GÜZELLİK, çoğu zaman
kusurları örten bir işlev görür. Güzel olmalı insan. Hayatını anlamlandırmak,
iyi yaşamak, hayattan kam almak güzellikle eşdeğerdir. Güzellikle salınan
hayatta gelecek, tutkuların ışığıyla parlar. Niyet ve idrak de önemlidir.
Niyet, nice fırtınalarda şiddetle sallansa da bir ağacın dalları gibi yine de
kırılmamaktır. İstemek, sevmek, yapmak ve başarmak, bütün mesele bu! Güzellik
adına bütün bu düşünce, istek ve duyguların kuvveden fiile geçmediği sürece bir
anlamı olmaz, sadece lâfı yapılmış olur!
Salt
güzellik neye yarar?
Bu
âlem içinde canlılar, özellikle de insanlar için Allah kâinatta nice
güzellikler bahşetmiştir. Fevkinde olan, sayısız güzelliğin bazısına
ulaşabilir. Özellikle beşeriyete sunulan güzellikler elbette sadece bu dünyaya
has da değildir. İnanç sahipleri için her şeyin bir mânâsı, hakikate götüren
bir yolu vardır. O hakikat yolunda güzellikler en saf, en temiz, en değerli, en
tatlı, en aziz, en muhteremdirler. Bir de filhakika durum daha vardır. O da
aynıyla vakinin tam da tersi bir durumdur. Yani her güzelin iyi, temiz, saf ve
ahlâklı olmadığı…
Her
ne kadar ortalıkta (çarşı pazar, piyasa, meclislerde) “Güzeller aptal olur”
kabilinden lâf-ı güzaflar olsa da Yaratan’a râm olan, iffetiyle müsemma nice
değerlere bürünmüş hanım şahsiyetler vardır. Sükût sarmalı, insanlığın yegâne mahfuzu,
imtina timsali ve manevî değerlere bağlı hayatlar mevcuttur. İyi ve güzellerin
sayıları az da olsa, iki dünyanın saadeti ne güzel bir iştiyak ve harika bir
neşv ü nema bulmadır bu. Hayat içinde orta yol izleyenlerden olmak üzere her
güzelin bir bozarının da var olduğunu bilelim. Hüve’l-Ahsen yani sözün özü,
sadece ve yalnız güzel olan O’dur. O’na sonsuz hamdüsenalar olsun!
Güzellik;
estetik, beğeni, nitelikle bütünleşen, hayranlık uyandıran şeylerdir. Her fert
güzel ve iyi olmayı arzular. Kendilerinin bu kulvarda yürüdüklerini
zannederler, öyle görünmeye çalışırlar ve fakat çoğunlukla da bunlar birer
kuruntudan, vehimden ibarettir. Ferdin içine giren, sinen, yapışan kibir,
kapris, hasislik gibi değersizlik illeti marazî bir hâl alır. Dolayısıyla
güzellik her ferdin şefkat, merhamet, iyilik, kardeşlik, cömertlik, âlicenaplık
gibi yüce gönüllülük bünyesinde bulunmaz. Bu değersizlikleri ve değerleri
taşıyan beşeriyet, gönlünde ve kafasında neyi besler ve taşırsa, o minvâl üzere
olur, hayatını idame ettirir.
İnsan
ruhunun iyiliklerle beslenmesi, muazzez olması, öncelikle öğrenmek ve bilmekle
başlar. Öğrenilmesi gereken şeyler bâkîdir. Hayat sona erinceye kadar sürer.
Öğrenme bir süreçtir. Kendini geliştiren, hayatta başarılı olmak amacı taşıyan,
kendine bir yön çizer. Bilinçli olur. Davranışlarına dikkat eder, tutum
belirler ve belirlediği yolda hayat sürer. Öğrenmek ve bilmek için inanmak
elzemdir. Çünkü insanın hayata gelişinin mânâsı vardır ve onu kavramak
mecburiyetindedir. İnanmak, dertlerden kurtulmanın ve bunalıma düşmekten, her
türlü arızî hâllerden felah olmanın yoludur.
Fert,
kendini yaratan Allah’ı bilmekle huzuru bulur. Prensiplere uymakla kendi
hayatını tanzim eder. İnanmak kendince bir ahkâma, tanzime riayet edeceğine
göre, fıtratını sürdürmelidir. İyi, temiz ve güzel kalmak ancak inanmak,
öğrenmek, bilmek ve yaşamakla mümkündür. Fertlerin belki de içine düştükleri en
önemli sorunlarından biri, sadece inanmakla her şeyin hâllolacağı düşüncesidir.
Bilâkis sadece inanmakla hiçbir şeyin bitmeyeceği, hâl yoluna giremeyeceği
ortadadır. Biz insanları eşsiz yaratan Allah, âlem üzerindeki lütfu ve rahmeti
üzerine eğitici ve öğretici ayetler de göstermektedir. “Allah her şeyi güzel
yaratmıştır” (Secde, 7) ve “Biz insanı en güzel şekilde yarattık” (Tîn, 4) ayetleri
bunlardandır. Peygamber Efendimiz (sav) de “İslâm, ahlâk güzelliğidir”
buyurmuştur.
İnanmak,
anlamak ve yaşamak, hayatın gayesidir ve insan hayatını anlamlı kılar. Din
açısından bakıldığında, daima arzular ve isteklere bağlı insanlar, inanmakla
kalmaz ve hayatlarına da anlam katarlar. Cenâb-ı Mevlâ, düşünme ve tefekkür
etme ile ilgili ayetlerinden bazılarında şöyle buyuruyor: “Bu, Rabbinin
dosdoğru yoludur. Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için ayetleri böyle
birer birer açıkladık.” (En'am,126)
Bakara
Sûresi’nin 269’uncu ayetinde de şöyle buyurulmaktadır: “Kime dilerse hikmeti
ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir.
Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez.”
İslâm
dini düşünmeye büyük önem verir, insanların akletmelerini ve tefekkür etmelerini
ister.
Öğrenmenin
ve bilmenin güzelliği
Bilmek
için öğrenmek, öğrenmek için okumak ve okuduğunu anlamak içinde düşünmek gerekir.
İbni Sînâ’ya göre düşünmek, “bilmek değil, bilgiyi istemektir”. “Ancak düşünme
işlemi her zaman insanı bilgiye ulaştırmayabilir. Düşünmenin doğru sonuç
vermesi için onun ilkelerini bilmek ve bilgi imkânını kullanmak gerekir” der
büyük düşünür.
“Felsefe”
denince akla ilk gelen “düşünce”dir. Araçlar, yöntemi ve konusu da düşüncedir.
İnsanlar da düşünen varlıklar olduğuna göre, felsefe ve düşünce, insanların
olduğu her yerdedir. Bu nedenle düşünmenin ilkelerince “özdeşlik, neden-sonuç
ilişkisi, akıl yürütme (tümevarım, tümdengelim), karşılaştırma, sentezleme” gerekir.
Bilgi sadece düşünceyle de elde edilemez. Düşüncenin özünde bir olan sezgi de
bilgi edinmede en kestirme yollardan biridir. Düşünce ile sezgi arasındaki fark,
düşüncenin iradî bir faaliyet olmasıdır. Sezgi ise bazen irade dışında
gerçekleşir.
Öğrenmek
ve bilmek hayatı kolaylaştırır. İnsan davranışları arasında hangisinin doğru,
hangisinin yanlış olduğunu ayırt edemediği için kaygı duyar. Çok az şeyi
bilmemiz, bizleri yanılgıya sürükler. İnsanlar amaçları uğruna acı çekerler.
Nerede duracağını, neye nasıl bakacağını bilemeyen, zamanında susmayı veya
kalkıp gitmeyi beceremeyen insan hep zorda kalır. Bilmeli ama inanarak
yapmalıdır bu yüzden. İnançsız bilgi, bilim insanını yüceltmediği gibi, toplum
içinde saygınlığını da yok eder. Başı derde giren, biri ancak duygularının ve
düşüncelerinin ne kadar önemli olduğunu ve gücünü anlayabilir.
Bilgiyle
büyüyen insanın kişiliği de gelişir. Bilgili insan görgülü, anlayışlı, mütevazı,
rahat, sözü dinlenir, nezaket sahibi olur ve daha nice erdemleri taşır. Yüzüne
vuran güzellikler ruhunun birer simgesidir. Böylesi kıstasları taşıyanlar
davranışlarına, sözlerine dikkat ederler. Ayırtına varırlar. Asaletlidirler.
İyi ve güzel fikirlerle, sevgiyle, saygıyla ve sevdikleriyle yaşamak için
kuşkusuz o fertler, kalplerinde çok şeyleri yok eder, vazgeçer, öldürürler. Öğrendikleri
sayesinde doğruları hakikate götürür. Kalpleri lekesiz duygulara yüklüdür,
melekler gibidirler. Kendisine yakışanı yapan bu tip iyi insanlar
çevresindekilere de ışık olur, güç olurlar. Kirlenen dünyada insanların
yüzlerinde gülümsemeler eksik olmuyorsa, bunu temiz kalplilere borçluyuz.
Biçimsizlikleri
yok etmenin yolu öğrenmedir, bilmedir. Hayat boyu öğrenme, sadece bir slogana
ve gelip geçici projelere hapsedilmemelidir. Günümüzde kaybedilmekte olan
nezaket ve hoşgörü kötü sonuçlar vermekte, toplumsa telâfisi imkânsız yaşam
biçimlerine, her türlü istismar ve şiddete meyletmektedir. Beyinleri kör
olanlar, nasıl yaşıyorlarsa öyle ölenler, yaratılan her şeyin değerini bilmek
yerine azın kıymetinin çok, çok olanın kıymetinin az olduğunu sananlardır.
Bilgi
ve sevgiyle büyüyen, kültürel duyarlılığa sahip olan, azgın tutkularını daima
iyi şeylere sevk eder, o yönde kendini yorar. Merhametini kaybetmez ve
hakikatlerle yüzleşmesini bilir. Hakikatler farklı şekillerde tezahür eder. Her
hakikatin sonu iyi yola çıkmayabilir. Doğru, iyi, güzel olan, insanların
hayrına sebep teşkil eden hakikat, bizi akıl tutulmalarından ve zihnî körlükten
kurtaran tek yoldur.
Öğrenmeyi
ve bilmeyi hayata en güzel hâl içinde hâkim kılmak, ancak anlama idrakiyle
olur. Öğrenme ve bilme, insanî bir şuura sahip olma, insanlığın hayrına
olacaktır. Dünyada yaşananlara bakıldığında manzara şöyledir: Adalet ve
merhametin olmadığı günümüzde insanlar katledilirken çığlıkları göremeyen,
olanlara seyirci kalan ve figüran olanlar sayesinde masum insanlar ağır bedel
ödüyor, dünya bunun sancısını çekiyor. Öğrenmek, bilmek, bilgiyle aydınlanmak
ve güzelleşmekse insanın amacı olmalıdır. Tek çıkar yol, bilgiyi doğru yönde ve
öğrendiğini yerli yerince kullanmaktır. Yaşayarak öğrenmek bedel gerektirir.
Çok öğrenen anlar, anlayışlı ve alçakgönüllü olur.
İnsan
daima bilinmeyen ve öngörülmeyen yeni şeyler öğrenmeye doğru yöneldiklerinde
akıllı olmak durumundadır. Düşünerek öğrenmek, faydalı olmak ve öğrenmeden
düşünmenin ne büyük bir tehlike olduğunu görmelidir. En küçük şeyleri öğrenen,
o küçük şeylerle büyüyen, büyüdükçe gelişen ve geliştiren bir ahlâka sahip
olmalıdır. Öğrenmek ve bilmekle büyüme ve gelişmenin sonu yoktur. Öğrenmeyi
öğrenmek sonsuzluğunda, insanın insan olma çabasında büyük bir mücadelesidir bu.
Bu mücadele fertleri aydınlatsın, gönül rengini aktan alsın istiyoruz.