Nurettin Topçu’nun eğitim, okul ve öğretmen anlayışı

“Eğitim” kavramı yerine “maarif” kavramını kullanan, maarifin de milletin ruhunu inşâ ettiğini söyleyen düşünce insanı, “Maarifin olmaması, milletin ruhunun olmaması demektir. Maarif hangi yönde ilerlerse, milletin ruhu da o yönü takip eder. Kısaca millet demek, milletin maarifi demektir” der.

“ÂLEMDE ahlâktan daha güzel, daha gerçek bir şey yoktur.”

Öz

Türk düşünce tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Nurettin Topçu, pek çok farklı alanda kendine özgü çözümlemeleri, bakış açıları ve önerileri olan ender düşünürlerden biridir. 1909 yılında, İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Lise öğrenimini İstanbul Erkek Lisesinde tamamladıktan sonra, kendi imkânlarıyla girdiği yurt dışı sınavını kazanarak burslu olarak Fransa’ya gitmiştir.

Topçu, Strasbourg Üniversitesinde felsefe, ahlâk ve sanat tarihi alanında eğitim alarak çeşitli çalışmalarda bulunmuştur. Sorbonne Üniversitesinde akademi çalışmalarına başlayarak felsefe doktorasını tamamlayan Topçu, Sorbonne’de doktorayı başarmış ilk Türk öğrencidir.[1]

1934’te yurda döndükten sonra Galatasaray Lisesinde felsefe öğretmeni olarak göreve başlamış, hatırı sayılır birinin oğluna sınıfı geçmesi için iltimas yapmayı reddettiğinden İzmir’e tayin edilmiştir. Burada Hareket dergisini çıkarmaya başlamıştır. Hilmi Ziya Ülken’in kürsüsünde eylemsiz doçentlik yapmış, “Bergson” üzerine doçentlik tezini hazırlamıştır. Fikrî faaliyetlerini Türk Kültür Ocağı, Türk Milliyetçiler Cemiyeti, Milliyetçiler Derneği ve Türkiye Milliyetçiler Derneği’nde sürdürmüştür.[2]

Özellikle felsefe alanındaki çalışmaları ile tanınan Topçu, yaşadığı dönemin siyâsî, dinî, ahlâkî ve ekonomik yapılarını anlamaya ve anlatmaya çalışmış, ömrünün kırk yılını da öğretmenlik mesleğine adamıştır. 20’nci yüzyılda ülkemizin yetiştirdiği en önemli fikir, ruh ve gönül insanı Nurettin Topçu’yu Ayhan Yücel şöyle anlatır: “Nurettin Topçu’yu anlamak ve anlatmak, aşkı anlatmak gibidir. Yani zordur. Aslında bu durum, bütün insanlar için böyledir. İnsan bir muammadır, zor anlaşılır. Bir de bu insan âşıksa, bu iş büsbütün müşkildir. İşte Nurettin Topçu, o âşıklardan biriydi. Tabiata, tabiatın bir parçası olan insana, şu muazzam kâinata, ondaki düzene, ondaki hikmete âşıktı. Şöyle bir bakıp hikmet çıkaramayacağı bir şey yok gibiydi. O dünyayı, insanları, olup bitenleri hep düşüncesiyle takip ediyor, hükümler çıkarıyor, sonunda bir hikmete varıyordu. Bu yalnız kuru bir düşünce, formel bir mantık zinciri değildi. O bu düşüncesi sırasında olayları, kavramları bütünüyle hissediyor, içindeki elem veya hazla birlikte yaşıyor, düşüncelerini bu coşkun duygularıyla etrafındakilere veya yazılarına aktarıyordu.[3]

 (Anahtar sözcükler: Nurettin Topçu, eğitim, ahlak eğitimi, okul, öğretmen.)

 

Giriş

Eğitim, tarihin her döneminde Türk toplumunun büyük önem verdiği bir konu olmuştur. Buna karşılık tarihin değişik devirlerinde Türk insanı en çok sıkıntıyı eğitim alanında çekmiştir. [4] Osmanlı’dan devralınan eğitim sistemi geniş kitleleri kapsamayan, genellikle merkezlerde mevcut okullar tarafından yapılan bir yapıdaydı. Bu durum okuryazar oranlarının özellikle kırsal kesimde istenilen düzeyde olmaması sonucunu doğurmuştu.[5]

17’nci yüzyıldan itibaren eğitim kurumlarındaki giderek artan aksamalar tüm ıslahat girişimlerine rağmen düzeltilememiştir. Dönemin eğitim kurumları olan mektep ve medreselerde beşerî ve fen bilimlerinden hızla uzaklaşılmıştır.[6] İstenen kalitede eleman yetiştiremeyen medreseler çok iyi eğitim kurumlarına sahip Hıristiyan milletler karşısında zayıf kalmıştır. Ortaya çıkış dönemlerinde çağının en ileri bilim merkezleri konumunda olan bu medreseler, artık herkesin kendi inancına göre eğitim verdiği, bilim ve yeniliğe kapalı kurumlar hâline gelmiştir.[7]

19’uncu yüzyıl başlarına gelindiğinde devleti yıkılmaktan kurtarmak amacıyla askerî ve sivil okullar açılmaya başlanmıştır. Nitekim 1880’li yıllar, özellikle eğitim cephesinde de olağanüstü bir hareketlenmenin olduğu bir dönemdir. Bu dönemde yapılan eğitim alanındaki ıslahatlarda, sadece Batılılaşma temel nedenleri üzerine kurulmamış, eğitim aracılığı ile öğrencilerde merkezî otoriteye karşı itaat ve sadakat duyguları uyandırmak üzere dinî ve ahlâkî telkinlerde bulunulmuştur. Amaç ise Osmanlıcılık bilincine sahip vatandaşların yetiştirilmesidir. Siyâsî buhran dönemlerini yaşayan imparatorluk, çocuk ve yetişkin vatandaşları camilerde ibadete, mahalle mekteplerinde de dinî eğitime zorlamıştır. Otoritesini sağlamlaştırmaya çalışan Bab-ı Ali, 18’inci yüzyıl sonu ile 19’uncu yüzyıl başlarında bu konudaki tedbir ve zorlamalarını giderek arttırmıştır.[8] 

1908 yılında meşrutiyetin ikinci kez ilânıyla göreceli de olsa eğitimde kimi iyileştirmeler yapılmış, ancak temel yapı değiştirilmemiştir. Çünkü şeyhülislâmlık, yapılan iyileştirmelere karşılık yeni programlar hazırlamıştır.

1908-1918 yılları arasında yaşanan savaşların verdiği derslerle kurtuluşun eğitimle olacağı üzerinde durulmuş, Türkleri başarılı kılacak eğitimin tarzı için millî eğitim, iş eğitimi, çağdaş eğitim, laik eğitim, yaratıcı eğitim, medeniyetçi eğitim, sosyal eğitim, harsçı eğitim kavramları Emrullah Efendi, Ziya Gökalp, İsmail Hakkı, Ethem Nejat Bey ve diğer aydınlarca bu dönem boyunca tartışılmıştır. Çöküş dönemine rağmen Türkiye’nin en canlı fikir dönemi bu sıralarda yaşanmış, eğitim de bundan payını almıştır.[9] 

19’uncu yüzyıl sonu ile 20’nci yüzyıl başlarında imparatorluğun sürekli toprak kayıpları içinde olması İkinci Meşrutiyet döneminde 1913’ten itibaren ülkeyi tek başına yöneten sonrası yönetimde en etkili güç olan İttihat ve Terakki’yi “Osmanlıcılık” fikrinden uzaklaştırmaya başlamıştır.[10] Balkan Savaşlarının ağır mağlûbiyeti ve Rumeli’nin kaybı, yenilginin nedenlerini araştıran geniş bir literatürün de oluşmasına etki etmiştir. İşte bu süreçte ulusalcı fikirler etkili olmaya başlamış, “millî müdafaaya okuldan başlanması” hedefi eğitimde ön plâna çıkmıştır.

1913 yılında ancak geleneksel okullarla Batılı okulların programlarında bir koordinasyona gidilmesine başlanmıştır. İki okul yaklaşımı birbirinin eksiklerini alıp aktarmaya başlamış ve ortak bir temel eğitim gereğini gündeme getirmiştir.[11]

Osmanlı’nın gerileyişi ve Batı kültürünün modern çizgilerle öne çıkması sürecinde Koçi Bey, Kâtip Çelebi, Ahmet Cevdet Paşa gibi devlet adamlarının yanında Nabi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat, Mehmet Akif, Tevfik Fikret, Ziya Gökalp; Cumhuriyet döneminde Peyami Safa ve Nurettin Topçu gibi önemli isimler de eğitim üzerine yazılar yazmışlar, eğitim seviyesi ile toplumsal ve kültürel gelişmişlik seviyesi arasında ilişki kurmuşlardır.[12]

Eğitimin ve öğretmenin öncelikli amacının ahlâklı ve kişilikli bireyler yetiştirmek olduğunu söyleyen, 20’nci yüzyılın en önemli fikir, ruh ve gönül insanlarından Nurettin Topçu’nun eğitim, okul ve öğretmenlere ilişkin düşünceleri, günümüz eğitim anlayışlarına ışık tutacak niteliktedir.

Nurettin Topçu’da eğitim ve okul

Cumhuriyet dönemi düşünce insanlarından Nurettin Topçu’ya göre eğitim, yalnız mekteplerde okumak ve okuyanlara birtakım bilgiler vermek değildir. O, bir milletin toplu hâlde düşünmesi ve yaratıcılık sahasında seferber edilmesidir.[13] Ömrünün kırk yılını öğretmenlik mesleğine adayan fikir ve düşünce adamı Topçu, öğretmenliğini sadece sınıfta öğrencilerine ders veren bir öğretmen olarak yapmamış, eğitim, öğretim, öğretmen ve öğrenci konularındaki düşüncelerini “Türkiye’nin Maarif Dâvâsı” adlı eserinde dile getirmiştir. Eserinde ideal bir gençlik tipinin çizilmesinden ve bu tip nesli yetiştirecek olan maarifin sahip olması gereken felsefeden başlayıp mektep ve muallim kavramlarına yer vermiştir.[14] Öğretmenleri yeni neslin mimarları olarak görmüş, okulu da “mânâya yükseliş, birliğe yöneliş, kaide ve disiplin”[15] olarak tanımlamıştır. “Okul, etrafı duvarlarla çevrili somut bir varlıktan ziyade, felsefî oluşumun bir parçası olan soyut bir anlam da taşımaktadır. Okullar kişileri büyüten ve olgunlaştıran zihnî alışveriş yerleridir” derken, insanı yetiştirip olgunlaştıran her yerin de okul olarak görüleceğini söylemiştir.

“Eğitim” kavramı yerine “maarif” kavramını kullanan, maarifin de milletin ruhunu inşâ ettiğini söyleyen düşünce insanı, “Maarifin olmaması, milletin ruhunun olmaması demektir. Maarif hangi yönde ilerlerse, milletin ruhu da o yönü takip eder. Kısaca millet demek, milletin maarifi demektir[16] der. Maarif, yalnız mekteplerde okutmak ve okuyanlara birtakım bilgiler vermek değildir. O, bir milletin bütün hâlinde düşünme ve yaratıcılık sahasında seferber edilmesidir. Başka bir deyimle “Maarif, bir cemiyetin düşünüş tarzının, kültürünün ve ideallerinin cihazlanmasıdır”[17] ifadelerini kullanan Topçu, bir milletin eğitim anlayışının öz değerlerle ayrı düşünülmemesi vurgusunu da yapar. Bir milletin kültürel ve manevî değerleri, o milleti ayakta tutan, aynı zamanda diğer milletlerden ayıran hafızasıdır. Eğitim de öz değerlerle bilme ve öğrenme sürecidir. “Hakikat şu ki, millet bünyesinde inkılâplar mektepte başlar ve her milletin kendine özel olan mektebi vardır. Millî mektep, zihniyet ve örflerde, metotları ve müfredatıyla, terbiye prensipleri ve psikolojik temellerde, hatta binasının yapı tarzıyla kendini başka milletlerinkinden ayırır.”[18]

Eğitim ve okulların her şeyden önce milletin aydınlığa çıkmasını sağlayan kapılar olduğunu söyleyen Topçu, bu kapıların gençlere ahlâkî değerlerin öğretilmesinde büyük önem taşıdığını ifade eder. “Mektep, içine daldığımız hayattan bizi kurtarıp kendimize getiriyorsa, düşünce gücümüzü kullanmaya zorluyorsa ve büyük bir yolculuğun haritasını önümüze seriyorsa mânâlı ve hikmetli olduğunu söylenebiliriz. Okutulan dersler böyle bir amaca götürüyorsa bu derslerin de hikmet içerdiğini söylemek mümkündür.”[19] 

Kırk yıllık öğretmenlik tecrübesine sahip ilim insanı, eğitim sistemlerini düzeltmeye öncelikle manevî değerlerin aktarılmasının gözden geçirilmesiyle başlanması, okul, öğretmen ve öğrenci durumlarının bu temel anlayış üzerinden değerlendirilmesinin gerekliliğine vurgu yapar. Eğitimin sadece var olan bilgilerin aktarılması olarak değerlendirilmesi, onarılması mümkün olmayan sıkıntıları da beraberinde getirir. Eğitim bireylerde farkındalık duygusu yaratmalı, yaşadığı toplumu anlamasını sağlamalıdır. Okullar ise bu amaca yönelik olarak yaşamın her alanında başarılı olabilecek bilgi ve beceriye sahip bireyler yetiştirmelidir. Öğrenciler sevgiyi, hoşgörüyü ve duyarlı olmayı da öğrenmelidir. Dolayısıyla okullar, “öğrenciye bilgiler yükleyen bir düşünce deposu olmamalıdır; mektep, öğrenciye kendi akıl yetkilerini tek tek işletmeyi öğreten ve bu donanımı işleterek olgunlaştıran bir atölye olmalıdır”.[20] 

Topçu, okulların nasıl insanlar yetiştirmeleri gerekliliğini şöyle ifade etmiştir: “Filhakika zekâ ve ruhumuza bir yük değil, bir irfan ve olgunlaşma aracı olabilmesi, okullarımızın birçok şeyler bilerek hiç düşünmesini bilmeyen bir tek makinadan çıkarılmış sürü hâlinde kafalar değil de şahsiyet sahibi fertler, haksızlığa ve eksikliğe isyan ederek eser yaratabilen kuvvetli ruhlar yetiştirebilmesi için temel olan iş, derslerin bugünkünden başka metotlarla ve başka ruh ve gayelerle okutulmasını temine çalışılmalıdır.”[21] 

Okullar örflerin, âdetlerin ve karakterlerin yüklendiği, sevgi, sabır ve hoşgörü yerleri olmalıdır. Bu mekânlar aynı zamanda insanları olgunlaştırarak hayata hazırlamalıdır.

Topçu, “Türkiye’nin Maarif Dâvâsı” adlı kitabında, “Bize bir insan mektebi lâzım” der ve o mektebi şöyle tarif eder: “Bir mektep ki, bizi kendi ruhumuza kavuştursun, her hareketimizin ahlâkî değeri olduğunu tanıtsın, hayâya hayran gönüller, insanlığı seven temiz yürekler yetiştirsin; her ferdimizi milletimizin tarihi içinde aratsın, vicdanlarımıza her an Allah’ın huzurunda yaşamayı öğretsin. Bu mektepte edebiyat, tarih ve felsefe kültürü başta gelecek ve onun yetiştiricileri sadece bir memur değil, örnek insan olacaklardır…”[22] 

Okulların öğrenme yerleri olduğunu söyleyen Topçu, öğrenmenin ne olduğu ve nasıl öğrenildiği sorularını da şöyle yanıtlar: “Öğrenme, her şeyden evvel bir çıraklıktır. Mektep çıraklık yeridir; diyebiliriz ki, bir tezgâhtır. O tezgâhta usta yapar, çıraklar tekrarlar. Usta verir, çırak alır. Alınmamış, benimsenmemiş, benliğe mâl edilmemiş bir ders, iyi bir ders sayılmaz. Mektepte alınan ders, ya bir tasavvurdur, hayâle mal edilir; ya bir hünerdir, ele mal edilir; ya bir iradedir, iktidarımıza ilâve edilir ya da bir aşktır, kalbe doldurulur…”[23]

Nurettin Topçu, Türkiye’deki eğitim hakkında yaptığı tespitlerden hareketle bazı eleştirilerde de bulunmuştur. Yaptığı eleştirileri okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim, yükseköğretim, din ve ahlâk eğitimi, okul, öğretmen, öğrenci, sınav, disiplin, nitelik-nicelik ilişkisi, okulda siyaset, yabancı ve özel okullar başlıkları altında toplamıştır. Eğitimi düzenlemek ve düzeltmek için de beş kategori belirlemiştir. İlki ve en önemlisi, maneviyatçı bir eğitim anlayışının benimsenmesidir. Daha sonra okul, öğretmen, öğrenci ve irade gelir. Her biri tek tek ele alınıp, gözden geçirilmeli ve düzeltilmelidir. Millî okul anlayışı, değerli düşünürün üstünde durduğu en önemli konulardan biridir. Çünkü millî okul, zihniyet ve örfleriyle, eğitim ilkeleri ve psikolojik temelleriyle, hatta binasının yapı tarzıyla kendisini başka milletlerinkinden ayırır.[24]

 

Nurettin Topçu’nun öğretmene bakışı

Millî okul anlayışının en önemli unsuru olarak öğretmeni gören Topçu, kendisini öğrencilerine adayan idealist bir eğitimcidir. “Türkiye’nin Maarif Dâvâsı” adlı eserinde de millî bir eğitimin iki hedefe yönelmesi gerektiğini ifade eder. Bu hedefler; ilim sevgisinin ve hakikat aşkının öğrencilere aşılanması, öğretmenin ve âlimin toplum içinde öneminin ve liderliğinin üstünde durulmasıdır.

Topçu’ya göre öğretmen sadece sıradan bir memur değildir ve olmamalıdır. O, “genç ruhları örs üzerinde döverek işleyen bir demircidir.[25] Yani öğretmen bir sanatkârdır aynı zamanda. Öğretmen, sadece bilgileri öğrencilere aktaran kişi olmamalıdır. Öğretmen, başarısızlıkların nedenlerini araştıran, gerekirse fedakârlık yapan, yaptığı işi seven ve cesur olan kişidir.

Eğitim anlayışında “ahlâk” kavramına sıklıkla vurgu yapan Topçu’ya göre, ahlâk eğitiminde en önemli nokta, model olmaktır. Öğretmenin de öğrenciye bu anlamda çok iyi örnek olması gerekir. Aksi takdirde eğitimde istenen başarı yakalanamaz. Öğretmen, öğrenciye biçim veren kişidir. O hâlde öğretmen bilgisi, becerisi, davranışları ve kişiliği ile de öğrenciye örnek olmalıdır. Toplumların yol göstericileri olarak öğretmenleri gören Topçu, milletlerin kurtarıcılarının da öğretmenler olduğunu ve millet olarak öğretmenlere teslim olunması gerektiği fikrini savunmaktadır. Öğretmenin hayatımızın kullanıcısı veya seyircisi olmadığını, bilakis hayatımızın yapıcısı ve aktörü olduğunu söyleyen düşünür, öğretmenler için, “O en doğru, en güzel hayat örneğini yapar, hazırlar, sunar; biz yaşarız”[26] der.

Öğretmen çalışmayı, saygılı ve adaletli olmayı, kanunlara bağlı kalmayı ve milletini sevmeyi öğrencilerine aktaran kişi olmalıdır. Tutum ve davranışlarıyla da tüm bu olumlu özellikleri yansıtmalıdır. Ancak bu yolla öğrenciler öğretmenlerinin takipçileri olur ve ahlâk idealine ulaşırlar. Öğretmenlerin toplum hayatında pek çok sorumlulukları olduğunu da belirten Topçu, bu sorumluluklara ilişkin düşüncelerini şöyle ifade eder: “Muallimin mesuliyetleri çoktur ve cemiyet hayatının her sahasına uzanmaktadır. Bir memlekette ticaret ve alışveriş tarzı bozuksa bundan muallim mesuldür. Siyaset, millî tarihin çizdiği yoldan ayrılmış, milletinin tarihî karakterini kaybetmişse, bundan mesul olan yine muallimdir. Gençlik âvâre ve dâvâsız, aileler otoritesizse, bundan da muallim mesul olacaktır. Memurlar rüşvetçi, mesul makamlar iltimasçı iseler muallimin utanması icap eder. Din hayatı bir riya veya taklit merasimi hâline gelerek vicdanlar sahipsiz ve sultansız kalmışsa, bunun da mesulü muallimlerdir. Yüreklerin merhametsizliğinden, hislerin bayağılığından ve iradelerin gevşekliğinden bir mesul aranırsa, o da muallimdir. Yalnız kaldığımız yerde yalnızlığımızın mesulü o, imanların zayıfladığı devirlerde bu gevşemenin mesulü yine onlardır.”[27]

Eğitim en küçük yaşlardan itibaren başlar ve öğretmen adeta bir hekim gibi insanların ruh ve duygu dünyalarına dokunur. Öğretmenin adeta bir hekim gibi yaptığı ilk aşı ise merhamettir. Büyük düşünce insanı Nurettin Topçu’nun öğretmenlere ilişkin değerlendirmelerinin en can alıcı ve derin yorumu da şüphesiz merhamet aşısıdır. Bu konuda, “Ruhumuza aşılar yapan doktor olarak muallim, ruh dünyamızın hem duygu hem bilgi hem de irade bölgelerinde tedavisini ve aşılarını yapmaya mecburdur. Şayet bunlardan bir kısmı ihmâl edilirse ruhî yapı buhran içinde kalır, sayıklar ve kendine gelemez. Duygular sahasında eğitim en küçük yaşta başlayacaktır. Kalbe yapılan ilk aşı, merhamet aşısıdır. Sonra hemcinsini sevmek ve sevdiği için aldatmamak, ihmâl etmemek aşıları yapılır, cemaat sevgisi verilir. Böylece aşkın terbiyesinden sonra ferdin şahsiyeti işlenir. Her hareketinde kendinin olma, kendi kendine bağlı kalma aşıları verilir. Arkasından mesuliyet duygusu gelir ve fert bu köprü vasıtasıyla hareketlerin âlemine aktarılır”[28] der ve öğretmenlerin nasıl insanlar yetiştirmeleri gerektiğini de “Muallim” adlı yazısında şöyle dile getirir:

“Muallim, gençlere bilmediklerini öğreten bir nakil değildir. Bu iş, kitabın işidir. Bilmediklerimiz hep kütüphanelerde bulunmaktadırlar. Her sahada yalnız bilinmeyeni bilmekle eski devrin skolastik tahsili elde edilir. Kitaptaki örümcek, kafamıza nakledilir. Ancak sınıfta okutacağı bilgilere sahip olan insanın yapabileceği iş ise bundan ileri gidemez. Bunun için kültürlü adam, kafaları, hatta ruhları işletmesini bilen adam lâzımdır.

Muallim, dünya hayatında rol almaya namzet olan genci kâinat karşısında kendine mahsus görüşlere sahip, bizzat kendisi için hayat kaideleri (ilkeleri) oluşturabilen bir bütün insan olarak yetiştirmesi lâzımdır.

Tahsil alelâde bir iş değil, bir mefkûre olmalıdır. Genç ruhların, derin ve sürekli bir sürur hâlinden doğuştan sahip oldukları bu mefkûreyi seneler içinde bir yığın bilgi hâlinde verilen ve asıl ruhtaki olgunlaşmak ihtiyacını duyurmayan hatalı bir tahsil, azar azar yok etmektedir.

Muallim, ruhlar sanatkârıdır. Muallim bilen, öğreten, irşat eden, yol gösteren, terbiye eden, hülâsa veli, mürebbi ve emin vasıflarına sahip insan olacaktır. Ruhların mürşidi, hayatın nazımı ve istikbâlin en emin kefili olacaktır. Bu yalnız okuma yazma öğreten insanın işi değildir.”[29]

İdealist ilim insanı Topçu, eğitim ile ilgili günümüzde de önemini ve geçerliliğini muhafaza eden görüşlerini hem yazılarında, hem de kitaplarında sıklıkla dile getirmiştir.

Sonuç

Eğitimin ve öğretmenin öncelikli amacının ahlâklı ve kişilikli bireyler yetiştirmek olduğunu söyleyen, 20’nci yüzyılın en önemli fikir, ruh ve gönül insanlarından Nurettin Topçu’nun eğitim, okul ve öğretmenlere ilişkin düşünceleri, günümüz eğitim anlayışlarına ışık tutacak niteliktedir. İdealist ilim insanı Topçu, eğitim ile ilgili günümüzde de önemini ve geçerliliğini muhafaza eden görüşlerini hem yazılarında, hem de kitaplarında sıklıkla dile getirmiştir. Özellikle ahlâk ve ahlâk eğitimi ile ilgili düşünceleri Türk eğitim sisteminin oluşturulmasında temel alınmalıdır. Eğitim politikaları belirlenirken öncelikle Türk toplumunu var eden ve ayakta tutacak olan değerlerin kaybedilmemesine özen gösterilmeli, okullar ve öğretmenler ilim ve irfan sahibi, güzel ahlâklı insanlar yetiştirmelidir.

 

Kaynakça

[1] Hüseyin Aydoğdu, “Ahlak filozofu” ve “Hareket Adamı” Olarak Nurettin Topçu”, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi(40), 2009, s. 439-462.

[2] Sedat Vahapoğlu, “Hareket Dergisi’nin Türk fikir hayatındaki etkileri”. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 2006, s.15.

[3] Ayhan Yücel, “Nurettin Topçu’yu Anlamak ve Anlatmak”, Nurettin Topçu’ya Armağan, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1992, s. 17.

[4] Cezmi Eraslan, Cumhuriyet Dönemi Eğitim Politikaları Sempozyumu, Ankara, 2010, s.1-2.

[5] Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2004, s.91.

[6] Eraslan, a.g.e., “Önsöz” kısmı, Ankara, 2010, s.1-2

[7] Metin Aydoğan, Türkiye Üzerine Notlar 1923-2005, Umay Yayınları, İzmir, 2005, s.99.

[8] Nurhayat Çelebi, H. Tezer Asan, “Cumhuriyet’in İlk Yıllarındaki (1923-1946) İnsan/Birey Yetiştirme Paradigmasının Son Osmanlı Birikimi ile Karşılaştırmalı Analizi”, Eğitim Öğretim Araştırmaları Dergisi, İstanbul, 2013, C.2, s.142.

[9] Ercan Türk, Türk Eğitim Sistemi ve Yönetimi, Nobel Yayıncılık, 1.baskı, Ankara 2002, s. 170-171

[10] Çelebi, a.g.m., s.143.

[11] Türk, a.g.e.,171.

[12] Vefa Taşdelen, “Necip Fazıl’ın Eğitim Anlayışı Üzerine Bir Deneme”, Kırgızistan Türkiye ManasÜniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü, 2017, s.4.

[13] Hüseyin Karaman, Nurettin Topçu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 2019, s.61.

[14] Karaman, a.g.e., s.59.

[15] Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2015, s. 61.

[16] Topçu, a.g.e., (Haz. Ezel Erverdi-İsmail Kara), Dergâh Yayınları, 3. Baskı, İstanbul,1997.

[17] Topçu, a.g.e., (Haz. Ezel Erverdi-İsmail Kara), Dergâh Yayınları, 3. Baskı, İstanbul,1997., s.78.

[18] Topçu, a.g.e., s.12.

[19] Topçu, a.g.e., s. 49.

[20] Nurettin Topçu, Ahlak Nizam, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2014, s.57.

[21] Topçu, a.g.e., s. 122.

[22] Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, Haz. Ezel Erverdi-İsmail Kara, Dergâh Yayınları, 1.Baskı, İstanbul, 1960, s.  42.

[23] Topçu, a.g.e., s.46.

[24] Karaman, a.g.e., s.60.

[25] Karaman, a.g.e., s.61.

[26] Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2015, s. 72-73.

[27] Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, Dergâh Yayınları, Haz. Ezel Erverdi-İsmail Kara, Dergâh Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 1960, s. 66.

[28] Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, Haz. Ezel Erverdi-İsmail Kara, Dergâh Yayınları, 1.Baskı, İstanbul, 1960, s. 69.

[29] Nurettin Topçu, “Muallim”, (hazırlayan İ. Kara,) Hareket fikir-sanat dergisi, 1(6), 1939, s.190-192.