Öğrenim ve üniversite yönetimi (1)

Reklâm, popülizm, “idare etme ve günü kurtarma”, akademisyenlerin ve rektörlerin prangaları olmaya devam ediyor. Ancak mevcut hâlde rektörün elindeki güç, imkân ve fırsatların, gençlerin bu çağda bütün beklentilerini karşılayacak düzeyde olduğu da bir gerçektir. Üniversite, gençler, araştırma ve yönetim, hep birlikte bir vücuttur…

GENÇLERİN toplum içinde bilgi, beceri ve kabiliyet ile donanımlarını ortaya koyarak yer almaları, eğitim-öğretim aşamalarından doğru bir şekilde geçmeleriyle mümkündür. Bu geçişin formel olduğu gibi informel yüzleri de gençlerin beslenmelerine etki eder. Formel yol düzenli bir şekilde devletin kurallarıyla alınırken, informel yollarda aile, çevre ve arkadaş gibi etkenler rol oynar.

Eğitim-öğretim yolunda gençlerin ve toplumun önüne çıkan diken ve taşlıkların doğru temizlenmesi için sözlük ve kültürel anlamlarına doğru bakıp sınırları ortaya koymak gerekir. Sözlük anlamı olarak “eğitim”, gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmeleri için onlara okul içinde (formel) veya dışında (informel) doğrudan ya da dolaylı olarak yardım etmeye denir.

“Öğretim” ise, belli bir amaca yönelik olarak gereken bilgi verme işi, tedris/tedrisat olarak tanımlanır. Bunun yanında öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme, gereçleri sağlama ve kılavuzluk etme işi de öğretimin sözlük anlamları arasındadır. Bu yönüyle eğitim daha çok Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB), öğretim ise Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) alanlarına girmektedir.

Eğitimle ilgili bir de MEB’in benimsediği, 1984 yılında Selâhattin Ertürk tarafından ifade edilen bir tanım bulunmaktadır. Bu tanım, “Bireyin davranışlarında kendi yaşantıları yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme süreci” şeklindedir. Bu tanıma göre gençlerde “kasıtlı” olarak eğitim verenlerin istediği yolda bir “değişme” meydana getirilmesi vurgulanmaktadır. Masum gibi görünen bu tanıma göre hürriyet ve doğal bir akış (fıtrî) gençler için önerilmemektedir.

İlk başta öğretimle ilgili MEB’in ve ilgili kurumların bu anlayıştan kurtulması gerekir.

Eğitim ve öğretime ek olarak bir de “öğrenim” kelimesi vardır. “Herhangi bir meslek, sanat ya da iş için gerekli bilgi, beceri ve alışkanlıkların elde edilmesi amacıyla yapılan çalışma ve tahsiller bütünü”, öğrenim olarak tanımlanır.

Öğretim ve öğrenimin daha çok gençlerin olgunluk çağı aşamasında bilinç düzeyi yüksek bölgedeki bir durumla ilgili olduğu açıktır. Öğretim yolunun, öğrenimin merkezinde bireyin bizzat kendisi bulunur. Bireyin gayreti, çabası ve emeğinin sonuç ve ürün odaklı bir şekilde neticelenmesinde öğretim kurumları yol, yöntem, teknik, usûl ve idrak açısından kılavuzluk ederler. 

Bilinç düzeyi yüksek olan birey, en azından üniversitelerde öğrenmeyi öğrenmek açısından kendisine kılavuzluk edenlerin sundukları gül ile dikenleri ayırt etme yeteneğiyle yol alır. Gençlerin öğrenme yolculuğunda önlerine konulan veriler akıl, mantık ve toplumun değerleriyle barışık ise, kabulü kolaydır. Aksi durumda büyük çaba, gençlerin öğrenme aşamalarında sırtlarında bir yük olarak kalacaktır.

Yönetim, zaman, yol ve hayat şartları ne olursa olsun, her devirde öğrenmenin odağında bireyin kendisi yer aldığından, amaca ulaşmada kişinin kendi emek ve gayreti ilk sırada gelir. Diğer bir ifadeyle, öğretim ve öğrenme yolunda lokomotif, bireyin kendisidir. Kişinin kendisi dışında kalanlar doğru ise, bireyin işi kolay ve zahmetsiz olur; yanlış ise, zor ve zahmetli bir aşamayı omuzlaması gerekir.

Özellikle günümüzdeki dijital teknoloji ve internet sayesinde bireyin işi biraz daha kolay hâle gelmiştir. Yükün büyük bir kısmı omuzlardan inse de, en önemli mevki olan “öğrenmeyi öğrenme” aşaması yine noksan kalacaktır. Videolarla yol alınsa da gençlerin beklentilerini en yüksek düzeyde karşılamayacaktır. Bu nedenle öğretim ve öğrenme aşamalarında üniversitelere ve üniversite yönetimlerine en azından “öğrenmeyi öğrenme”, araştırma, AR-GE ve tecrübe gibi düzeylere şiddetle ihtiyaç duyulacaktır.

Üniversite tercihlerinin yapıldığı bu nefeste, “Öğrenme ve Üniversite Yönetimi” yazımızın ilk bölümünde gençlerin kendi gayret, emek ve çabalarının lokomotif olarak ortaya konulması, en azından insan fıtratı, doğası ve bizim toplumumuz açısından aklın gösterdiği bir yoldur.

İnsan, çevreden ve şimdilerde sanal ortamlardan etkilenen bir yapıdadır. Ya da çevre, arkadaş ve sanal ortamlarda gençleri cezbeden çok sayıda dış kaynaklı ve toplumun yapısıyla barışık olmayan gelişmeler mevcuttur ve bunların gençleri kıskaca alması an meselesidir. Bu noktada akademisyenlere, üniversitelere, özellikle üniversite yönetimlerine ve rektörlere çok iş düşmektedir.

Bu aşamada üniversite yönetimleri ve rektörlerin tamamının, iyi niyetli olmakla birlikte gençlerin çağın gereçlerine yönelik uygun bir öğretim, öğrenim ve politika ürettiklerini söylersek, durum gri kategoride görünüyor.

Reklâm, popülizm, “idare etme ve günü kurtarma”, akademisyenlerin ve rektörlerin prangaları olmaya devam ediyor. Ancak mevcut hâlde rektörün elindeki güç, imkân ve fırsatların, gençlerin bu çağda bütün beklentilerini karşılayacak düzeyde olduğu da bir gerçektir.

Üniversite, gençler, araştırma ve yönetim, hep birlikte bir vücuttur. Bunlardan biri noksan olursa, istenen yolun alınması güçleşir. Eleştiri okları da doğal olarak idareye yönlendirilir. Bu nedenle üniversite yönetimi ve rektör çok yönlü ve de donanımlı bir düzeyde olmakla birlikte, stabilize durumdan maksimalist beklenti içine girmeden, sosyal, sanayi ve ivmelendirme işlemlerini birlikte entegre eden kabiliyette olmalıdır.

(Devam edecek...)