Nükleer savaş kaçınılmaz mı?

Devletimiz doğru yoldadır; tanktan ziyade SİHA sanayiine, üzerinde çalışılan Millî Muharip Uçak’tan daha fazla BAYKAR’ın üzerinde çalıştığı insansız savaş uçağına, Koral ve diğer orta irtifa hava savunma silahlarının daha çok üretilip geliştirilmesine, S-400 gibi yüksek irtifa savunma sistemlerine, uzun menzilli ve güdümlü supersonik füze üretimine ağırlık vermemiz gerekiyor.

UKRAYNA-Rusya Savaşı’ndan her gün yeni yeni şeyler öğreniyoruz. Birtakım önyargılarımız yıkılırken yeni olgularla karşılaşıyoruz. Bu savaşın askerî bakımdan olduğu kadar belki de daha fazla, küresel ölçekte stratejik, siyâsî ve ekonomik sonuçları olacağı anlaşılmaktadır.

Görüldü ki, Rus ordusu konvansiyonel gücü bakımından sanıldığı gibi değildir. Evet, toplam ağırlığına bir diyecek yok, ama özgül ağırlığının hiç de öyle olmadığı görülmüş oldu. Özellikle kara kuvvetlerinin Ukrayna ordusu karşısında aciz durumlara düştüğünü izledik. Rus ordusu şu anda Ukrayna’da kısmen hava kuvvetlerinin, özellikle ve esasen kullandığı süpersonik güdümlü seyir füzeleri sayesinde, bunları askerî-sivil hedef ayırımı yapmaksızın vahşice kullanmasıyla varlığını sürdürebilmektedir. Yani Rus ordusu aslında Ukrayna ordusuna yenilmektedir de tek çare olarak yerleşim yerlerini, şehirleri yerle bir ederek dehşet yaratmak suretiyle bir sonuç almaya çalışmaktadır. Şayet Ukrayna ordusunun elinde yeterli miktarda etkili hava savunma sistemleri, en önemlisi de füzesavarları olmuş olsaydı, Rus ordusuna iyi bir dayak atıp ülkesinden sürmüş olabilirdi.

Olmadı, çünkü Ukrayna’yı tanksavar ve kısmen de uçaksavar silahlarıyla destekleyen ABD ve NATO, ellerinde olmasına rağmen füzesavar sistemlerini vermediler. Çünkü ABD, Rusya’nın yenilgisiyle de olsa savaşın çabuk bitmesini istemiyor, Rusya’nın olabildiğince yıpranmasını ve tükenmesini bekliyor. Ukrayna’nın yakılıp yıkılmasına aldırmıyor, Zelenski’nin feryatlarına kulak tıkıyor.

Dünyanın bütün askerî uzmanları şüphesiz bu savaşı büyük bir dikkatle izliyorlar. Kanaatimce yeni konvansiyonel savaş konseptinin oluşturulmasında bu savaştan elde edilen veriler belirleyici olacaktır. En dikkat çekici veri, bir kara savaşında en etkili taarruz silahlarının artık tank ve diğer zırhlı araçların, helikopterlerin, savaş uçaklarının değil; SİHA’ların, uzun menzilli lazer güdümlü topların ve bilhassa güdümlü seyir füzelerinin; savunmada ise SİHA’ların, tanksavar silahlarının ve bilhassa da orta irtifa ve yüksek irtifa hava savunma sistemlerinin önem kazanmış olduğudur. Savaş uçaklarının ve tankların bugün itibarıyla önemini tamamen kaybettiğini söylemek mümkün değilse de asimetrik olduğu hâlde bu savaşta bu kadar çok sayıda kullanılmış olan tank, helikopter ve savaş uçaklarının, bunları kullanan tarafın zayiatını artırmaktan başka fazla bir işe yaramadığı görülmüştür. Ancak bu araçların insansız olanlarının yapılması, bunların hem etkinliğini artıracak ve hem de insan zayiatını asgariye indirecektir.

Bu durum muvacehesinde ülkemiz adına alacağımız ders, bundan böyle savaşların kaderinin giderek daha fazla havada belirlenecek olduğudur. Aslında Devletimiz doğru yoldadır; tanktan ziyade SİHA sanayiine, üzerinde çalışılan Millî Muharip Uçak’tan daha fazla BAYKAR’ın üzerinde çalıştığı insansız savaş uçağına, Koral ve diğer orta irtifa hava savunma silahlarının daha çok üretilip geliştirilmesine, S-400 gibi yüksek irtifa savunma sistemlerine, uzun menzilli ve güdümlü supersonik füze üretimine ağırlık vermemiz gerekiyor. Şayet bu alanlarda yeterli seviyeye ulaşabilir ve mutlaka caydırıcı olması bakımından nükleer silaha sahip olabilirsek, bundan böyle Rusya dâhil hiçbir devletten korkumuz kalmayacaktır.


ABD’nin rahatlığı

İşin başında Rus ordusu bütün “heybetiyle” Ukrayna’ya saldırdığında, AB devletlerinin korkudan paniklediğini, NATO’nun ne yapacağını bilemediğini, ABD’nin acz içinde olaya sadece seyirci kaldığını düşünmüştük. Bu düşüncemiz uzun süre devam etmişti. Yanılmışız! Evet, Avrupa’nın korktuğu, NATO Genel Sekreteri’nin gelişigüzel açıklamalar yaptığı doğru olmakla beraber, ABD’nin tavrının hiç de acizlik olmayıp, tamamen kendi yazmış olduğu senaryonun sahnelenmekte olduğunun rahatlığı içerisinde olayları izlemiş ve yönetmiş olduğunu şimdi rahatlıkla idrak edebiliyoruz.

An itibariyle ipler tamamen ABD Başkanı Baydın’ın elindedir. Rusya’nın daha çok barbarlık yapması, daha çok masum sivilleri katletmesi, Baydın senaryosunun unsurlarındandır. Bu sayede Baydın bir taşla birden fazla kuş vuruyor. Bu sayede, daha önce bir türlü zapturapt altına alamadığı AB’yi adamakıllı kendisine bağlamış, dünya kamuoyunu arkasına alarak BM Genel Kurulu’nda 24 oya karşı 93 oyla Rusya’yı BM İnsan Hakları Konseyi’nden ihraç ettirmiş, birçok ülkeye onlarca Rus diplomatını sınır dışı ettirmiş, yeni ilâve yaptırımlara katılmalarını sağlamıştır.

Bunlar henüz başlangıçtır; hedefinde Rusya’yı içten karıştırarak mahvetmek, savaş sonrası muhtemelen Putin’i ve ekibini Lahey Adalet Divanı’nda savaş suçlusu olarak yargılatmak vardır. Yapabilir mi? Yapabilir! Zaten şimdiden dünya kamuoyunu buna ikna etmiş gibidir. AB Komisyonu Başkanı Van Der Layen, Kiev yakınlarındaki toplu mezarları ziyaret ettikten sonra, “Siyasiler de dâhil, bunun sorumluları yargılanacaktır” diye beyanat vermiştir.

Baydın’ın planı tıkır tıkır yürüyor.

Rusya cephesinden bakarsak; Putin de tıpkı Zelenski gibi Baydın’ın tuzağına fena düşmüştür. Rus ordusu varını yoğunu ortaya koymasına, Ukrayna’ya büyük çapta zarar vermiş de olmasına rağmen altı hafta sonunda hedeflerinin hemen hemen hiçbirine ulaşamamış, buna karşılık büyük çapta zayiat vermiştir. Amerikalı meşhur General Petreus, beş hafta içerisinde Rus ordusunun 13 bin civarında olduğu tahmin edilen asker kaybının inanılmaz yüksek bir rakam olduğunu söylemiştir.

Ukrayna ordusunun ise teslim olmaya niyeti olmadığı gibi tam aksine, elde ettiği başarılar sebebiyle morali yerindedir.  

Şimdi Rus ordusu, Kiev bölgesindeki güçlerini Donbas bölgesine taşıyarak burada yığınak yapmakta ve yeniden yapılanmak suretiyle büyük bir saldırıya hazırlanmaktadır. Putin, Ukrayna’daki güçlerin komutanını da görevden alıp yerine Suriye’deki kuvvetlerinin komutanını getirmiştir. Buna karşılık Ukrayna ordusu da bölgedeki güçlerini takviye etmekte, savaşa hazırlanmaktadır.

ABD gelişmeleri dikkatle takip ediyor. Rusya bu savaşı nasıl ki mutlaka kazanmak zorunda olduğunu düşünüyorsa, Baydın da kendisi için aynı şekilde düşünüyor. Çünkü bu savaş, ABD’nin Rusya’ya karşı yürüttüğü bir vekâlet savaşıdır. Baydın bu defa füzesavar silahları da dâhil olmak üzere Ukrayna’ya külliyetli miktarda yeni bir silah yardımı göndermekte olduğunu beyan etmiştir.  

Önümüzdeki günlerde çok kanlı bir savaşa şahit olacağımız muhakkak gibidir.

Rusya bu savaşta öncekilerden farklı olarak nasıl bir strateji ve taktik uygulayacak da aynı kötü durumlara düşmeyecek bilmiyorum, ama ileri evrelerinde şayet Donbas savaşı Rusya için bir savunma savaşına dönüşürse, şaşmam. Rus askerinin de, Putin’in ve ekibinin de moralinin hiç iyi olmadığında şüphe yok. Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov, “çok büyük kayıplar verdiklerini, bunun bir trajedi olduğunu” söylemek suretiyle bunu en yüksek ağızdan itiraf etmiştir.  

Baydın, Putin’in peşini bırakmamakta kararlı görünüyor. Putin zordadır; peki, çok sıkışırsa ne yapabilir? İkide bir sözünü ettiği gibi nükleer silah kullanabilir mi? Şayet bunu yaparsa, Avrupa’nın ve ABD’nin durumu ne olur bilemem ama ortada Rusya diye bir devlet kalmaz!

Olayların fitilini çok sıcak durumdaki Tayvan krizi tetikleyebilir. 

Çin bu mücadelenin neresinde?

ABD’nin küresel boyuttaki hedefleri ve stratejileri içerisinde Ukrayna Savaşı’nın Donbas ve Kırım meselelerinden çok daha öte bir rolü söz konusudur. Konuyu biraz açalım…

Çokça edilen bir söz var: “Ekonomik olarak hızla büyüyen Çin, yakın gelecekte ABD’yi geçerek 2030 yılında dünyanın ‘1’ numaralı ekonomik gücü olacaktır…”

Doğrudur, Çin her yıl rekor oranlarda ekonomik büyümelere imza atıyor, yumuşak gücü sermayesiyle dünyanın her tarafına yayılıyor. Afrika’da Batılı sömürgecilerin yerini alıyor, bu kıtayı adeta işgal ediyor. Suudi Arabistan ve BAE gibi Orta Doğu’daki Arap ülkelerine teknolojisiyle giriyor. Afganistan’a, Rusya’nın doğusuna, Orta Asya’daki Türk yurtlarına sadece sermaye değil, aynı zamanda devamlı olarak artan nüfus aktarımlarında bulunuyor. İran’la kırk yıllık bir anlaşma yaparak bu ülkenin içine yerleşmeyi hedeflerken enerji tedarikini teminat altına alıyor. En büyük mega projesi de bilindiği gibi Bir Kuşak Bir Yol Projesi’dir. Bu projeyle tarihî İpekyolu’nu canlandırarak güzergâhtaki ülkelerde etkinliğini daha da artırmayı ve Avrupa’nın kalbine kadar girmeyi hedefliyor.

Böyle devasa bir ekonomik güce sahip olan Çin, her ne kadar nükleer silaha sahip ise de askerî güç bakımından bugün için ABD ve NATO ile boy ölçüşebilecek seviyede değildir. Bununla beraber, bu alanda da çok büyük bir çaba içerisinde, Batı ile arasındaki mesafeyi kapatarak yakın gelecekte hem ekonomide, hem de askerî kapasitede dünyanın “1” numaralı süper gücü olma hedefini gütmektedir. Bu hedefine ulaşıncaya kadar Batı’ya karşı kendisini koruyabilmek adına Rusya’nın askerî gücüne sığınmak için (aslında ileride bu ülkeyle de çıkar çatışmasına girecek olması kaçınılmaz olsa da) bu devletle beraber Batı’ya karşı bir cephe oluşturma yolunu seçmiştir.

Ukrayna’dan ABD-Çin gerilimine bakmak

Çin’in bu yükselişi bütün dünyanın, dolayısıyla da ABD’nin de gözünün önünde oluyor. ABD’nin bu durumu çaresizce seyretmesi, kadere rıza göstermesi elbette beklenemez. Siyâsî, ekonomik, stratejik ve gerekirse askerî her türlü imkânı kullanarak, yol yakınken bir an önce Çin’i durduracak, durdurmak isteyecektir. Bunun için öncelikle Çin’in yandaşı durumundaki Rusya’yı devreden çıkarmak, Çin ile baş başa kalmak istemektedir.

ABD için Ukrayna Savaşı’nın anlamı budur. Bu itibarla “Ukrayna’da şu kadar çocuk öldürülmüş, bu kadar şehir tarumar edilmiş” demenin ABD’nin nezdinde hiçbir mânâsı ve değeri yoktur. Ukrayna Savaşı’nı dengeli bir şekilde olabildiğince uzatarak Rusya’yı ekonomik, askerî, siyâsî ve stratejik her yönden çökertmek ve dünyadan tecrit etmek istemektedir. Görüldüğü gibi, bu plânını şu ana kadar başarıyla uygulamıştır, uygulamaya devam etmektedir.

Rusya’yı Ukrayna’da hırpalarken, ABD öbür tarafta Çin’e karşı da gerekli adımları atmaktadır. Çin, bilindiği gibi ekonomideki muhteşem yükselişini uzun yıllar sinsice, başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinin sırtından geçinerek gerçekleştirmişti. ABD ilk iş olarak, daha Başkan Trump zamanında, Çin’e sağlamış olduğu birtakım ticarî avantajları iptal etmiş idi. Başkan Baydın ise AB’yi de zorlayarak bu yöne daha da ağırlık veriyor, Çin’in Bir Kuşak Bir Yol Projesi’nin önünü kesmek için ilgili ülkeler üzerinde siyaset geliştirmeye çalışıyor. Bu meyanda ABD, Çin ve Rusya ile iyi ilişkiler içinde olan Pakistan Başbakanı İmran Han’ı önce tehdit etmiş, bir sonuç alamayınca da İmran Han’ın koalisyon ortağı olan partiyi ayartarak muhalefete geçirmiş, böylece partisi azınlığa düşen İmran Han, bir güvensizlik oylamasıyla başbakanlıktan düşürülmüştür. Şimdi kardeş Pakistan Devleti’nin başına, kendisine tâbi, Çin ve Rusya karşıtı bir yönetim getirmeye çalışacaktır.

6-7 Nisan’da Brüksel’de yapılan NATO Dışişleri Bakanları toplantısına NATO üyesi olmayan Ukrayna, Avustralya, Finlandiya, Gürcistan, Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda ve İsveç Dışişleri Bakanlarının da çağrıldılar. Toplantıda ittifak üyeleri, “krizin küresel etkileri olduğu için Asya-Pasifik’teki ortaklarla da iş birliğinin hızlandırılmasına” karar verdiler. Bu ifadenin mânâsı açık: Aslında bir Kuzey Atlantik Savunma Teşkilatı olan NATO’yu kullanan ABD, işin içine Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda’yı da katarak Çin’i stratejik-askerî kıskaca alma hesabı yapıyor. Önümüzdeki aylarda ve yıllarda Pasifik bölgesi çok önemli olaylara gebedir. Olayların fitilini çok sıcak durumdaki Tayvan krizi tetikleyebilir.

Bilindiği gibi Çin, Tayvan’ın kurulu olduğu Formoza adasını kendi toprağı saymakta ve adayı ülkesine katmak istemektedir. Buna karşı ABD ise Tayvan’ı savunmaktadır. ABD Savunma Bakanı Austin, yakınlarda konuyla ilgili olarak verdiği beyanatında, Tayvan’a karşı yapılacak bir harekete kayıtsız kalmayacaklarını dile getirmiştir.

Son söz

Mevcut tablo şudur: ABD, Rusya ve Çin... Bu üç süper gücün her biri, birbirleriyle çatışan büyük emperyal hedefler peşindedirler. Ancak mevcut şartlar gereği kısa dönemde Rusya ve Çin, müşterek bir cephe oluşturmuştur. Dolayısıyla dünya giderek daha da belirginleşen ABD+AB ve Rusya+Çin olarak iki kutba doğru gitmekte, sıcak çatışma ihtimâli artmaktadır. Bir NATO üyesi olarak Türkiye’nin mevcut denge politikasını sürdürmesi giderek zorlaşmaktadır. Allah Devletimizin, Devlet Başkanımızın yardımcısı olsun!

“Taraflar arasındaki bu mücadele nereye kadar varır?” diyorsanız, benim kanaatime göre mutlaka nükleer bir savaşa kadar gidecektir. İki büyük dünya savaşı, nimetlerin paylaşılamama kavgasından çıkmıştı; o zamanlara nispetle bugün talep çok daha fazla, nimetler ise çok daha sınırlıdır. Hiç kimse bir nükleer savaşı düşünmek dahi istemiyor olsa da savaş kimseden izin almaz, kendiliğinden gelir ve buna hiç kimse engel olamaz. Türkiye ve Türk Devletleri Teşkilatı üyesi ülkeler keşke bu çatışmada tarafsız kalabilseler!