
GENELKURMAY Başkanı Kenan Evren başkanlığında 12 Eylül 1980 günü Türkiye’de askerî bir darbe yapıldı. Emir komuta zinciri içinde yapılan darbe olmasından dolayı, 12 Eylül Askerî Darbesi’nin kendinden önceki ve sonraki darbelerden birtakım farklıları olmuştur.
Dönemin 2. Ordu Komutanı Bedrettin Demirel, darbe için önemli hazırlıklar yapıldığını, bunun için ortalama iki yıl beklendiğini anlatmıştır.
Nihayet Kenan Evren, 12 Eylül 1980’de askerî darbesini yaparak yönetime “el” koymuştur. Darbeden sonra resmî rakamlara göre 650 bin kişi tutuklanmış, 230 bin kişi askerî mahkemelerde yargılanmış, cezaevlerindeki işkencelerde 171 kişi, polis karakollarındaki işkencelerde ise 300 kişi ölmüştür. 24’ü adli suçlu, 15’i sol 8’i sağ görüşlü, 1’i ASALA militanı olmak üzere toplam 48 kişi idam edilmiştir.
Darbe günü hükûmet, Meclis dağıtılmış, bütün siyasî partiler kapatılmış, mallarına el konulmuş; milletvekilleri, siyasî parti liderleri tutuklanmış, her türlü siyasî faaliyet yasaklanmış, gazetelerin yayını özel izne bağlanmıştır. Bu iznin dışına çıkan gazeteler ise ya geçici ya da temelli kapatılmıştır.
Kenan Evren, “Öğretmenler Günü”nü 24 Kasım 1981 tarihinde ilân ederek kutlanmasını zorunlu hâle getirmiştir
Darbecilerin ortak özelliği, kendilerini “Atatürkçü” yani “Kemalist” olarak tanıtmalarıdır. Kenan Evren de her cümlesinde Kemal Paşa’nın adını anmış ve Türkiye’nin kurtuluşunun “Atatürkçülük”te olduğunu söylemiştir.
Evren, darbeden dört ay sonra başlayan 1981 yılını “Atatürk Yılı” ilân etmişti. Türkiye’de görünen, görünmeyen duvarlara, kavşaklara, yollara, köprülere, şehir meydanlarına, ders kitaplarına, havaalanlarına “Atatürk’ün Doğumunun 100. Yılı” yazdırmıştır. Aynı yıl 24 Kasım 1981 günü ise yine Kenan Evren “Öğretmenler Günü” ilân ederek kutlanmasını zorunlu hâle getirmiştir.
Aslında 1925’te PTT’nin bastırdığı hatıra posta pulunda Kemal Paşa’nın doğum yılı olarak 1880 diye yazılmıştır. Sonradan her nasılsa Kemal Paşa’nın doğumu 1880 değil, 1881 yılı kabul edilmiştir. Kenan Evren de böyle kabul etmiş, bu yüzden 1981’e kendince özel bir anlam yüklemiş, “Yüzüncü Doğum Yılı” kutlamaları yaptırmıştır.
Türk-İş’in dışında bütün işçi sendikaları bu arada sağlı sollu öğretmen sendikaları, dernekleri kapatılmış, yöneticileri tutuklanmış, sendika-dernek mallarına el konulmuştur.
Kemal Paşa, sağlığında kendi hayatından özel bir günü seçerek öğretmenler için “Öğretmenler Günü” yapmadığı hâlde, Kenan Evren’in aklına, öğretmenler günü icat etmek nereden, nasıl gelmiştir?
Türkiye’de resmî ideoloji sadece darbeciler zamanında değil, her zaman “Kemalizm”, tercih ettikleri deyimle “Atatürkçülük” olmuştur. Okullar, bu ideolojinin gençlere aktarıldığı mekânlar olarak tasarlandığı gibi, öğretmenler de bu ideolojiyi öğrencilere taşıyanlar olarak görülmüştür. Dolayısıyla okulun varlık nedeni, öğrenciye hayat boyu lazım olacak bilgileri, becerileri kazandırmadan önce tümüyle Kemalizm’i öğrencilere benimsetmek sayılmıştır. Kenan Evren işte bunun için öğretmenleri, Kemalizm’in misyonerleri gibi görmüş, onları harekete geçirecek, özendirecek, bu özel, kutsal misyonlarını her yıl özel törenlerle hatırlatacak bir günün icat edilmesini istemiştir.
Özellikle 12 Eylül Darbesi’nde bu düzenlemeler yeniden kuvvetlendirilmiş, uymayan öğretmenler meslekten atılmış, uyanlar ile Kemalizm’e kayıtsız şartsız inanmış bir nesil yetiştirmek hedeflenirken, yapılan zulümler de Kemalizm’le örtülmeye çalışılmıştır.
Okullar CHP’nin birer yan kuruluşu, öğretmenler de “Altı Ok”un fedaileri gibi görevli sayılmışlar
Her yıl 24 Kasım’da mesleğe yeni başlayan ya da stajyerlik dönemini tamamlayan öğretmenler, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na, Atatürk İnkılâp ve İlkelerine, Anayasa’da ifadesini bulan Türk milliyetçiliğine sadakatle bağlı kalacağıma…” diyerek “Öğretmen Andı”yla göreve başlatılmışlardır.
“Atatürk İnkılâpları”, 1922-1938 döneminde “Tek Parti” idaresinin keyfî ve baskıcı uygulamalarına verilen ad olduğu gibi, “Atatürk İlkeleri” de CHP’nin altı okudur.
Böylece okullar, CHP’nin birer yan kuruluşu yapıldıkları gibi, öğretmenler de o yan kuruluşun yani CHP’nin, “Altı Ok”un fedaileri gibi görevli sayılmıştır.
Bugüne kadar hiçbir siyasî parti de çok partili demokrasi döneminde “Neden okullar bir partinin tanıtıldığı mekânlar olsun, neden öğretmenler bir siyasî partinin özel görevlileri olarak öğrencilerin karşısına çıkarılsınlar?” gibi bir itirazda bulunmamıştır. Yine Kenan Evren döneminde çıkarılan “Siyasî Partiler Yasası” da böyle bir itiraza engel durumundadır.
Yoksa öğretmenlerin iyi yetişmesi, mesleklerini iyi şartlar altında yapmaları, bunun için öğretmenler arasında meslekî dayanışmanın arttırılması Kenan Evren için zerre kadar önemli olmamıştır.
Nitekim darbe yaptığı gün bütün öğretmen sendikalarını, derneklerini kapatarak mal varlıklarına el koymuş, yöneticilerini tutuklayarak binlerce öğretmeni de bir mahkeme kararı olmaksızın meslekten atmıştır.
Böylece 24 Kasım Öğretmenler Günü, 12 Eylül Askerî Darbesi’nin, Kenan Evren’in Millî Eğitim’e verdiği bir nizam çerçevesinde bugüne kadar gelinmiştir.
Aslında “Tek Parti” döneminde (1923-1950) MEB’de yapılan özel ayarlar ile öğretmenler yalnızca resmî görüşün kayıtsız şartsız bağlıları durumuna getirilmişlerdir. Darbe dönemlerinde özellikle 12 Eylül Darbesi’nde bu düzenlemeler yeniden kuvvetlendirilmiş, uymayan öğretmenler meslekten atılmış, uyanlar ile Kemalizm’e kayıtsız şartsız inanmış bir nesil yetiştirmek hedeflenirken, yapılan zulümler de Kemalizm’le örtülmeye çalışılmıştır. Bu yüzden darbeciler “Öğretmenlik kutsal bir meslektir” gibi sloganları öğretmenlere telkinde bulunmuşlardır. İşin tuhafı, resmî görüş çerçevesinde, Kemalizm’in bir fedaisi gibi okullarda davranmayı kutsallık bilen öğretmenler de olmuştur.
Resmî görüş olan Kemalizm’i öğrencilere benimsetmek görevinin kutsal sayılması akla uygun değildir. Böyle bir işin kutsal sayılması, kutsalın istismarıdır. Öğretmenlik de içeriği ve çalışma tarzı diğer mesleklerden farklı olsa bile para karşılığında yapılan bir meslektir. Öğretmenler, yetki ve sorumluluklarını bir kutsaldan değil doğrudan MEB temel kanunundan almaktadırlar. Her türlü özlük hakları da MEB mevzuatına göre düzenlenmektedir.
Hâl böyle iken öğretmenleri Kemalizm için daha çok seferber etmek adına öğretmenlik mesleğinin kutsal sayılması gülünç bir iddiadır. Bazı öğretmenlerin bu iddiayı benimsemeleri, kendi kendilerini aldatmadır.
Sarı, kırmızı, mavi bütün sendikalar, 24 Kasım gününü övmek için yarışmaktadırlar. Kenan Evren bunları görseydi, belki sevincinden nutku tutulurdu. Madem Kenan Evren’in düzeni, anayasası, bayramları ve siyasî partiler yasası ile devam edecekti ise Kenan Evren’in ahir ömründe darbecilikten yargılanmış olması başka bir çelişki değil midir?
Kenan Evren, öğretmenler için 24 Kasım gününü neden seçmiştir?
1928’de Latin Alfabesi “Türk Alfabesi” diye kabul edilmiş, hemen her il ve ilçede yeni Latin Alfabesi’ni öğretmek için kurslar açılmış, CHP Genel Başkanı Kemal Paşa’nın hükûmetçe kendisine verilen “Başöğretmen” unvanı ile Dolmabahçe Sarayı’nda iken yoldan geçen boşta gezer kimselerin toplanıp, saray bahçesinde onlara Latin Alfabesi’ni öğretiyormuş gibi fotoğraf çektirdiği gün olduğundan, 24 Kasım, öğretmenler günü seçilmiştir. 24 Kasım gününün, nasıl açıklanırsa açıklansın, temelinde alfabe değişikliği vardır.
Alfabe değişimi demek, binlerce yıldır kullanılan eski alfabe ile Türk’ün edebiyat, tarih, kültür alanlarında yaptığı bütün birikimin çöpe atılması demektir. Bir gecede okuma yazma oranının sıfıra indirilmesidir. Milletin irfanına, kültürüne bundan daha büyük bir kötülük olabilir mi? Böyle bir gün herkes için bayram olsa bile kendilerini “irfan ve kültür emektarları” bilen öğretmenler için, kapkara bir gündür. Ne yazık ki öğretmenlerimiz, bu felaket gününü kendileri için “bayram” bilerek Kenan Evren’in ruhunu şad etmektedirler. Çünkü alfabe değişimi ile birlikte eski alfabeyle gazete ve kitap gibi her türlü yazılı belgenin basılması yasaklanmış, eski alfabenin öğretilmesi suç sayılmış, polis, jandarma ekiplerinden oluşan devriyeler mahalleri, köyleri denetleyerek, eski alfabeyi öğretenleri dövmüş, aşağılamış ve tutuklamışlardır.
Buna karşılık 1925’te başlayan “Takrir-i Sükûn” dönemi ile özgür, muhalif basın bitirilmiştir. Basın için yalnızca CHP’yi ve onun Genel Başkanı Kemal Paşa’yı alkışlamak varlık nedeni sayılmış, böyle davranmayan gazeteler geçici ya da temelli olarak kapatılmıştır. Takrir Sükûn ile Türkiye, bir gece karanlığına ve onun korkularına mahkûm edilmiştir. İnönü’nün anılarında değindiği gibi alfabe değişimi, eski alfabeyle okuma yazmanın zorluğundan, yeni alfabeyle okuma yazmanın kolay olmasından değil, eski alfabeyle birlikte bir kültürün çöpe atılması, yeni alfabeyle başka bir kültürün Türkiye’ye yerleştirme çabasıdır. Dönemin yöneticileri kitap ve gazete baskılarını denetim altına alarak, yalnızca kendilerini övdürerek icat ettikleri mitolojiye inanan bir toplum inşâ etmeye çalışmışlardır.
Millete yalnızca rehine olma hakkı verilmiştir
Peki, CHP Genel Başkanı Kemal Paşa, bu değişim için millete sormuş mudur? Hayır, ne gezer!? “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” denilmiş ise de o hâkimiyet milletin elinde değildir; hâkimiyet, sadece CHP Genel Başkanı Kemal Paşa’nın elindedir. Millete yalnızca rehine olma hakkı verilmiştir.
Eski harflerle gazete ve kitap basılması yasaklanıp, yeni harflerle basılanlar ise yalnızca Kemalist mitolojinin propagandasına göre sınırlanmışken vicdanı hür, irfanı hür bir nesil olabilir mi?
Öğretmenlerin vicdanı, irfanı üzerinde “Tek Parti” döneminin baskıları devam ederken, öğrencilerin fikri hür, aklı hür olmaları mümkün müdür?
Elbette mümkün değildir… Nitekim yüzyıldan beri millet CHP ideolojisinin elinde ve onun icadı olan mitolojiye karşı bir rehine, bir mahkûm hayatı yaşamıştır. Millet, emir komuta zinciri içinde akıl dışı bir mitoloji ile şartlandırılmıştır. 60 yıl sonra benzeri Çin’de ve Kuzey Kore’de yapılmıştır. Ne yazık ki MEB’deki düzen işte bu emir komuta zinciri içindeki bir şartlandırma düzenidir. Hiçbir değişiklik olmadan da devam etmektedir. Üstelik, Lenin yıkıldı, Mao yıkıldı, Hitler yıkıldı ama Kemal Paşa yaşıyor diye utanmadan övünülmektedir.
Sarı, kırmızı, mavi bütün sendikalar, 24 Kasım gününü övmek için yarışmaktadırlar. Kenan Evren bunları görseydi, belki sevincinden nutku tutulurdu. Madem Kenan Evren’in düzeni, anayasası, bayramları ve siyasî partiler yasası ile devam edecekti ise Kenan Evren’in ahir ömründe darbecilikten yargılanmış olması başka bir çelişki değil midir?