
SAHİ, neydi bilmek? Gerçekten,
bilmek diye bir şey var mı, bilmek mümkün mü? Bilen de gerçekten bilebiliyor
mu? Malûmat sahibi olmak, bilmek midir? Bilmek, insana mutluk mu verir, yoksa
mutsuz mu eder? Veya hiç bilmemek midir mutluluk? Bilmede sınır veya son var
mıdır? Veya bilmenin tam olarak bir tanımı var mı? Bilmede son veya sınırın
olması, insan için mümkün müdür?
Bilmede
bir zirve olsaydı, bu, insanın sonu olurdu herhâlde. “Ben biliyorum” demek ise,
öğrenme yolcusu olan insan için değişim ve gelişim yolunda ciddî bir engeldir.
Eğitim,
kültür, bilim, bilgi, bilgi edinmek, bilmek, malûmat, öğrenmek, anlamak, anlam,
hikmet... Bu kavramlar varlığın ve düşüncenin sorgulandığı ilk günlerden beri,
düşünen insanın değişmez temel sorularında yerini almıştır. Bunlar temel
kavramlardır ve hepsinin de ayrı bir yeri vardır. Ama bunların içinde bir
kelime var ki, biraz daha fazla düşünmek gerekiyor üzerinde…
“Hikmet”…
Bu kelime için “sihirli kelime” desek yeridir. Temel olarak bilmek anlamında
kullanılan hikmet, kelimenin de ötesindedir. Kişiye, duruma, bakış açısına ve
değerlendirme kriterlerine göre anlam içinde anlam barındıran bir kavram hâline
gelmiştir. Eğitimde, felsefede, inançlarda, tasavvufta, yaratılış, varlık ve
anlam içinde anlamı sorgulayan bir kavram hâline dönüşmüştür.
Hikmet
tümel bir bilgidir. Yani var olan her şeyi kapsayan, bütün varlıkları ve
düşünülen şeyleri içine alan bilgidir. Hikmet hakkında, “Bütün olan bitenin
esasını bilmektir” denir. Hatta felsefeyi dahi hikmeti sevme ve ona yönelme,
anlamı sorgulama ve anlama yolculuğu olarak tanımlayanlar olmuştur.
Hikmet
kavramı, yıllardır üzerinde kafa yorduğum temel konulardan birisidir. Uzun
zamandır bu konu hakkında bir şeyler yazayım diye düşünüyorum. Daha önce birkaç
defa yazma teşebbüsünde bulundum. Ve her defasında konuyu değiştirip başka
alanlara geçtim. Bu kez de aynısını yapacağım herhâlde. Çünkü gördüm ki, hikmet
kavramını anlamak ve anlatmak, başlı başına bir bilgelik gerektirmektedir. Varlık,
öz, öğrenmek, bilgi, anlam, hikmet, insan bilgisinin imkân ve sınırları… Sorular
sarmalında, bazen ışık hızıyla, bazen de kaplumbağa yavaşlığıyla yol alırken
bir daha gördüm ki, daha öğrenecek çok şey var!
“En
azından bir başlangıç oldu” diyorum. Uçsuz bucaksız, önü sonu olmayan öğrenme
yolculuğuna devam…
Yüksek
debiyle, derya genişliğinde akan bir nehirde tersine kulaç atarak ilerlemek
gibidir gerçek öğrenme yolculuğu. Eğer nehirde yüzme kurallarını bilmeden,
öğrenmeden yüzmeye kalkarsak, nehrin suları arasında kaybolup gideriz. Her
kulaçta daha çok yorulur, daha çok zorlanırız. Hızı ve büyüklüğü günden güne
büyüyen bilgi nehrinin kıyılarında defalarca yüzsek de, Herakleitos’un dediği
gibi, “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz”. Evet, bilgi nehri aynı olarak
algılansa da zaman, aynı zaman değil. Biz, aynı biz değiliz ve nehir de aynı nehir
değil. Anbean değişiyor her şey. Peki, bu devasa hızla ilerleyen ve günden güne
artan değişim söz konusu iken, biz neyi ne kadar biliyor olabiliriz ki?
Bildiğimiz veya bildiğimizi zannettiğimiz şey/şeyler içinde, bulunduğumuz zaman
diliminde edindiğimiz malûmat ağırlığınca bilebiliriz. Malûmat sahibi olmanın
yeterli olmadığı ise bir gerçektir. Bu yetersizlik ise insanın malûmat sahibi
olma, öğrenme, bilme açlığını arttırmaktadır. İnsan öğrendikçe daha çok
öğrenme, bilme ihtiyacı duyar. Bilgi için “nehir” demem de bu yüzdendir.
Öğrenme ve bilme ihtiyacı, tıpkı deniz suyu içmek gibidir. Susuz kalırsınız ve
deniz suyunu içersiniz; içtikçe daha çok susarsınız, daha fazla içmek ihtiyacı
hissedersiniz.
Öğrenme
ve bilme yolunda ilerleyen insan, tıpkı bilgi nehrinde deniz suyu içerek
ilerleyen kişi gibidir. Öğrenmenin, bilmenin tadını aldıkça daha fazla öğrenmek
ister, daha çok sorar, merak eder, sorgular, araştırır. Her sorgu, malûmat,
bilgi, öğrenme ve bilme, o nehirde kulaç atmak gibidir. Her kulaçta daha çok ilerlediğiniz
için, bir de konumunuzu korumanız gerekmektedir. Kulaç ata ata yolculuğumuz
devam eder. Her kulaç bir öğrenmedir bu yolculukta. Yüzme gibi öğrenme de
öğrenilmesi gereken bir şeydir.
Önce istemek ve yüzmeyi öğrenmek gerekir; sonra farklı yüzme tekniklerini. Havuzda yüzmenin kuralları ile nehirde yüzemediğimiz gibi, gölde veya baraj gölünde de aynı yöntem ve kurallarla verimli bir şekilde yüzemeyiz. Dur durak bilmeyen, günden güne büyüyen bilgi nehrinde ve bütün nehirlerin birleştiği sınırsız ve tanımsız bilgi deryasında yüzmeyi öğrenmek ise, öğrenmeyi öğrenme tekniklerini öğrenmekle mümkün olabilmektedir.
Bilmek
için öğrenmek gerek
“Bilmeyen ve
bilmediğini bilen, çocuktur; ona öğretin! Bilen ve bildiğini bilmeyen,
uykudadır; onu uyandırın! Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen, aptaldır; ondan
sakının! Bilen ve bildiğini bilen, liderdir; onu izleyin!” (Konfüçyüs)
Bilmek
gerek. Bilmek için öğrenmek gerek. Peki, öğrenme nedir, nasıl oluşur?
Bazılarına göre, bilme yolculuğu olarak tanımlanan, yaşantıda kalıcı iz bırakan
eylem, öğrenmedir.
Öğrenme
ile ilgili yapılan bazı tanımları paylaşırsak…
Öğrenmek;
soyut veya somut, içsel veya dışsal uyaranlarla gelen bir bilgiyi akılda tutmak
ve bellemek, öğrenmektir. Yetenek ve beceri kazanmaktır. Kavramsal düzenlemeler
yapma sürecidir. Alıştırma, uygulama ve deneyimlerin sürekli olan etkilerine
verilen addır. Belli bir oranda bilgi, beceri ve anlayış edinmektir. Yaklaşım,
değerleme, tepki, davranış ve yaşantıda oluşan değişmedir. Belli durumlar ve sorunlar karşısında tepki ve
davranış oluşturma, gerektiğinde bunları değiştirip yenilerini edinebilme
yeteneğidir.
Yaşantı ürünü olan öğrenme, kalıcı ve izli bir eylemdir. Bireyin kendi yaşantısı yoluyla davranışlarında
meydana gelen değişmedir. İnsanın içinde bulunduğu ortamda yaşamını
sürdürebilmesi ve ondan doyum alabilmesi için gerekli olan bilgilerin, deneyimlerin,
görgülerin, becerilerin ve eylemlerin kazanılması süreci olarak tanımlanabilir.
Öğrenme
ile ilgili olarak yapılan tanımların bazılarını paylaştık. Bu tanımlar çok az
bir kısmı. Çok fazla tanım yapıldı; devamı da gelecek. Bu ve benzeri tanımlara
baktığımızda, öğrenmede anlama, anlamlandırma, yaklaşım ve davranış
değişiklikleri ve de hikmete ulaşma çabası vardır.
Bu
tanım, öğrenme için yeterli oluyor mu? Kesinlikle hayır! Bilgi deryası dipsiz
bir kuyudur. İndikçe yeni yeni keşifler çıkar ortaya. Elbette göreceli de
olabilmektedir. Tıpkı gözleri kapalı insanların fili tarif etmesi hikâyesindeki
gibi…
Hikâye
bu ya, bir gün Hintliler, halka tanıtmak için büyük bir fili karanlık bir ahıra
kapatırlar. Fili duyup merak eden bir grup insan, onu görmek için ahıra akın
eder. Ahırın içi zifiri karanlıktır. İnsanlar ellerini filin üzerine sürmeye
başlarlar. Birisi eline hortumunu geçirir, “Fil bir oluğa benziyor” der. Başka biri filin kulağını yakalar ve “Fil, yelpaze gibi bir hayvan” der. Filin
ayağını yakalayan ise, “Fil
bir direğe benziyor” der. Bir başkası da sırtına dokunmuştur, “Fil taht gibi” der. Herkes filin
neresine dokunduysa ona göre anlatır.
Bilgi
de karanlıkta dokunulan fil gibidir. Herkes dokunduğu kadarını algılar. Oysa bir
mum, karanlıkta kalan fili bütün olarak görmeyi, algılamayı sağlar. Peki,
burada bahsettiğim mum nedir? Bildiğimiz ışık saçan, eriyip yok olan aydınlatma
aracından ibaret bir nesneyi kastetmediğimi tahmin etmek güç olmasa gerek. Mum,
burada hikmeti simgelemek amacıyla kullanılmaktadır. İslâm âlimi Râgıb
el-İsfahânî, hikmet terimini “İlim ve
akılla gerçeği bulma” şeklinde tanımlamaktadır. İlim, insanın merak edip,
araştırıp öğrenmesiyle açılan öğrenme yoludur/yollarıdır. Akıl ise bu yolda
bizlere gidilecek yolu belirlememizi kolaylaştırır. Bu yolda emin adımlarla
ilerleyebilmemizin en sağlam strateji ve tekniklerden biri, aklı kullanma
sanatı diyebileceğimiz “öğrenmeyi öğrenmek”ten geçer.
Öğrenmeyi
öğrenme ile insan aklını en verimli şekilde kullanma becerisini geliştirir.
Bilgi deryasında aklını kullanmaya örnek verecek olursak, yüzme stillerini
söyleyebiliriz. Deniz benzetmesinden yola çıkacak olursak, sığ deniz ile
okyanusta aynı stilde yüzebilirsiniz, ancak varmak istediğiniz yere varma
süreniz uzar, belki de imkânsızlaşır. İşte burada öğrenme tekniklerini yani
deniz benzetmesinde yüzme stillerini bilen birey, gerektiği durumda derinlere
dalar, gerektiğinde kelebek yüzme stiliyle ilerler, gerektiğinde kurbağalama
stilini kullanarak yani etkin öğrenme teknikleri ile varacağı hedefe, denizin dalgalı
mı, sakin mi, sığ mı, derin mi olduğuna bakarak rahatça ilerleyebilir.
Öğrenmeyi öğrenmek işini, bilgi deryasında bireyin ilerlemesini kolaylaştıran
yüzme stillerine benzetebiliriz.
Bilinmesi
gereken bir husus da şu: Öğrenme
bireyseldir, bireye özgüdür. Her insanın öğrenme şekli ve süreci farklıdır.
Öğrenme, kişinin zihninde kişisel kalıplar ve kayıtlarla gerçekleşir. Herkes
kurbağalama yüzmeyi öğrenebilir. Ancak fizyolojik, anatomik veya bilişsel
yapılar her bireyde farklı olduğundan, herkesin kulaç atması, yüzerken nefes
alışı ve ilerlemesi değişiklik gösterir. Öğrenme de bu şekilde kişiden kişiye
değişir.
Başka biri
sizin adınıza öğrenemez. Öğrenme sürecinde ikinci veya üçüncü şahıslar devreye
girdi ise, o kişi veya kişiler, sizin öğrenme sürecinize katkı sunabilirler. Başkası sizin
adınıza öğrenemeyeceğine göre, hayat boyu öğrenmekten ve öğrenmek için kararlı adımlar
atarak bu keyifli yolculuktan haz almak, doyum sağlamak için gerçekçi,
uygulanabilir ve nitelikli adımlar atmak gerekir.