ZENGİN fakir ayırmıyor. En fakirinden en zenginine kadar,
herkesi aynı şekilde etkileyebiliyor.
Ünlü sanatçılar, dünya çapında tanınmış sporcular,
siyasetçiler… Hiç kimseye iltimas yok.
Bakanların, başbakanların da bu hastalığın pençesine
düştüğünü gördük…
Kralların, kraliçelerin de peşinde… Böyle olunca,
prensler ve prensesler de muaf değil tabiî.
Kadın erkek, genç yaşlı ayrımı da yok.
“Geri kalmış ülke”, “ileri gitmiş ülke” diye bir
tasnif de yapmıyor.
Siyahtı, beyazdı, çekik gözlüydü, kısa boyluydu,
kıvırcık saçlıydı demiyor hiç.
İlk zamanlar yaşlılara zarar verdiği, sadece onları
öldürdüğü sanıldı, sonra “en fazla yaşlılar ve müzmin (kronik) rahatsızlığı
olanlar” şeklinde düzeltildi.
Yalnızca bir bölgeyi, bir ülkeyi, bir kıtayı değil,
bütün dünyayı sardı.
Cihanşümul… Bir peygamber gibi… Nefes alıp veren
herkes için eşit mesafede.
“Gel” diyor, “Kim
olursan ol, gel”...
Gelirsen, görürsün gününü!
Evinde oturmaktan sıkılan ve o çağrıya uyarak sokağa
çıkana, başkalarıyla bir arada vakit geçirmekten çekinmeyene gösteriyor da
nitekim. Hem gününü, hem gecesini…
Ne güzel bir hastalık!
Azıtanları hizaya sokuyor.
Şımaranları çizgiye çekiyor.
Bu kadar dar değil hedef kitlesi. İki kalemde saymaya
kalkmak yanlıştır. Dahası var.
Harala gürele yaşayanları…
Sınırlı ömrünü, bitmek tükenmek bilmez bir
koşuşturmaca içinde geçirenleri…
Hep daha fazlası için hırsa kapılanları…
Durup düşünmeye vakit ayırmayanları…
Eviyle barkıyla, çoluk çocuğuyla, bahçesindeki
çiçekle, ağaçla ilgilenmeyi zayıflık sayanları…
Hiç kitap-dergi okuyacak vakti olmadığından
yakınanları…
Hepsini, sarışını esmeri kumralını, saçlısını
saçsızını, suçlusunu suçsuzunu, herkesi karşısında hizaya soktu, saygı duruşuna
mecbur kıldı.
Maske takılacak, tak!
Eller yıkanacak, yıka!
Kimseye yaklaşılmayacak, yaklaşma!
Akıllı olunacak, ol!
“Ol” dediler sana… Olmadın mı?
Efelik mi tasladın durduk yere?
Alınan tedbirlere küçümser edâyla mı baktın?
Bazılarını eleştirdin, hattâ hepsine dudak mı büktün?
Dalga mı geçtin?
Yanlış mı buldun?
Uyarılara karşı gelmeye çalışarak, maskesiz dolaşıp
herkese yakın mı durdun?
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, bir kendini çok akıllı,
herkesi (burada “herkes”, “bütün dünya” anlamına gelir) akılsız mı sandın?
Eh, bu durumda, başına her ne gelirse gelsin, sesini
çıkarmayacaksın!
Oturacaksın oturduğun yerde, yatacaksın yattığın
yerde… Tedavi bile beklemeyeceksin. Hakkın yok çünkü.
Seni hastaneye almak bile yanlış.
Koronanla, virüsünle, 19’unla, 20’nle paşa paşa
geçinmeye çalışacaksın. Onunla birlikte yaşamayı öğreneceksin.
“Kıyma bana!” diyebilirsin. “Daha
yaşamak istiyorum!” diyebilirsin. “Ölmek
şimdi zor göründü gözüme” diye ekleyebilirsin de…
De, çekinme! Her istediğini de de, bakalım seni dinler
mi o hazreti virüs?
Şaka değil, bu bütün afetlerden beter!
Belki bazıları farkında değil ama Nuh Tufanı gibi bir
büyük hâdisenin içindeyiz.
İmtihan büyük çaplı.
Ders büyük çaplı.
Dert büyük çaplı.
Hazreti Nuh’un hikâyesi, bütün kutsal kitaplarda
geçer. O tufanı, ıslah olmamakta direnenler için, Cenâb-ı Allah’ın gönderdiğine
inanırız. Kimine ceza, kimine ödüldür.
Her ne hikmetse, bizim başımıza gelenlerin aynı yerden
kaynaklandığını anlamakta zorlanırız. Zorlanmaktayız.
Bazıları, “Hadi
canım!” diyor, “Her şeyi de Allah’a
mı bağlayalım?”…
Şaka gibi ama ne yapalım ki böyle düşünenler var. Bir
de, düşüncelerini dile getiriyorlar da öğreniyoruz.
“Acaba başımıza gelen iyi veya kötü hâdiselerin hangilerini, ne kadarını
Allah’a bağlamak uygundur?” diye sormak lâzım.
Olan bitenin farkında olmakla mükellef durumdayız,
bunu bile kavramakta zorlanıyoruz.
Farkında olmamak, sıcaklığındandır belki…
Hani kolu bacağı burkulan kişi, ilk anda fark edemez,
yürümeye veya iş görmeye devam eder de sonradan o hasar gören uzuv şişer,
acımaya başlar ve ilk anda sıcaklamasından dolayı ne derece ciddiyet arz ettiği
yeterince anlaşılmamış diye izah ederler, onun gibi bir durumdayız muhtemelen.
Durup uzaktan bakmak mümkün olsa, daha iyi
kavrayacağız tehlikenin nasıl hızla yayıldığını.
Haberlerde, “Dünyada
ölü sayısı artıyor” ve “Ülkemizde her
gün ölü sayısı artıyor” türünden ifadelere rastlıyoruz. Günden güne azalma
ihtimâli var mı ki? Elbette öyle olur.
Akıllı davranmazsak, daha da beteriyle karşılaşırız.
Yayılma hızının önüne geçilemezse, Nuh Tufanı’ndan beter hâle gelir!
Ekranlar, tehlikenin bütün dünyayı nasıl sardığını
gösteriyor her gün, her saat. Görmüyor muyuz?
Görüp de anlamıyor muyuz?
Cenâb-ı Allah hepimize yardım etsin.
Görmeyi, anlamayı ve lâyıkıyla korunmayı nasip etsin.
Yoksa hâlimiz yaman!