
UKRAYNA-Rusya Savaşı’ndan
her gün yeni yeni şeyler öğreniyoruz. Birtakım önyargılarımız yıkılırken yeni
olgularla karşılaşıyoruz. Bu savaşın askerî bakımdan olduğu kadar belki de daha
fazla, küresel ölçekte stratejik, siyâsî ve ekonomik sonuçları olacağı
anlaşılmaktadır.
Görüldü
ki, Rus ordusu konvansiyonel gücü bakımından sanıldığı gibi değildir. Evet,
toplam ağırlığına bir diyecek yok, ama özgül ağırlığının hiç de öyle olmadığı
görülmüş oldu. Özellikle kara kuvvetlerinin Ukrayna ordusu karşısında aciz
durumlara düştüğünü izledik. Rus ordusu şu anda Ukrayna’da kısmen hava
kuvvetlerinin, özellikle ve esasen kullandığı süpersonik güdümlü seyir füzeleri
sayesinde, bunları askerî-sivil hedef ayırımı yapmaksızın vahşice kullanmasıyla
varlığını sürdürebilmektedir. Yani Rus ordusu aslında Ukrayna ordusuna
yenilmektedir de tek çare olarak yerleşim yerlerini, şehirleri yerle bir ederek
dehşet yaratmak suretiyle bir sonuç almaya çalışmaktadır. Şayet Ukrayna
ordusunun elinde yeterli miktarda etkili hava savunma sistemleri, en önemlisi
de füzesavarları olmuş olsaydı, Rus ordusuna iyi bir dayak atıp ülkesinden
sürmüş olabilirdi.
Olmadı,
çünkü Ukrayna’yı tanksavar ve kısmen de uçaksavar silahlarıyla destekleyen ABD
ve NATO, ellerinde olmasına rağmen füzesavar sistemlerini vermediler. Çünkü ABD,
Rusya’nın yenilgisiyle de olsa savaşın çabuk bitmesini istemiyor, Rusya’nın
olabildiğince yıpranmasını ve tükenmesini bekliyor. Ukrayna’nın yakılıp
yıkılmasına aldırmıyor, Zelenski’nin feryatlarına kulak tıkıyor.
Dünyanın
bütün askerî uzmanları şüphesiz bu savaşı büyük bir dikkatle izliyorlar.
Kanaatimce yeni konvansiyonel savaş konseptinin oluşturulmasında bu savaştan
elde edilen veriler belirleyici olacaktır. En dikkat çekici veri, bir kara
savaşında en etkili taarruz silahlarının artık tank ve diğer zırhlı araçların, helikopterlerin,
savaş uçaklarının değil; SİHA’ların, uzun menzilli lazer güdümlü topların ve
bilhassa güdümlü seyir füzelerinin; savunmada ise SİHA’ların, tanksavar
silahlarının ve bilhassa da orta irtifa ve yüksek irtifa hava savunma
sistemlerinin önem kazanmış olduğudur. Savaş uçaklarının ve tankların bugün
itibarıyla önemini tamamen kaybettiğini söylemek mümkün değilse de asimetrik
olduğu hâlde bu savaşta bu kadar çok sayıda kullanılmış olan tank, helikopter
ve savaş uçaklarının, bunları kullanan tarafın zayiatını artırmaktan başka
fazla bir işe yaramadığı görülmüştür. Ancak bu araçların insansız olanlarının
yapılması, bunların hem etkinliğini artıracak ve hem de insan zayiatını
asgariye indirecektir.
Bu durum muvacehesinde ülkemiz adına alacağımız ders, bundan böyle savaşların kaderinin giderek daha fazla havada belirlenecek olduğudur. Aslında Devletimiz doğru yoldadır; tanktan ziyade SİHA sanayiine, üzerinde çalışılan Millî Muharip Uçak’tan daha fazla BAYKAR’ın üzerinde çalıştığı insansız savaş uçağına, Koral ve diğer orta irtifa hava savunma silahlarının daha çok üretilip geliştirilmesine, S-400 gibi yüksek irtifa savunma sistemlerine, uzun menzilli ve güdümlü supersonik füze üretimine ağırlık vermemiz gerekiyor. Şayet bu alanlarda yeterli seviyeye ulaşabilir ve mutlaka caydırıcı olması bakımından nükleer silaha sahip olabilirsek, bundan böyle Rusya dâhil hiçbir devletten korkumuz kalmayacaktır.
ABD’nin
rahatlığı
İşin
başında Rus ordusu bütün “heybetiyle” Ukrayna’ya saldırdığında, AB
devletlerinin korkudan paniklediğini, NATO’nun ne yapacağını bilemediğini,
ABD’nin acz içinde olaya sadece seyirci kaldığını düşünmüştük. Bu düşüncemiz
uzun süre devam etmişti. Yanılmışız! Evet, Avrupa’nın korktuğu, NATO Genel
Sekreteri’nin gelişigüzel açıklamalar yaptığı doğru olmakla beraber, ABD’nin
tavrının hiç de acizlik olmayıp, tamamen kendi yazmış olduğu senaryonun sahnelenmekte
olduğunun rahatlığı içerisinde olayları izlemiş ve yönetmiş olduğunu şimdi
rahatlıkla idrak edebiliyoruz.
An
itibariyle ipler tamamen ABD Başkanı Baydın’ın elindedir. Rusya’nın daha çok
barbarlık yapması, daha çok masum sivilleri katletmesi, Baydın senaryosunun
unsurlarındandır. Bu sayede Baydın bir taşla birden fazla kuş vuruyor. Bu
sayede, daha önce bir türlü zapturapt altına alamadığı AB’yi adamakıllı
kendisine bağlamış, dünya kamuoyunu arkasına alarak BM Genel Kurulu’nda 24 oya
karşı 93 oyla Rusya’yı BM İnsan Hakları Konseyi’nden ihraç ettirmiş, birçok
ülkeye onlarca Rus diplomatını sınır dışı ettirmiş, yeni ilâve yaptırımlara
katılmalarını sağlamıştır.
Bunlar
henüz başlangıçtır; hedefinde Rusya’yı içten karıştırarak mahvetmek, savaş
sonrası muhtemelen Putin’i ve ekibini Lahey Adalet Divanı’nda savaş suçlusu olarak
yargılatmak vardır. Yapabilir mi? Yapabilir! Zaten şimdiden dünya kamuoyunu
buna ikna etmiş gibidir. AB Komisyonu Başkanı Van Der Layen, Kiev
yakınlarındaki toplu mezarları ziyaret ettikten sonra, “Siyasiler de dâhil,
bunun sorumluları yargılanacaktır” diye beyanat vermiştir.
Baydın’ın
planı tıkır tıkır yürüyor.
Rusya
cephesinden bakarsak; Putin de tıpkı Zelenski gibi Baydın’ın tuzağına fena
düşmüştür. Rus ordusu varını yoğunu ortaya koymasına, Ukrayna’ya büyük çapta
zarar vermiş de olmasına rağmen altı hafta sonunda hedeflerinin hemen hemen
hiçbirine ulaşamamış, buna karşılık büyük çapta zayiat vermiştir. Amerikalı
meşhur General Petreus, beş hafta içerisinde Rus ordusunun 13 bin civarında
olduğu tahmin edilen asker kaybının inanılmaz yüksek bir rakam olduğunu
söylemiştir.
Ukrayna
ordusunun ise teslim olmaya niyeti olmadığı gibi tam aksine, elde ettiği
başarılar sebebiyle morali yerindedir.
Şimdi
Rus ordusu, Kiev bölgesindeki güçlerini Donbas bölgesine taşıyarak burada yığınak
yapmakta ve yeniden yapılanmak suretiyle büyük bir saldırıya hazırlanmaktadır. Putin,
Ukrayna’daki güçlerin komutanını da görevden alıp yerine Suriye’deki
kuvvetlerinin komutanını getirmiştir. Buna karşılık Ukrayna ordusu da bölgedeki
güçlerini takviye etmekte, savaşa hazırlanmaktadır.
ABD
gelişmeleri dikkatle takip ediyor. Rusya bu savaşı nasıl ki mutlaka kazanmak
zorunda olduğunu düşünüyorsa, Baydın da kendisi için aynı şekilde düşünüyor.
Çünkü bu savaş, ABD’nin Rusya’ya karşı yürüttüğü bir vekâlet savaşıdır. Baydın
bu defa füzesavar silahları da dâhil olmak üzere Ukrayna’ya külliyetli miktarda
yeni bir silah yardımı göndermekte olduğunu beyan etmiştir.
Önümüzdeki
günlerde çok kanlı bir savaşa şahit olacağımız muhakkak gibidir.
Rusya
bu savaşta öncekilerden farklı olarak nasıl bir strateji ve taktik uygulayacak
da aynı kötü durumlara düşmeyecek bilmiyorum, ama ileri evrelerinde şayet Donbas
savaşı Rusya için bir savunma savaşına dönüşürse, şaşmam. Rus askerinin de, Putin’in
ve ekibinin de moralinin hiç iyi olmadığında şüphe yok. Kremlin Sözcüsü Dimitri
Peskov, “çok büyük kayıplar verdiklerini, bunun bir trajedi olduğunu” söylemek
suretiyle bunu en yüksek ağızdan itiraf etmiştir.
Baydın, Putin’in peşini bırakmamakta kararlı görünüyor. Putin zordadır; peki, çok sıkışırsa ne yapabilir? İkide bir sözünü ettiği gibi nükleer silah kullanabilir mi? Şayet bunu yaparsa, Avrupa’nın ve ABD’nin durumu ne olur bilemem ama ortada Rusya diye bir devlet kalmaz!
Olayların fitilini çok sıcak durumdaki Tayvan krizi tetikleyebilir.
Çin
bu mücadelenin neresinde?
ABD’nin
küresel boyuttaki hedefleri ve stratejileri içerisinde Ukrayna Savaşı’nın Donbas
ve Kırım meselelerinden çok daha öte bir rolü söz konusudur. Konuyu biraz
açalım…
Çokça
edilen bir söz var: “Ekonomik olarak hızla büyüyen Çin, yakın gelecekte ABD’yi
geçerek 2030 yılında dünyanın ‘1’ numaralı ekonomik gücü olacaktır…”
Doğrudur,
Çin her yıl rekor oranlarda ekonomik büyümelere imza atıyor, yumuşak gücü
sermayesiyle dünyanın her tarafına yayılıyor. Afrika’da Batılı sömürgecilerin
yerini alıyor, bu kıtayı adeta işgal ediyor. Suudi Arabistan ve BAE gibi Orta Doğu’daki
Arap ülkelerine teknolojisiyle giriyor. Afganistan’a, Rusya’nın doğusuna, Orta
Asya’daki Türk yurtlarına sadece sermaye değil, aynı zamanda devamlı olarak
artan nüfus aktarımlarında bulunuyor. İran’la kırk yıllık bir anlaşma yaparak
bu ülkenin içine yerleşmeyi hedeflerken enerji tedarikini teminat altına
alıyor. En büyük mega projesi de bilindiği gibi Bir Kuşak Bir Yol Projesi’dir.
Bu projeyle tarihî İpekyolu’nu canlandırarak güzergâhtaki ülkelerde etkinliğini
daha da artırmayı ve Avrupa’nın kalbine kadar girmeyi hedefliyor.
Böyle
devasa bir ekonomik güce sahip olan Çin, her ne kadar nükleer silaha sahip ise
de askerî güç bakımından bugün için ABD ve NATO ile boy ölçüşebilecek seviyede
değildir. Bununla beraber, bu alanda da çok büyük bir çaba içerisinde, Batı ile
arasındaki mesafeyi kapatarak yakın gelecekte hem ekonomide, hem de askerî
kapasitede dünyanın “1” numaralı süper gücü olma hedefini gütmektedir. Bu
hedefine ulaşıncaya kadar Batı’ya karşı kendisini koruyabilmek adına Rusya’nın
askerî gücüne sığınmak için (aslında ileride bu ülkeyle de çıkar çatışmasına
girecek olması kaçınılmaz olsa da) bu devletle beraber Batı’ya karşı bir cephe
oluşturma yolunu seçmiştir.
Ukrayna’dan
ABD-Çin gerilimine bakmak
Çin’in
bu yükselişi bütün dünyanın, dolayısıyla da ABD’nin de gözünün önünde oluyor. ABD’nin
bu durumu çaresizce seyretmesi, kadere rıza göstermesi elbette beklenemez.
Siyâsî, ekonomik, stratejik ve gerekirse askerî her türlü imkânı kullanarak,
yol yakınken bir an önce Çin’i durduracak, durdurmak isteyecektir. Bunun için
öncelikle Çin’in yandaşı durumundaki Rusya’yı devreden çıkarmak, Çin ile baş
başa kalmak istemektedir.
ABD
için Ukrayna Savaşı’nın anlamı budur. Bu itibarla “Ukrayna’da şu kadar çocuk
öldürülmüş, bu kadar şehir tarumar edilmiş” demenin ABD’nin nezdinde hiçbir
mânâsı ve değeri yoktur. Ukrayna Savaşı’nı dengeli bir şekilde olabildiğince uzatarak
Rusya’yı ekonomik, askerî, siyâsî ve stratejik her yönden çökertmek ve dünyadan
tecrit etmek istemektedir. Görüldüğü gibi, bu plânını şu ana kadar başarıyla
uygulamıştır, uygulamaya devam etmektedir.
Rusya’yı
Ukrayna’da hırpalarken, ABD öbür tarafta Çin’e karşı da gerekli adımları
atmaktadır. Çin, bilindiği gibi ekonomideki muhteşem yükselişini uzun yıllar
sinsice, başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinin sırtından geçinerek
gerçekleştirmişti. ABD ilk iş olarak, daha Başkan Trump zamanında, Çin’e
sağlamış olduğu birtakım ticarî avantajları iptal etmiş idi. Başkan Baydın ise
AB’yi de zorlayarak bu yöne daha da ağırlık veriyor, Çin’in Bir Kuşak Bir Yol Projesi’nin
önünü kesmek için ilgili ülkeler üzerinde siyaset geliştirmeye çalışıyor. Bu
meyanda ABD, Çin ve Rusya ile iyi ilişkiler içinde olan Pakistan Başbakanı
İmran Han’ı önce tehdit etmiş, bir sonuç alamayınca da İmran Han’ın koalisyon
ortağı olan partiyi ayartarak muhalefete geçirmiş, böylece partisi azınlığa
düşen İmran Han, bir güvensizlik oylamasıyla başbakanlıktan düşürülmüştür.
Şimdi kardeş Pakistan Devleti’nin başına, kendisine tâbi, Çin ve Rusya karşıtı
bir yönetim getirmeye çalışacaktır.
6-7 Nisan’da Brüksel’de yapılan NATO Dışişleri Bakanları
toplantısına NATO üyesi olmayan Ukrayna, Avustralya, Finlandiya, Gürcistan,
Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda ve İsveç Dışişleri Bakanlarının da
çağrıldılar. Toplantıda ittifak üyeleri, “krizin küresel etkileri olduğu için
Asya-Pasifik’teki ortaklarla da iş birliğinin hızlandırılmasına” karar verdiler.
Bu ifadenin mânâsı açık: Aslında bir Kuzey Atlantik Savunma Teşkilatı olan NATO’yu
kullanan ABD, işin içine Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda’yı da
katarak Çin’i stratejik-askerî kıskaca alma hesabı yapıyor. Önümüzdeki aylarda
ve yıllarda Pasifik bölgesi çok önemli olaylara gebedir. Olayların fitilini çok
sıcak durumdaki Tayvan krizi tetikleyebilir.
Bilindiği gibi Çin, Tayvan’ın kurulu olduğu Formoza adasını
kendi toprağı saymakta ve adayı ülkesine katmak istemektedir. Buna karşı ABD ise
Tayvan’ı savunmaktadır. ABD Savunma Bakanı Austin, yakınlarda konuyla ilgili olarak
verdiği beyanatında, Tayvan’a karşı yapılacak bir harekete kayıtsız
kalmayacaklarını dile getirmiştir.
Son söz
Mevcut tablo şudur: ABD, Rusya ve Çin... Bu üç süper gücün her
biri, birbirleriyle çatışan büyük emperyal hedefler peşindedirler. Ancak mevcut
şartlar gereği kısa dönemde Rusya ve Çin, müşterek bir cephe oluşturmuştur.
Dolayısıyla dünya giderek daha da belirginleşen ABD+AB ve Rusya+Çin olarak iki
kutba doğru gitmekte, sıcak çatışma ihtimâli artmaktadır. Bir NATO üyesi olarak
Türkiye’nin mevcut denge politikasını sürdürmesi giderek zorlaşmaktadır. Allah
Devletimizin, Devlet Başkanımızın yardımcısı olsun!
“Taraflar arasındaki bu mücadele nereye kadar varır?”
diyorsanız, benim kanaatime göre mutlaka nükleer bir savaşa kadar gidecektir. İki
büyük dünya savaşı, nimetlerin paylaşılamama kavgasından çıkmıştı; o zamanlara
nispetle bugün talep çok daha fazla, nimetler ise çok daha sınırlıdır. Hiç
kimse bir nükleer savaşı düşünmek dahi istemiyor olsa da savaş kimseden izin
almaz, kendiliğinden gelir ve buna hiç kimse engel olamaz. Türkiye ve Türk
Devletleri Teşkilatı üyesi ülkeler keşke bu çatışmada tarafsız kalabilseler!