doğruyu hayatına henüz yerleştirememiş bir insana saldırıyor. Evet, saldırıyor! Hiç öyle doğruyu anlatmak, öğüt vermek, hakkı göstermek falan değil bu.

Elbette böyle yapanlar da var. Hepsinden Allah razı olsun. Fakat maalesef, saldırı, yermek ve doğruya çağırmak yerine doğrudan kaçırmak operasyonları, son zamanlarda daha da yaygın.

Bencesi sencesi olmayan bir öğüt ve doğruyu haykırma tarzı vardır. Bu da ancak doğrunun doğruluğunu gün ışığına çıkarmakla olur. Doğruya sahip olduğunu bağırmak ya da bir başkasının yanlışı üzerinden taarruza geçmekle ne öğüt verilir, ne de yapıcı eleştiri yapılır. Bu teamüllerin hesabı da Allah katında muhakkak sorulacaktır.