GAZZE’den her gün yüksek sayıda şehit haberleri ulaşıyor. Maalesef borsa gibi, hava durumu gibi, İsrail’in hangi gün kaç kişiyi şehit ettiğini öğreniyoruz. “Bir ayda şu kadar”, “İki ayda bu kadar” diye hepsinin gün gün kaydı var.
Şehirler bombalarla yerle bir edildi. Korku ve gerilim filmlerindeki sahnelerin gerçeği yaşanıyor. Gazze’de taş taş üstünde kalmadı. Ayakta duran bina görülmüyor. Atılan bombaların bir kısmı, savaşlarda kullanılması yasaklanan türden.
Televizyonlar gelen görüntülerin sadece bir bölümünü yayınlayabiliyor. Hepsini olduğu gibi yayınlasalar, kimsenin yüreği dayanmaz. Ayıklanmış hâlde yayınlandığı zaman bile bakamayanlar az değil. “Kan gölü” tabiri, tabir olmaktan çıkmış, gerçeğin ifadesine dönüşmüş durumda.
Gazze’nin kuzey kısmını dümdüz ettiler, halkı zorla güneye itelediler ama şimdi orayı da bombalamaya başladılar.
Bir ayrıntıya dikkat çekmekte fayda var: Gazze’de şehit edilen sivillerin sayısı açıkça ilân ediliyor fakat kaç İsrail askerinin öldüğü belli değil. Çünkü açıklanmıyor. Sebep, İsrail’in ketum tutumu. Bir sayı verse, kendi zayıflığını ifşa etmiş, HAMAS’ın ne kadar güçlü olduğunu ortaya sermiş olacak.
Yerle bir ettiği Gazze’nin kuzeyini bombalamaya devam etmesi ve oraya bütünüyle girip sahiplenemeyişi, Kassam Tugayları ile çatışmanın devam ettiğini gösteriyor.
İsrail’in ihtiyat birliklerini devreye sokması da ordusunun çok sayıda kayıp verdiği anlamına gelir. Yoksa kışlanın önünde redif sesi duyulmazdı.
Uluslararası Kızılhaç Komitesi Başkanı, Gazze’deki dramı şöyle tarif etti: “Tarif edilemez dram, tarif edilemez bir acı.”
Sonra ekledi... Bir ahlâkî başarısızlık olduğunu söyledi. Gazze’deki durum, gelecek yardımlarla düzeltilebilecek ölçekte değil. Daha büyük düşünmek ve harekete geçmek gerekir.
Gazze’de konvoylar vuruldu; okullar, hastaneler, fırınlar, can kurtaran araçları, kamplar vuruldu. Yiyecek ekmek, içecek su bulmak mesele. Kolera gibi salgın tehlikesi başgösterdi. Nefes almak bile zorlaştı. Şehit edilenlerin çoğu bebek ve çocuk.
Durum bu kadar vahimken, İsrail’e sınırsız destek veren ve devamlı yeni bombalar gönderen ABD’nin yaptığı açıklamaya bakın: “İsrail, sivilleri kasıtlı öldürmüyor.”
Bunu duyunca ben de kendi çevrem ölçeğinde kısa bir açıklama yaptım: “Allah belânızı versin!”
Evet, tam olarak böyle söyledim.
Hedef kitlem ABD ve İsrail’di.
Gayr-i ihtiyarî ağzımdan çıktı. Ne yapayım, onlardan doğacak çocukların ileride Müslüman olma ihtimâlini düşünebilecek kadar basiret sahibi olmadığımdandır.
Başlangıçta “savunma hakkı” olarak görenler bile artık farkına vardı ki İsrail sınırı çoktan aştı. O yüzden Batı ülkeleri de dâhil dünyanın her şehrinde düzenlenen gösteriler, o ülkelerin yöneticileri üzerinde bir baskı unsuruna dönüştü.
“Özgür Filistin” şarkıları yeri göğü inletiyor.
O devlet kurulacak, başka yolu yok!
İsrail kaç kişinin canına kıyarsa kıysın, kaç bomba atarsa atsın, kaç binayı yıkarsa yıksın, başkenti Doğu Kudüs olan “bağımsız” Filistin devletinin kurulması kaçınılmaz. Artık kimse engelleyemez.
“Ben Türk’üm ve benim Filistin diye bir dâvâm yok” diyenlere rastlıyoruz, aramızda dolaşıyorlar.
Tıpkı bizim gibi konuşuyor, yazıp okuyabiliyor, yemek yiyorlar, yürüyorlar falan. Ağzı burnu, gözü kulağı da tıpkı bizim gibi görünüyor. Enteresan.
Onlar için de ayrı bir açıklama yapmaya gerek görmüyorum. Aynı açıklamadan paylarına düşeni alsınlar.