O benim kahraman Arabım, veremden ölmüş!

Sadece bir bardak çay içildi o gün o tekkede. Kimse yerinden kalkıp bir çay daha doldurmaya yeltenmedi. Mustafa Hoca, “Vaziyet budur, anlatacaklarım bu kadar! Haydi çocuklar, Allah’a emanet olunuz!” dediğinde, dudaklar kıpırdıyordu duâ ile. Ardından Zenci Musa ziyaret edildi. Musa’ya ve bu vatanın nice kahramanlarına selâm edildi. Bu tanışıklık, hepimizin yüreğine kazındı. Vatana bir ömür borcu, bir vefâ mıydı?

İSTANBUL’da gezinirken yolumuz nasıl olduysa Özbekler Tekkesi’ne düştü. İçeri girdik, oradakilerle selâmlaştık. Ardından çaylar demlendi. Mustafa Hoca’nın Sudanlı Zenci Musa’yı anlatacağını işittik, bir araya toplandık. Birkaç kişi kalktı, demlenen çayı bardaklara bölüştürdü. Derken Mustafa Hoca besmelesini çekti, başladı anlatmaya...

 “Özbekler Tekkesi’ndeyiz arkadaşlar! Burası, Kurtuluş Savaşı sırasında cephelere asker, silah, gıda ve sağlık malzemeleri gibi önemli ihtiyaçların sevkinin yapıldığı gizli organizasyon merkezlerinden biriydi. Merkezlerden belki de en etkin olanı burasıydı. Şeyh Efendi'nin, dervişlerin ve aynı zamanda burayı bilen duyarlı halkın, dedelerimizin, babaannelerimizin ortaklaşa faaliyet gösterdiği bir yerdi Özbekler Tekkesi. Savaş esnasında temin edilen ihtiyaçların hangi yollarla cephelere ulaştığını düşman anlayamıyor, kimsenin ağzından lâf alınamıyordu. Herkes sır küpüydü. Burası görünürde tekke gibi işlemeye devam ediyordu fakat arka plânda Kurtuluş Savaşı’nın üssüydü.

Çocuklar, biliniz ki Zenci Musa’yı Özbekler Tekkesi’nde konuşmamızın elbet bir sebebi var. Kimdir Sudanlı Zenci Musa?

Babası Sudanlıydı Zenci Musa’nın. Kendisi Girit’te doğdu. Babası rahmetli olduktan sonra da büyükbabası onu Kahire’ye yanına aldı. Orada bir Türk mahallesinde büyüdü ve buradayken Türkçeyi güzelce öğrendi. Gençlik çağındayken Libya’da savaş çıktı ve o da vatan müdafaası için savaşa katıldı. Savaşta istihbarat teşkilâtının başındaki Kuşçubaşı Eşref’in dikkatini çekti ve onunla tanıştı. Dikkat çekmemesi mümkün değildi, çünkü çok iri ve güçlü bir adamdı Zenci Musa. Sadece askerî bir akıl yoktu onda, istihbarat zekâsı da epey yüksekti.

Kuşçubaşı Eşref fark edince bunu, Musa’yı sağ kolu yaptı. Bu fark edilişten sonra görüyoruz ki, nerede bir cephe açılmışsa Zenci Musa orada. Trablusgarp’ta, Edirne’de, Kudüs’te, Süveyş'te...

Yemen Cephesi, yıl 1917... Bir haber geldi: ‘Yemen cephesinde silah noksanlığı var.’  Silah alınması gerekti fakat maddî gücümüz yoktu. Bu durum payitahta bildirildi. Devlet ancak bir operasyonla bir miktar altını Yemen Cephesi’ne gönderebilirdi. Bir şekilde bu paranın oraya gitmesi gerekiyordu. Fakat bölge İngiliz istihbaratçıları tarafından tutulmuştu. Sadece onların istihbarat ağının içinden geçerek altınlar bölgeye teslim edilebilirdi. 300 bin altın sevk edilecekti. Bu görev için Kuşçubaşı Eşref görevlendirildi.

Tehlikesi yüksek bir bölge olması sebebiyle bu sevkiyattan İngilizlerin haberdar olma olasılığı yüksekti. Bir anlatıma göre iki bölük oluşturdu Kuşçubaşı. Birinci bölüğün başında kendisi vardı, ikinci bölük Zenci Musa komutasındaydı. Birinci bölük, İngilizlere bilgi sızdırarak onları kendi kontrollerinde üzerlerine çekmeyi sağladı, hedef saptırıldı. Büyük bir çatışma yaşandı. 12 Ocak 1917’de yapılan bu savaşı London Times gazetesi manşetten verdi. Harp çok çetin ve amansızdı. Kuşçubaşı’nın iki üç askeri ve kendisi hâriç, birliğin tamamı şehit oldu. Kuşçubaşı Eşref ağır yaralı olarak İngilizlere esir düştü, zindana atıldı.

Birinci bölüğün altın sevkiyatını taşımadığını gören İngilizler, bunun operasyon içinde operasyon olduğunu anladılar. Fakat onlar için çok geçti! İkinci bölük, gruplar hâlinde, bedevî görünümünde çölden yol alıp sevkiyatı gerçekleştirdi. Yemen Cephesi yardımdan ümidini kesmişken, Musa cepheye vardı. Yanında Enver Paşa’nın gönderdiği üç yüz bin altın… Tam ve eksiksiz!

Vazife lâyıkıyla yapılmıştı. Lâkin Musa ağlamaktaydı. Tevfik Paşa’nın önünde diz çöktü ve ‘Altınlar kurtuldu, garip Musa da kurtuldu. Fakat velînimet Eşref gitti. Değer miydi Paşam, değer miydi?’ dedi.

Ve Yemen düştü. Yemen’den kasıt neydi? Haremeyn... Mekke ve Medîne’nin tehlikeye düşmesiydi. Sonra Medîne de düştü. Birçok şehit verildi. Cephe kapandı. Zenci Musa ne yapıyordu o sırada? Yemen Operasyonu 1917 yılındaydı. 1918 yılında Birinci Dünya Savaşı bitti. 1919’da Kurtuluş Savaşı başladı. Kuşçubaşı Eşref esirdi. Zenci Musa Anadolu’daki Millî Mücadele’ye destek için İstanbul’a geldi. Karaköy rıhtımında hamallık yapıp geceleri Özbekler Tekkesi'nden Anadolu’ya silah sevkiyatının yapılmasını sağladı. İşgal kuvvetlerinin komutanı General Harrington, İstanbul’da Galata gümrüğünü gezdiği sırada, ‘İşte 300 bin altını Yemen’e kaçıran Zenci Musa bu!’ denildiğinde, hemen Musa’nın yanına gitti ve şöyle dedi: ‘Eğer bizimle çalışırsan seni altına boğarım.’

Bu sözler karşısında sinirlenen Musa, ‘Her teklif herkese yapılmaz. Bu sözleriniz beni ancak rencide eder. Benim bir devletim var, Devlet-i Âl-i Osmaniyye... Bir bayrağım var, ay yıldızlı bayrak... Ve bir kumandanım var, Kuşçubaşı Eşref... Bu iş daha bitmedi, sizinle mücadelemiz devam edecek!’ dedi.

Zenci Musa, hamallık yaptığı günlerde vereme yakalandı. Onun bu durumunu gören Ali Paşa, ona emekli maaşı bağlamak istedi. Zenci Musa çok hastaydı ve parasal olarak ihtiyaç içerisindeydi. Buna rağmen, “Paşam, ben bu fakir milletin emekli maaşını alamam” diyerek teklifi geri çevirdi.

Savaştığı her cepheden sağ çıktı Musa, fakat verem bırakmadı yakasını. Eşref Bey, Musa için, ‘Ben esaretten kurtulup Millî Mücadele’nin öncülerinden olduğum günlerde, Musa, o benim kahraman Arabım, veremden ölmüştür’ dedi. Kendisinin ebedî istirahatine çekildiği yer, işte burasıdır çocuklar, Özbekler Tekkesi! Ömrü vatan savunmasında geçmiş biri, bir vatan savunma merkezinin mezarlığında yatmak istedi ve buraya defnedildi.”

Sadece bir bardak çay içildi o gün o tekkede. Kimse yerinden kalkıp bir çay daha doldurmaya yeltenmedi. Mustafa Hoca, “Vaziyet budur, anlatacaklarım bu kadar! Haydi çocuklar, Allah’a emanet olunuz!” dediğinde, dudaklar kıpırdıyordu duâ ile. Ardından Zenci Musa ziyaret edildi. Musa’ya ve bu vatanın nice kahramanlarına selâm edildi. Bu tanışıklık, hepimizin yüreğine kazındı. Vatana bir ömür borcu, bir vefâ mıydı?