Nuh Tufanı’ndan beter!

“Kıyma bana!” diyebilirsin. “Daha yaşamak istiyorum!” diyebilirsin. “Ölmek şimdi zor göründü gözüme” diye ekleyebilirsin de… De, çekinme! Her istediğini de de, bakalım seni dinler mi o hazreti virüs? Şaka değil, bu bütün afetlerden beter! Belki bazıları farkında değil ama Nuh Tufanı gibi bir büyük hâdisenin içindeyiz. İmtihan büyük çaplı. Ders büyük çaplı. Dert büyük çaplı. Hazreti Nuh’un hikâyesi, bütün kutsal kitaplarda geçer. O tufanı, ıslah olmamakta direnenler için, Cenâb-ı Allah’ın gönderdiğine inanırız. Kimine ceza, kimine ödüldür.

ZENGİN fakir ayırmıyor. En fakirinden en zenginine kadar, herkesi aynı şekilde etkileyebiliyor.

Ünlü sanatçılar, dünya çapında tanınmış sporcular, siyasetçiler… Hiç kimseye iltimas yok.

Bakanların, başbakanların da bu hastalığın pençesine düştüğünü gördük…

Kralların, kraliçelerin de peşinde… Böyle olunca, prensler ve prensesler de muaf değil tabiî.

Kadın erkek, genç yaşlı ayrımı da yok.

“Geri kalmış ülke”, “ileri gitmiş ülke” diye bir tasnif de yapmıyor.

Siyahtı, beyazdı, çekik gözlüydü, kısa boyluydu, kıvırcık saçlıydı demiyor hiç.

İlk zamanlar yaşlılara zarar verdiği, sadece onları öldürdüğü sanıldı, sonra “en fazla yaşlılar ve müzmin (kronik) rahatsızlığı olanlar” şeklinde düzeltildi.

Yalnızca bir bölgeyi, bir ülkeyi, bir kıtayı değil, bütün dünyayı sardı.

Cihanşümul… Bir peygamber gibi… Nefes alıp veren herkes için eşit mesafede.

“Gel” diyor, “Kim olursan ol, gel”...

Gelirsen, görürsün gününü!

Evinde oturmaktan sıkılan ve o çağrıya uyarak sokağa çıkana, başkalarıyla bir arada vakit geçirmekten çekinmeyene gösteriyor da nitekim. Hem gününü, hem gecesini…

Ne güzel bir hastalık!

Azıtanları hizaya sokuyor.

Şımaranları çizgiye çekiyor.

Bu kadar dar değil hedef kitlesi. İki kalemde saymaya kalkmak yanlıştır. Dahası var.

Harala gürele yaşayanları…

Sınırlı ömrünü, bitmek tükenmek bilmez bir koşuşturmaca içinde geçirenleri…

Hep daha fazlası için hırsa kapılanları…

Durup düşünmeye vakit ayırmayanları…

Eviyle barkıyla, çoluk çocuğuyla, bahçesindeki çiçekle, ağaçla ilgilenmeyi zayıflık sayanları…

Hiç kitap-dergi okuyacak vakti olmadığından yakınanları…

Hepsini, sarışını esmeri kumralını, saçlısını saçsızını, suçlusunu suçsuzunu, herkesi karşısında hizaya soktu, saygı duruşuna mecbur kıldı.

Maske takılacak, tak!

Eller yıkanacak, yıka!

Kimseye yaklaşılmayacak, yaklaşma!

Akıllı olunacak, ol!

“Ol” dediler sana… Olmadın mı?

Efelik mi tasladın durduk yere?

Alınan tedbirlere küçümser edâyla mı baktın?

Bazılarını eleştirdin, hattâ hepsine dudak mı büktün?

Dalga mı geçtin?

Yanlış mı buldun?

Uyarılara karşı gelmeye çalışarak, maskesiz dolaşıp herkese yakın mı durdun?

Bütün bunlar yetmezmiş gibi, bir kendini çok akıllı, herkesi (burada “herkes”, “bütün dünya” anlamına gelir) akılsız mı sandın?

Eh, bu durumda, başına her ne gelirse gelsin, sesini çıkarmayacaksın!

Oturacaksın oturduğun yerde, yatacaksın yattığın yerde… Tedavi bile beklemeyeceksin. Hakkın yok çünkü.

Seni hastaneye almak bile yanlış.

Koronanla, virüsünle, 19’unla, 20’nle paşa paşa geçinmeye çalışacaksın. Onunla birlikte yaşamayı öğreneceksin.

“Kıyma bana!” diyebilirsin. “Daha yaşamak istiyorum!” diyebilirsin. “Ölmek şimdi zor göründü gözüme” diye ekleyebilirsin de…

De, çekinme! Her istediğini de de, bakalım seni dinler mi o hazreti virüs?

Şaka değil, bu bütün afetlerden beter!

Belki bazıları farkında değil ama Nuh Tufanı gibi bir büyük hâdisenin içindeyiz.

İmtihan büyük çaplı.

Ders büyük çaplı.

Dert büyük çaplı.

Hazreti Nuh’un hikâyesi, bütün kutsal kitaplarda geçer. O tufanı, ıslah olmamakta direnenler için, Cenâb-ı Allah’ın gönderdiğine inanırız. Kimine ceza, kimine ödüldür.

Her ne hikmetse, bizim başımıza gelenlerin aynı yerden kaynaklandığını anlamakta zorlanırız. Zorlanmaktayız.

Bazıları, “Hadi canım!” diyor, “Her şeyi de Allah’a mı bağlayalım?”

Şaka gibi ama ne yapalım ki böyle düşünenler var. Bir de, düşüncelerini dile getiriyorlar da öğreniyoruz.

“Acaba başımıza gelen iyi veya kötü hâdiselerin hangilerini, ne kadarını Allah’a bağlamak uygundur?” diye sormak lâzım.

Olan bitenin farkında olmakla mükellef durumdayız, bunu bile kavramakta zorlanıyoruz.

Farkında olmamak, sıcaklığındandır belki…

Hani kolu bacağı burkulan kişi, ilk anda fark edemez, yürümeye veya iş görmeye devam eder de sonradan o hasar gören uzuv şişer, acımaya başlar ve ilk anda sıcaklamasından dolayı ne derece ciddiyet arz ettiği yeterince anlaşılmamış diye izah ederler, onun gibi bir durumdayız muhtemelen.

Durup uzaktan bakmak mümkün olsa, daha iyi kavrayacağız tehlikenin nasıl hızla yayıldığını.

Haberlerde, “Dünyada ölü sayısı artıyor” ve “Ülkemizde her gün ölü sayısı artıyor” türünden ifadelere rastlıyoruz. Günden güne azalma ihtimâli var mı ki? Elbette öyle olur.

Akıllı davranmazsak, daha da beteriyle karşılaşırız. Yayılma hızının önüne geçilemezse, Nuh Tufanı’ndan beter hâle gelir!

Ekranlar, tehlikenin bütün dünyayı nasıl sardığını gösteriyor her gün, her saat. Görmüyor muyuz?

Görüp de anlamıyor muyuz?

Cenâb-ı Allah hepimize yardım etsin.

Görmeyi, anlamayı ve lâyıkıyla korunmayı nasip etsin.

Yoksa hâlimiz yaman!