Öğretmenlerin özlük hakları

“Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözüyle öğretmenlerin gönlünü okşamadan önce, onlara insan gibi yaşayacakları bir hayat şartı oluşturmak bu milletin boynunun borcudur. Ancak bu sayede ülke çocukları gereği gibi eğitim alacak ve ülkelerinin gelişimine ciddi katkılar sunabileceklerdir.

BİR ülkenin kalkınmasında eğitimin şart olduğunu kabullenmeyen yoktur herhâlde. Eğitimi emanet ederek “Bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olunur” sözünün muhatabı olanlara hak ettikleri düzeyde saygınlığı ve emeklerinin karşılığını verdiğimizi söyleyebilmek o kadar kolay olmamaktadır.

Birkaç soruya cevap aramaya çalışalım: İşin nasıl olması konusunda hemfikir olunmasına rağmen, o işi yapanlara gereken değerin verilip verilmediğini vicdan süzgecinden geçirme konusunda ne kadar hassas davranıyoruz? Görev ve sorumlulukları konusundaki beklentilerimizi dikkate alarak, o nispette özlük haklarına sahip olup olmadıklarını düşünüyor muyuz? Hem anne babaların gözdeleri, hem de ülkenin geleceği açısından değer biçilmez olan çocuklarımızı emanet ettiğimiz öğretmenlerimizden en değerli varlıklarımızı mükemmel bir şekilde eğitip öğretmelerini beklerken, onlara, hizmetlerine eş değerde kıymet veriyor muyuz? Verdikleri hizmetin önemi nispetinde toplum nezdinde saygınlığa sahip bir noktadalar mı?

Benzeri sorulara cevap vermeden önce mevcut durumu gözden geçirmekte yarar var.

Yukarıdan da anlaşıldığı gibi, günümüz öğretmenlerinin özlük haklarından bahsetmek istiyorum. Ne yazık ki eğitim sistemi içinde görev yapan öğretmenlerin, üstlendikleri hizmetin karşılığına uygun haklara sahip olduklarını söylemek kolay olmamaktadır. Çünkü öğretmenlerin, aynı fakülte mezunu olmalarına ve Millî Eğitim Bakanlığı’nın eğitim kurumlarında görev yapmalarına rağmen eşit düzeyde özlük haklarına sahip olmadıklarını bilmeyen yoktur. Bununla birlikte, aynı bakanlığın kontrolünde hizmet veren özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenleri de unutamayız. Aynı eğitim hizmetini sürdürmelerine rağmen eşit düzeyde haklara sahip olmadıkları, mevcut uygulamada net olarak görülmektedir.

Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde öğretmenlik

Millî Eğittim Bakanlığı’nda çalışan öğretmenleri sınıflandıracak olursak, kadrolu öğretmenler, sözleşmeli öğretmenler, ders ücretli öğretmenler olarak üç statüde görevlendirildiklerini görüyoruz.

Kadrolu öğretmenler, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/a bendine göre istihdam edilenlerdir. Bakanlığın asıl personeli olarak günün şartlarına uygun özlük haklarına sahiptirler. Çağın şartlarına uygun özlük haklarına sahip olmadıkları biliniyor olsalar da bunlar en şanslı olanlardır. En azından yaşamla ilgili geçim sıkıntıları giderebilme yönünden gelecekleri garantiye alınmıştır.

Sözleşmeli öğretmenler, 657 sayılı kanunun 4/b bendine göre istihdam edilenlerdir. Bu kesimde olanlar da kadrolu öğretmenlerin mezun oldukları fakültelerden mezun olmuş, pedagojik formasyona sahip olan öğretmenlerdir. Farkları, işe alınış şeklinden kaynaklanmaktadır. “Görev, yetki ve sorumlulukları açısından kadrolu öğretmenlerle aynı haklara sahip” denmesine rağmen, 4 yıldan önce tayin isteme hakları olmadığı gibi, görevde yükselme sınavlarına da giremezler. Meslekte kalıp kalamayacakları ile ilgili kaygı içinde görevlerini sürdürmektedirler.

Ve ücretli öğretmenler… 657 sayılı kanunun 89’uncu maddesine göre ders ücreti karşılığı görev almaktadırlar. Herhangi bir üniversitenin ön lisans ve lisans mezunu herkes ücretli öğretmenlik için müracaat edebilir. Girdikleri ders saatleri karşılığı ücret aldıkları için tatil günlerinde ücret alamazlar. KPSS puanına ve pedagojik formasyona ihtiyaç olmadığı için yöredeki yöneticilerin insafına kalmış bir görevlendirme ile karşı karşıyadırlar.

Bu noktada özellikle binlerce eğitim fakültesi mezunu genç iş beklerken ve aldıkları eğitimle alâkasız işlerde çalışarak hayatlarını idame ettirirken, öğretmenlik formasyonuna sahip olmayan herhangi birinin görevlendirilmesi akıl alır gibi değil. Bir başka açıdan bakıldığında ise aynı köy, kasaba, ilçe veya şehrin herhangi bir okulunda, mesleği öğretmenlik olmayan herhangi bir alandan ön lisans veya lisans mezunu biri öğretmenlik yaparken, aynı yörede ikâmet eden eğitim fakültesi mezunu kişi iş bulamamaktadır. Bir taraftan eğitim konusunun ciddiyetine inanacak ve o alanda görevlendirilecek öğretmenleri ellerindeki diplomalarına rağmen birçok sınava tâbi tutarak iş vereceksiniz, diğer taraftan meslek ile hiçbir alâkası olmayıp pedagojik formasyonu dahi bulunmayan insanlara çocuklarınızı teslim edeceksiniz.

Öncelikle aynı kurumda görev yapan, eşit sayıda derse giren ve MEB’in belirlediği aynı programa bağlı olarak görevini icra eden kişilerin haklar açısından bu kadar farklı statü verilmesi, kurum içindeki çalışanlar arasında hoşnutsuzluk yaratmakta, veli ve öğrenciler indinde de olumsuz değerlendirmelere sebep olmaktadır.

Sonuç olarak, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözüyle öğretmenlerin gönlünü okşamadan önce, onlara insan gibi yaşayacakları bir hayat şartı oluşturmak bu milletin boynunun borcudur. Ancak bu sayede ülke çocukları gereği gibi eğitim alacak ve ülkelerinin gelişimine ciddi katkılar sunabileceklerdir.

Özel eğitim-öğretim kurumlarında öğretmenlik

MEB’e bağlı okullarda görev yapan öğretmenlerin durumuna bir önceki bölümde genel olarak değinmiştim. Bakanlığın resmî kanalı bahsedilen durumdayken, aynı bakanlığın kontrolünde hizmet veren özel eğitim-öğretim kurumlarındaki öğretmenlerin vicdanları sızlatacak düzeydeki özlük haklarıyla eğitim-öğretim sürdürüldüğünü tahmin etmek zor olmayacaktır.

Özel eğitim-öğretim kurumları, ülkenin eğitim kalitesini artırmak, sınıflardaki yığılmaların önüne geçmek, ekonomik gücü olanlara alternatif imkânlar sunmak amacıyla oluşturulan eğitim kurumlarıdır. İsminden de anlaşılacağı gibi, tabelasında “özel eğitim-öğretim kurumu” yazan bir kurumun hizmet verdiği ortamdan başlayarak vereceği her türlü hizmet dâhil “özellikli” olması gerekir ki sunulan belli artılarından dolayı veliler çocuklarını ücret ödeyerek o okullara göndermeyi tercih etsinler. Yıllar önce özel okullar ve dershaneler olarak bilinen özel eğitim-öğretim kurumları, günümüzde iç içe girmiş, hangisinin eğitim kurumu, hangisinin öğrencilerin eksikliklerini tamamlama amacıyla kurs merkezi olduğu belli olmayan bir duruma gelmişlerdir. Apartman dairesinde okul olduğunu iddia eden ancak yaptıkları eğitim-öğretimin sadece öğretim yönü ön plânda olan, MEB’in ortaya koyduğu müfredata dahi tam olarak uymayıp sınavlara öğrenci hazırlayan kurs merkezleri gibi hizmet sundukları bilinmektedir.

“Çocuk” denince akla oyun çağı insanı gelir. Onların olmazsa olmazlarından bir tanesi oyun alanlarıdır. Oyun alanının olmadığı, etkinlik salonlarının bulunmadığı, çocukların yaş ve gelişim durumlarına uygun fizikî altyapıya sahip olmayan mekânların eğitim verilen alanlar olmasını kabul etmek akla ziyan bir durumdur. Her konuda özellikli olması gereken özel kurumlarda çalışacak öğretmenler de “özellikli” olmalıdırlar. Sistemin ve velilerin beklentilerinin yüksek tutulduğu bir alanda görev yapacak öğretmenlerin özlük hakları da o nispette yüksek olduğu takdirde anlam kazanacaktır. Hizmet sahasındaki artıları ortaya koyacak olan öğretmenlerin mesleğin bilinciyle ve özverili çalışabilmeleri, yaşantılarındaki huzur, mutluluk ve başarıyı destekleyecek olan, kendilerine verilen değer ölçüsünde olacaktır. Bu da ancak özellikli özlük haklarıyla mümkündür.

Bu sayede ülke eğitim sistemine yapacağı katkının yanında resmî ve özel kurumlar arasındaki rekabeti artırsın, dolayısıyla eğitim alan çocuklarımız kazansın diye düşünülmektedir. Mevcut olan durumda ise, meslek öncesi eğitimlerini tamamlamış, tayin bekleyen ama MEB’de beklediklerini bulamayan binlerce genç ile birlikte, çeşitli sebeplerden dolayı erken emekli olmuş öğretmenlerin meslekleri gereği ilk olarak çaldıkları kapı, özel okullar ve kurs merkezleri olmaktadır.

Herhangi bir meslek grubu bir iş yeri açacaksa, icra edilecek meslek ile ilgili standartlara sahip olma zorunluluğu vardır. Herhangi bir mesleğe bu ve benzeri standartlar getirilirken eğitim-öğretim kurumu gibi hayatlarının başında, gelişimlerini tamamlama ihtiyacı olan genç beyinlerin hizmet alacağı alanların belirlenmesinde çok daha titiz olmak gerekir. Olması gereken standartlara uygun olarak hizmet vermeye devam eden, eğitim kadrosuna ve vereceği hizmet alanına yakışır özlük hakkı tanıyan eğitim kurumlarına söyleyecek sözümüz yoktur. Bunların yanında, ticarî bir işletme olarak pozisyon almış binlerce özel öğretim kurumunun olduğunu kimse inkâr edemez. Talebin yoğunluğu karşısında ticarî düşüncenin öne geçmesi eklenince, durum, karşısında öğretmenlik yapma talebinde bulunan kişileri geçim sıkıntısından dolayı dilenen insanlar gibi algılayan zihniyetlerin insafına bırakılmaktadır. Ülkede vasıfsız herhangi birinin aldığı asgarî ücreti dahi vermeyi çok gören, bunun karşılığında tam gün mesai çalıştıran, sigortasının hesaplanmasında çevrilmedik dümen bırakmayan, eğitimcilikten uzak tüccar kafalı bencil karakterler ile karşı karşıya kalınmaktadır.

Yukarıda çok az detayı verilen eğitim kurumlarının denetimi, fizikî standartlarıyla birlikte verdiği hizmete yakışan öğretmen istihdamının sağlanması konusunda MEB’in taviz vermemesi gerekmektedir. Kısaca, tabelasında “özel eğitim-öğretim kurumu” yazan bir kurumun özellikli eğitim kurumu olması, çalışan öğretmenlerin de özverili eğitimci olmaları sayesinde amacına uygun bir hizmet sektörü olacaktır. Bu sayede ülke eğitim sistemine yapacağı katkının yanında resmî ve özel kurumlar arasındaki rekabeti artıracak, dolayısıyla eğitim alan çocuklarımız kazanacaktır.