DUYGULARIN yoğunluğu ve niteliği daha çocuk yaşlarda şekillenir. Aileden, çevreden devamında ise dahil olduğumuz sosyal hayatın ortak paydasından beslenen duygularımız, hayatta duruşumuzu, değerlerimizi ve de mücadelelerimizi belirleyen en üst hissedişlerimizdir. Bazı duygular vardır ki bir zanaatkâr gibi ince ince işlemeyi, nadide bir eserin işçiliğini yapar gibi özenilmeyi gerektirir. Temeli çocuk yaşlara dayanan, doğru argümanlar ve de sağlıklı metotlarla inşâ edilen, bir ömür boyu beslenip aynı zamanda da etki sahasını besleyeceği en kuvvetli duygu olan “vatan sevgisi” işte böylesi kutsal ve ulvi olan duyguların başında gelir.
Vatan sevgisinin mayası daha beşikte vurulur çocuğun dimağına. Algılamaya başlamasıyla beraber vatan ve bayrak üzerine cümleler kurulur, kâh duygulu, kâh gururlu… Her erkek çocuğunun önündeki ilk hedef, bir gün asker olacağı gerçeği üzerine kurulan hayâlleri takip ederek gider. Özellikle de çocuk, atalarının kahramanlık hikâyelerini büyüklerinden dinleyerek bu bilinci oluşturur ve vatanı kendisiyle, öz benliğiyle eşleştirir küçük dünyasında. Hele de bizim gibi vatan için verilmiş millî bir mücadelenin hatıraları yurdun dört bucağında capcanlı duruyorken…
Şimdi, bir çocuk düşünün… Daha dünyayı evinden ve yaşadığı mahallesinden ibaret olduğunu zannedecek kadar küçük bir çocuk… En yakın komşusunun Kurtuluş Savaşı gazisi olup, ceketinin yakasında kırmızı kurdeleli bir madalyası olsun. Yaşlılıktan titreyen elleri ve dizlerine rağmen sağlam bir hafızanın sahibi olarak düşmanın yurdu nasıl işgal ettiğini destansı bir dille anlatsın. Çocuk, anlamlandıramadığı cümlelere rağmen anlatılanların duygusunu en kuvvetli hâliyle hissetsin yumruğu büyüklüğündeki kalbinde. O gazinin feri sönmüş küçücük gözleri ve kurumuş göz pınarlarından bir damla yaş ağır ağır süzülürken “Allah bir daha o günleri yaşatmasın!” duası titreyen dudaklarından dökülsün.
Biraz büyüyüp okula başlayan o çocuk, özellikle yurdun düşman işgalinden kurtuluşunun kutlama törenlerini bu defa meydanlarda tiyatral gösterilerle hafızasında netleştirsin iyice. Meselâ kağnı gıcırtıları bir selâ sesine karışsın giriş sahnesinde. O ses vatanın kurtuluşu için Allah’a yakarış hissiyle sinsin zihnine, kalbine ve kabullerine… Düşman süngülerinin uzandığı eli kınalı gelinler, ağzı süt kokan sabiler ve de ahir ömürlerinde zulmet dolu günler yaşayan ihtiyarlara dört nala koşan atların üzerinde Kuvâ-yi Milliyeciler yetişsin. Bu gösteriyi seyreden ahalinin ıslık seslerine avuçları parçalayan alkış sesleri karışsın. Bir şanlı bayrak gönlere çekilirken kürsüden, sadece kaşlarının ve gözlerinin göründüğü incecik bir ses “Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü/ Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü” dizelerini bağıra bağıra okusun. Bir milletin yaşadığı işgal, zulüm, açlık gibi ağır eziyetlere karşı gösterdiği direnci “Mızıka çalındı düğün mü sandın?/Al yeşil bayrağı gelin mi sandın?/ Yemene gideni gelir mi sandın?” türküsünün sözleri anlatmış olsun meydandaki her yaştan insana. Bu canlandırmaya tanık olan o çocuk -ve diğer çocuklar- için “vatan” ve “hürriyet” kavramlarının duygusu nasıl şekillenir ve de ne yoğunlukta olur?
Millî ve manevî şuur etrafında şekillenen her duygu sağlam, temelli ve içselleştirilmiş bir yapıyla gelişir kişinin dünyasında. Neyi, nasıl, ne için muhafaza edeceğini bilmekle başlar bu hissediş. Ait olunan değerler manzumesi bilinçli bir mesuliyet hafızasına muhtaçtır ki, o da ancak “hürriyet” dediğimiz, fikren ve fiilen bağımsız olmakla devam ettirilebilir bir kazanımdır. O çocuk, toprağın bağrını ezen kağnı seslerini semaya yükselten selâ sesleriyle nasıl niyaza döndüğünü seyretti gözleriyle. Ne Çanakkale’de eli kınalı askerin ne Maraş’ta örtüsü indirilen kadının yanındaydı çocuk. Hiçbir cepheye sırtında mermi de taşımadı, şekersiz üzüm hoşafıyla kuru ekmek de yemedi hiçbir öğününde… Ama çocuk, vatan için neler yapıldığını kutsal bir mirası devralma bilinciyle öğrendi. Önce bir gazinin cümlelerinden yüklendiği duygular, uğruna mücadele edilmiş bir kıymetin tohumunu atarak millî bir şuur oluşturdu hafızasında. Vatan, yelelerini rüzgâra karıştırmış bir küheylan, düşmanın üzerine yürüyen yiğit bir asker oldu o çocuğun gözünde. Bir gün yurduna el uzatan olursa hiç tereddüt etmeden alır bayrağını omuzlarına, kuşanır geçmişin şanlı mücadelesini ruhuna ve çıkar er meydanına… Semaya yükselen selâ sesi zırhı olur bedeninin ve içindeki deli atları sürer dört nala… O çocuk, bir mefkurenin hafızasını yazar tarihin sayfalarına…



